LYME HASTALIĞI
Lyme, ülkemizde çok az bilinen, hakkında doktorların bile hemen hemen pek fikrinin olmadığı, yine hakkında Türkçe kaynak ve araştırmanın epey sınırlı olduğu sinsi bir hastalık. O nedenle bu konuda Türkçe kaynakların yer alacağı bir blog açtım ve dileyen faydalansın istedim. Belki birkaç kişiye bile olsa yardımı dokunur. Belki birileri bunu okuyacak ve kendi belirtilerini görecek ve iyi olmak için gereken yardımı alacak, hastalığına farklı bir gözle bakacak, kim bilir. Bu hastalığın ne kadar acı verici ve zayıflatıcı olabileceğini ve ihtiyacınız olan doğru yardımı bulmanın ne kadar sinir bozucu bir süreç olduğunu biliyorum.
LYME keneler tarafından bulaştırılan temelde bir enfeksiyon hastalığı olsa da aslında bundan daha fazlası. Ayrıca sizi kene ısırmamış ve hatta hayatınızda hiç kene görmemiş dahi olabilirsiniz. Fakat buna rağmen kronik lyme hastası (ya da potansiyel) olabileceğinizi belirterek yazıyı okumanızı ve konu hakkında bilinçlenmenizi şiddetle tavsiye ederim.Bu gönderinin şimdiden uzun ve kapsamlı bir yazı olacağını söyleyebilirim.
Dediğim gibi bu konuda Türkçe kaynak pek yok maalesef (kamuoyu oluştukça zamanla artacaktır). İngilizce kaynak ise oldukça bol. Türkçe kaynak olmadığı gibi çeviri de yetersiz. Ben bu gönderide bu konuda okuduğum iyi bir kitap olan UNLOCKING LYME ve çeşitli diğer kaynaklardan aldığım notları ve edindiğim bilgileri paylaşacağım.
Lyme özellikle Amerika’da, Avrupa’da oldukça yaygın ve bilinen bir hastalık. ABD de 25 milyondan fazla, tüm Avrupa’da ise 10 milyondan fazla lyme hastası olduğu tahmin ediliyor. Bu sebeple bu ülkelerde sadece lyme üzerine uzmanlaşmış lyme klinikleri var. Pek çok Türk hasta da bu nedenle tedavi için Amerika ve Avrupa’ya (Özellikle Almanya) gidiyor. Bunun yanı sıra ‘Lyme Times’ adlı 3 ayda bir düzenli yayınlanan oldukça saygın bir dergi de mevcut. Dahası konu sıkça parlementonun gündemine taşınıyor. Siyasiler bu hastalığa vakıf. Sosyal sorumluluk çerçevesinde pek çok proje yürütülüyor.
Lyme ‘yüzyılın hastalığı’ olarak da adlandırılmasına rağmen ülkemizde fazla önemsenmiyor (şimdilik). Kenelerin taşıdığı hastalıklar içinde öldürücü olması sebebiyle 2000 yılından itibaren Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığı ön plana çıktı. Oysa küresel ölçekte baktığımızda Dünya Sağlık Örgütü 117 ülkede lyme hastalığının bulunduğu, içinde Türkiye'nin de olduğu 61 ülkede ise bu hastalığın endemik olduğunu açıkladı. Türkiye’de bu hastalığın bilinirliğini artırmak için çalışan temel kuruluş bir zamanlar Lyme Derneği imiş. Lyme konusunu araştırdığımızda karşımıza biyolog, Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Barbaros Çetin Hoca çıkıyor. Şehir şehir gezerek yaptığı konferansları dikkat çekici. Sayesinde pek çok ms hastası, ms değil lyme hastası olduğunu öğrendi.
İngilizce kitapları sıklıkla epub olarak Idefix veya Amazondan alıyorum. Böylesi hem daha ekonomik oluyor hem de mobile okumak büyük avantaj. Bünyesinde sözlük ve translator içermesi bilinmeyen/unutulan kelimeler açısından süper bir fonksiyon.
Kitabın yazarı, Dr. Bill Rawls, MD. Bir lyme ve fibromiyalji uzmanı. Kitabında özellikle kronik lyme hastalığını, hastalığın seyrini, co-enfeksiyonları ve çeşitli tedavi yöntemlerini anlatmış. Bu konuda okunması gereken ilk kitaplardan biri olabilecek kitaplardan kanımca. Çünkü temelden adım adım işlemiş konuları. Anlatımı sade ve meslekten anlamayanları uzaklaştırmayacak türden. En güzel tarafı da doktorun aynı zamanda kronik lyme ile mücadele etmiş bir hasta olması. Bu yönü ile sadece bilgilerini değil deneyimlerini ve işe yarar bulduğu pek çok önerisini cömertçe paylaşmış. Bununla birlikte sadece lyme için değil diğer enfeksiyöz hastalıklara karşı da bilgi sahibi olmak isteyen hekim veya sağlık profesyonelleri için de birçok değerli bilgi ile dolu bir kitap. Yazarın yer yer tekrara düştüğü konular varsa da bunu okuyanın beynine kazımak amacıyla yaptığını düşünüyorum.
Gelelim lyme ın ne olduğuna, bizleri nasıl tehdit ettiğinde, aramızda dolaşan lyme hastalarına ve tedavi yöntemlerine:
📌Lyme hastalığı KENE tarafından bulaştırılan ve Borrellia Burgdorferi isimli bakterinin yol açtığı bir hastalıktır. Özellikle ixodes türü keneler bu bakteriyi taşır. Ancak sadece bu keneler değil ağaç keneleri ve köpek keneleri de bu bakteriyi taşıyabilir. Onun için bütün kene ısırıklarının lyme hastalığını bulaştırmada potansiyel tehlike taşıdığı unutulmamalıdır. Amerika’nın Connecticut kentinin Lyme adlı kasabasında yoğun olarak görülmesi yüzünden bu hastalığa lyme hastalığı denmiştir. Hastalığının tespiti çok eskilere dayanmıyor. İlk vakalar 1975 yılında Amerika’da saptanmış. Romatoid artrit vakalarında çok artış olduğu dikkat çekerek araştırılması sonucu farkına varılmış. O yıl 39 u çocuk 51 kişi bu hastalığa yakalanmış. 1982 yılında Willy Burgdorfer tarafından lyme hastalığına Borrelia bakterisinin yol açtığı tespit edilmiştir. Bu bakteri geç bulunmuş olmasına rağmen 15 milyon yıllık tarihi vardır.
📌 Gerek ormanlarda, gerek geyik, inek, piliç, kedi-köpek gibi hayvanlarda bulunan bütün kene ısırıkları lyme hastalığını bulaştırmada potansiyel tehlike taşır. Evcil hayvanlar enfekte keneyi eve taşıyabilir. (Kedi vb evcil hayvan besleyenler bu hastalığı ve olası riskleri çok iyi bilmeli)
Kene ısırınca diyelim ki hastaneye veya sağlık ocağına gittiniz. Keneyi çıkartan sağlık görevlisi bunun zararsız bir ot kenesi olduğu ya da merak edip endişelenecek bir şey olmadığı yönünde aslı olmayan laflar edebilir. Sakın ola ki dikkate almayın, hem kendinizi takip edin hem de lyme testi yapılması konusunda ısrarcı olun. Emin olun ki basit bir ısırıkla hayatınız alt üst olabilir. Ve siz bunu fark etmeyebilirsiniz bile.
Burada aklıma Arthur Schopenhauer ın su sevdiğim sözü geliyor:
“Gerçeğin kabule giden yolu hep 3 aşamalıdır.”
“Önce ‘hadi canım sen de’ denir, alaya alınır.”
“Sonra şiddetle karşı çıkılır.”
“En sonunda da tabii ki öyle denilip gerçekliği kabul edilir.”
o nedenle siz siz olun geç olmadan kene ısırığını ciddiye alın.
📌 Kenenin hastalık yapıcı olma özelliği büyük ya da küçük olmasıyla ilgili değildir. Yani bazen ısıran kene küçük ise insanlar bunun hastalık taşımadığını düşünüyor ancak böyle bir durum yok.
Soldan sağa: Larva, Nymph (Nimf), Kadın(Female), Erkek (Male) Kene.
Nymph aşamasındaki kene, haşhaş tohumu boyutundadır.
📌 Keneler Borrelia bakterisini bağırsaklarında taşırlar. Sosyal medyada özellikle son günlerde kene üzerine nane yağı vb dökerek vücuttan çıkarılması yönünde paylaşımlar yapılıyor. Bu gerçekten çok yanlış ve riskli bir uygulama. Aman ha diyorum. Siz siz olun kene tespit ettiğiniz anda vakit kaybetmeden hastaneye giderek usulüne uygun bir şekilde çıkartılmasını sağlayın.
📌 Keneler bahar, yaz ve erken sonbaharda aktiftirler. Güneş ışınından kaçarlar ve genelde çayır ve ağaçların olduğu gölge yerleri tercih ederler. Mayıs - haziran - temmuz ayında oldukça fazlalaşırlar.
Bu aylar genel olarak piknik ayları olduğu için kene vakaları da çok artar. Bu nedenle çocuklarınıza özellikle dikkat edin. Ağaçlık, çimenlik alanlarda, parklarda zaman geçirdikten sonra vücutlarını, saçlı bölgeleri kontrol etmeyi ve banyo yaptırmayı ihmal etmeyin. Hatta piknik, park vb öncesinde DEET (N,N-dietil m-toluamid) içeren böcek - sinek kovucu uygun ilaçlar kullanılabilir. Yine böcek uzaklaştırıcı bitkisel yağ karışımları kullanılabilir. Kıyafetlerle, ayakkabılarla, çantalarla da kenelerin eve taşınabileceğini unutmayın. Kontrol edin ve sıcak su ile yıkayarak iyice temizleyin.
BULAŞMA ŞEKİLLERİ
Lyme hastalığı keneler tarafından bulaştırılan bir hastalıktır. Kene cilde yapıştığı andan itibaren hastalığın bulaşma riski vardır. Ancak kenenin yapışık kalma süresiyle birlikte risk de artar.
- Düşük bir olasılık olmakla beraber kan nakliyle de bulaşabildiği düşünülmektedir.
- Temas veya öpüşme ile bulaşmamaktadır.
- Daha önce kene tarafından ısırılmış bir anneden anne karnındaki bebeğe geçebiliyor.
- Daha önce kene tarafından ısırılmış babaya ait sperm vasıtasıyla anneye bulaşması ve böylece taşıyıcı anneden bebeğe geçmesi de mümkün.
- Organ nakli ile bulaşması mümkün.
BORRELIA BURGDORFERI
Lyme a yol açan Borrelia Burgdorferi bakterisi uzun ince ve tirbüşon gibi spiral (burgu) şeklindedir. Hareket edebilmesini sağlayan flagella denen uzantıları bulunur ve çok hızlı dokular içinde hareket edebilir. Bu nedenle Borrelia mikropları kan dolaşımını çabucak aşar ve dokulara derinden nüfuz eder. Tornavida şekli ile Borrelia eklem kıkırdağı ve beyin dokusuna yerleşir. Aynı zamanda bir çok hücre tipine girip gelişebilir; böylece bağışıklık fonksiyonları ve antibiyotiklerden korunur.
📌 En başından beri, Borrelia burgdorferi hem doktorları hem de bilim adamlarını epey uğraştırmış. Çünkü bu bakterinin laboratuarda yetişmesi ve semptomlar gösteren kişilerin kanından izole edilmesi son derece zordur. Bu nedenle bu hastalığın kesin bir teşhisini koymak bugün bile gerçekten hiç kolay değil. Bunu lyme hastaları çok iyi bilir. Pek çok lyme hastası onlarca farklı doktordan sonra ancak lyme teşhisi alabilmişlerdir. Çünkü hastalığın belirtileri diğer birçok hastalıkla (ms, als, fibromiyalji, otizm, okb, ibs, gastrit...gibi) karışır. Diğer hastalıkları taklit etmesi nedeniyle Lyme hastalığı “büyük taklitçi” olarak anılmaktadır.
Taklit ettiği hastalıkların çoğu otoimmun hastalıklar olup en başta MS (Multipl Skleroz), Romatoid Artrit, Otizm, Fibromiyalji, Yüz Felci, Lupus, Anksiyete, ALS, Epilepsi, Bipolar Bozukluk, Lenfoma, Behçet, İşitme Kaybı, Göz Hastalıkları gelmektedir. Eğer hatırladığınız bir kene geçmişi varsa ve bu hastalıklardan birine sahipseniz mutlaka lyme testi yaptırın ve lyme ı eleyin derim. Hatta kene geçmişiniz yoksa bile (başka bulaşma yolları da var) eğer bu hastalıklardan birine sahip olmanıza rağmen sıra dışı semptomlarınız varsa ya da iyileşme göstermiyorsanız ya da içinizde bir şüphe varsa mutlaka bu testi yaptırın.
BORRELIA MİKROBU HASTALIĞA NASIL SEBEBİYET VERİR
sorusunun cevabı düşmanı tanımak ve önlem almak açısından çok belirleyicidir. Borrelia bakterisi çoğu bakteri aksine, yavaş büyür, yalnızca her 8-12 saatte bir yeni nesiller yaratırlar (genellikle her 20 dakikada bir yeni nesil üreten diğer patojen bakterilerin aksine).
Borrelia mikrobu hayatta kalabilmek için elzem besin maddelerini hastadan aşırır. Bu kaynaklara ulaşmak için, sitokin denen bağışıklık sisteminin habercilerini manipüle eder. Sitokinleri kullanarak bağışıklık sistemi fonksiyonlarının mikroplara saldırmasını engeller ve dokular arasında iltihaplara sebep olur. İltihaplar dokuları parçalar ve mikropların işine yarayacak besin maddeleri serbest kalır.
Bu bakteri kanda bulunmayı çok sevmez. Bu da kan testi ile teşhisini zorlaştırır. Bağışıklık sisteminden kurtulmak için vücudun en soğuk, en ücra köşelerine yerleşir. Orada, en sevdikleri yiyecek olan kollajenden bol miktarda
bulacaklardır hem de parçalanmış olarak. Borrelia'nın hayatta kalmasını gerektiren birincil besin maddesi kollajen olduğu için, mikroplar eklem, beyin, kas (özellikle kalp kası), gözler ve cilt gibi kolajen bakımından zengin dokuları tercih eder. Kronik Borrelia enfeksiyonuyla ilişkili semptomların çoğu bu bölgelerden kaynaklanmaktadır.
bulacaklardır hem de parçalanmış olarak. Borrelia'nın hayatta kalmasını gerektiren birincil besin maddesi kollajen olduğu için, mikroplar eklem, beyin, kas (özellikle kalp kası), gözler ve cilt gibi kolajen bakımından zengin dokuları tercih eder. Kronik Borrelia enfeksiyonuyla ilişkili semptomların çoğu bu bölgelerden kaynaklanmaktadır.
Borrelia mikrobu ayrıca, sinirlerin etrafında bir kılıf oluşturan yağlı bir madde olan miyelinden de hoşlanırlar. Miyelin bakır tel üzerindeki plastik kaplamaya benzer; Siniri diğer sinirlerden yalıtır ve dürtülerin düzgün bir şekilde yürütülmesine izin verir. O olmadan, sinir fonksiyonu bozulur, geniş bir nörolojik semptomlara neden olur (multipl sklerozda görülenlere benzer semptomlar görülür).
Borrelia enfeksiyonuyla ilişkili semptomlar, mikrobun doğrudan hasar oluşturmasından ziyade sitokinle oluşturulan iltihap ile daha fazla ilişkindir. Belirli doku bölgelerindeki iltihaplanma artrit gibi lokal semptomlara neden olur. Vücutta dolaşan sitokinler, yorgunluk gibi spesifik olmayan belirtilerden sorumludur.
Çoğunlukla, bir kişinin hastalık belirtilerinin yoğunluğunu, mikrop konsantrasyonu değil, bağışıklık reaksiyonunun yoğunluğu (sitokin üretimi) belirler. Bir başka deyişle, bir kişinin çok hasta olabilmesi için Borrelia mikrobunun çok yoğun bir şekilde olmasına gerek yoktur. Gerçek şudur ki, Lyme hastalığının düzgün teşhis edilmesinin çok zor olmasının bir nedeni de Borrelia mikroplarının tipik olarak vücutta çok düşük konsantrasyonlarda var olmasıdır.
📌 Hastalığın 3 evresi vardır. Bunlar:
1. Evre : Erken dönem lyme hastalığı. Hastalık henüz vücuda yayılmamıştır.
2. Evre: Erken dönem yaygın lyme hastalığı. Hastalık vücuda yayılmaya başlamıştır.
3. Evre: Kronik persistan enfeksiyon Hastalık tüm vücuda yayılmıştır.
Lyme hastalığında doğru teşhisi koymak savaşın yarısıdır. Erken dönemde teşhis edilebilirse tedavi edilebilen bir hastalıktır. Ancak tedavi edilmezse kronik artrit ve ciddi nörolojik bulgular ortaya çıkabilir.
Bir 4. Evre de antibiyotikle yeterince tedavi edilen kişilerin semptomatik kaldığı Post Lyme Treatment Syndrome (PLTS) olarak adlandırılan evredir.
📌 LYME BELİRTİLERİ
Lyme hastalığının belki de en kötü tarafı teşhisinin oldukça zor koyulmasıdır. Hastalığın belirtileri diğer birçok hastalıkla karışır ve çoğunlukla her hastada farklı belirtilerle kendini gösterir. Yıllarca belirti vermeden ilerleyip birden bire belirtileri görünür hale gelebilir.
Lyme hastalığı, deriyi, eklemleri, sinir sistemini ve diğer organ sistemlerini etkileyerek yangısal hastalıklara sebep olur. Semptomlar genellikle enfeksiyonun ilk haftasında oluşur ancak kene ısırdıktan sonra 30 gün içinde de gelişebilir. Hatta bazı vakalarda semptomsuz seyreder. Lyme hastalığının belirtileri genel olarak bireyler arasında büyük farklılıklar gösterir, çünkü mikrop, karşılaştığı her insanda farklı davranır.
Kene ısırdıktan bir hafta-on gün kadar sonra ısırılan bölgede kırmızı halkalı öküz gözü (bull’s-eye rash) diye tarif edilen şekilde kızarık (erythema migrans) ile kendini gösteren tipik semptom görülebilir. Lyme hastalığına yakalanmış kimi hastada gelişen bu kızarıklık, hastalık bulaştıktan sonra 3-5 hafta süreyle kalıcı olabilir. Dokunulduğunda sıcak olabilir ve genellikle ağrısız veya kaşıntısızdır. Bu belirti, hastalığın tanısının konması için yeterli olmakla birlikte hastaların % 50 sinde ortaya çıkar. Yani kene ısırması sonrası erythema migrans (EM) görülmeme olasılığı da oldukça yüksektir. Bence erythema migrans gözlendikten sonra test sonucunu dahi beklemeye gerek yok; tedavi başlamalıdır. EM illaki kenenin ısırdığı yerde çıkmayabilir. Örneğin kene kola konduğu halde EM bacakta oluşabilir. Ayrıca aklınızda bulunsun EM mantar enfeksiyonu ile karıştırılabiliyor.
Erken dönemde görülen diğer semptomlar; hafif derecede ateş, titreme-ürperti, kene ısırığının yakınındaki lenf bezlerinde şişkinlik, yorgunluk, baş ağrısı, boyun tutulması, kas ve eklem ağrısı, huzursuz bacak sendromu. Hastalığın seyri, bağışıklık sisteminizin sağlığına bağlıdır. Bağışıklık fonksiyonu sağlamsa, hasta ve mikrop, dengeli bir konak-mikrop ilişkisi kurabilir. Yıllarca semptomatik hastalık ortaya çıkmayabilir. Genelde birkaç ay sonra görülen görme sorunları, işitme sorunları, kulak çınlaması, ışığa bakıldığında göz sıvısında yüzen cisimler görme, diz ve benzeri eklem ağrıları tipik lyme belirtileri olarak sıralanabilir.
🌟 Kronik Borrelia Enfeksiyonunun Belirtileri ise
- Kronik yorgunluk
- Artrit / eklem ağrısı
- Kas ağrısı
- Kronik sırt ağrısı ve disk dejenerasyonu
- Kronik grip benzeri semptomlar
- Baş ağrısı / boyun sertliği ve gıcırdama
- Titreme
- Bell paralizi
- Beyin sisi / azalmış bilişsel işlev
- Gürültüye ve sese hoşgörüsüzlük
- Kulak çınlaması
- Uyku bozukluğu
- Bulanık görme /görüntü kayma / göz rahatsızlığı
- Göz ağrısı
- Gözde uçuşan cisimler
- Diş ağrısı
- Baş dönmesi ve dengesizlik
- Kas seğirmesi
- Parestezi (yanma, ayakta ve ellerde karıncalanma)
- Tremor (baş ve eller)
- Göğüs ağrısı / düzensiz kalp atışı
- Nefes darlığı / zor nefes darlığı
- Kararsız mesane
- Gastrointestinal disfonksiyon
…devam eden uzun bir liste
Lyme hastalığı kronikleşirse uzun bir mücadele gerektirebilir, yaşam kalitesini oldukça düşürerek insanı bir ömür boyu perişan hale getirebilir ve yaşlanmayı hızlandırır. Ancak sizi doğrudan öldürecek bir hastalık olmayabilir.
Bu zorlu durumu aşmak için aile ve arkadaşlarınızdan duygusal olarak iyi destek alınması da ve tedaviyi psikolojik destek eşliğinde sürdürmek de çok önemlidir.
📌 TEŞHİS
Hastalığın teşhisi genellikle akut evrede kişi kene ısırığını fark ederse ve ısırılan bölgede ya da vücutta öküz gözü eritem ortaya çıkarsa kolaylıkla konabilir. Erytema migrans olan durumda teste bile gerek yoktur. Tabi her kene ısırığı bu hastalığa yol açmaz.
Kronik evrede bu hastalığı yakalamanın zorluğuna değinmiştim. Çünkü belirtiler karışıktır ve birçok hastalıkla karıştırılabilir. Bu nedenle her şeyden önce doktorun lyme konusunda bilgili olması gerekir. Hasta daha önce kene ısırığını hatırlıyorsa veya eritem oluştuysa lyme dan kuşkulanmak gerekir. Ama hasta kene ısırığını fark etmeyebilir veya öküz gözü eritem her vakada oluşmayabilir. Bu durumda hasta genellikle birçok doktora başvurur ve değişik teşhislerle değişik tedaviler uygulanır. Artrit, romatizma, fibromyalji, kronik yorgunluk sendromu, enfeksiyoz mononükleoz, depresyon , nörolojik birtakım hastalıklar(multip skleroz, amyotrofik lateral skleroz, demans) ve daha birçok rahatsızlık teşhis olarak konabilir. Konunun uzmanı doktor bulunamadığında sıklıkla hastaya yanlış teşhisler konulmakta ve hasta yıllarca başka teşhislerle tedavi edilmekte, hatta hastaya kan değerlerin normal, senin hiçbir şeyin yok, her şey kafanda denilebilmektedir. Çoğu doktor lyme hastalığının ismini bilir ama teşhis ve tedavisi konusunda bilgisizdir. Bu durum infeksiyon hastalıkları uzmanları için bile geçerlidir. Bu nedenle Lyme hastalığının teşhisinde en önemli unsur hastanın klinik bulguları ve başka hastalıkların ekarte edilmesidir. İkinci planda laboratuar testleri gelir.
📌 CO-ENFEKSİYONLAR
Lyme a yol açan Borrellia Burgdorferi denen bakteriyi taşıyan keneler ayrıca babesia, erlichia, bartonella, mycoplazma denen enfeksiyon ajanlarını da bulaştırabilirler. Kronik lyme hastalığının %60 ında bu ilave enfeksiyonlar görülebilmektedir. Onun için bu ajanlara yönelik testte teşhis sonrası yapılmalıdır. Ancak test sonuçları her zaman güvenilir değildir. Bu yüzden klinik bulgular önem taşır.
🌟 BABESIA bir tür parazittir. Bir çalışma kronik lyme hastalarının%66 sında Babesia ilave enfeksiyonu olduğunu göstermiştir. Bağışıklık sistemini baskılar ve Lyme tedavisinin etkinliğini azaltır . Bu nedenle lyme tedavisi esnasında babesia da tedavi edilmeli.
- Kırmızı kan hücreleri, karaciğer ve dalağı enfekte eder → yüksek ateş, terleme, karaciğer / dalak genişlemesi ile nüksetme.
- Babesia, doksisiklini yanıtlamayan bir protozoandır.
- Babesia ile mücadele için çeşitli ilaçlar mevcuttur. Ama bir kısmı Türkiye’de yok maalesef. Adı en çok geçen ilaçlar Mepron, Flagyl, Tinidazol, Artemisinin .Bunlar mutlaka uzman doktor reçetesi/onayı ile kullanılmalı. Ciddi alerjik reaksiyonlar gelişebilir.
🌟 BARTONELLA depresyon, panik atak, anksiyete gibi psikiatrik belirtilerle kendini gösterebilir. Tedavisi yine yoğun antibiyotik tedavisi. Rifampisin, minoksilin, zitromax gibi antibiyotikler sıklıkla reçete ediliyor. Ayak topuklarında yangı, batışma, acı varsa ya da sebepsiz öksürük görülüyorsa bartonella gözardı edilmemelidir. Ayrıca vücutta kırmızı beneklerin (cherry angioma) oluşumu ya da selülit benzeri yapıların görülmesi (özellikle sırtta) veya spider veins denilen ince kan damarları da bartonella kaynaklı olabilir (cherry angioma ların diğer bir sebebi de bromine toxicity ya da babesia da olabilir)
🌟 MYCOPLASMA
☘️ Mycoplasma tüm sinsi mikropların belki de en sinsisidir. Yaşlanmayla ilişkili birçok kronik hastalığın önemli bir oyuncusu olabilir, ancak dikkat çekici bir şekilde, çoğu doktor da dahil olmak üzere çoğu insan bunun bilincinde değildir.
☘️ Ancak Lyme hastalığı, fibromiyalji, kronik yorgunluk, otoimmün hastalık veya muhtemelen başka herhangi bir kronik hastalık varsa MYCOPLASMA muhakkak bilmeniz gereken bir mikroptur.
☘️ Mycoplasma tüm bakterilerin en küçüğüdür. Bunlardan 4.000 tanesi vücudunuzdaki bir kırmızı kan hücresine sığabilir (ortalama büyüklükte bakterilerin yalnızca 10-15'i bir kırmızı kan hücresine sığar). Bu bir parazittir yani ev sahibi olmadan yaşayamaz. Diğer bakterilerin aksine, mikoplazmalarımızda koruyucu bir hücre duvarı yoktur. Hayatta kalmaları için geliştirdikleri bu ilginç strateji, şekillerini değiştirmelerine ve diğer bakterilerin giremeyeceği alanlara ulaşmasına olanak sağlar. Ayrıca, ev sahibinin hücrelerinin içine kaymalarına izin verir. Hücre duvarı olmaması,mikoplazmayı birçok antibiyotik çeşidine karşı tamamen dirençli hale getirmektedir.
☘️ Hem hayvanları hem de bitkileri enfekte edebilen 200'den fazla bilinen mikoplazma türü vardır (ve muhtemelen henüz keşfedilmemiş çok sayıda türü vardır). Oldukça hızlı adaptasyon sağlayabilen bir mikroorganizmadır. İnsanlara bulaşabilecek en az 23 farklı çeşit mycoplasma vardır (ve bu artabilir). Bir kısmı zararsız normal flora olarak kabul edilse bile büyük çoğunluğu hastalığa neden olma potansiyeline sahiptir.
☘️ Mycoplasma, konakçının bağışıklık sistemini manipüle etmek ve yönetmek konusunda uzmanlaşmış bir mikroorganizmadır. Genetik yapısının yarısı bu özel amaca ayrılmıştır. Konağa doğrudan zarar verme yeteneği azdır, ancak konağın bağışıklık işlevini kendi lehine kullanabilir. Bu sinsi mikropun hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu her şey (vitaminler, mineraller, yağlar, karbonhidratlar ve amino asitler) ev sahibinden temizlenirse bir şey yapamaz. Gerekli kaynaklara erişebilmek için, mikoplazma bağışıklık sisteminin sinyal mekanizmalarını (sitokinler olarak adlandırılır) manipüle ederek vücutta iltihaplanma yaratır. İnflamasyon dokuları parçalayıp bakterilerin konağın kaynaklarına erişmesini sağlar. Mitokondri, enerji için başlıca hedeflerdir. Yorgunluk her zaman mycoplasma enfeksiyonlarında bir faktördür.
☘️ Mycoplasma, vücudun farklı bölgelerinde bulunan dokuları enfekte etmeyi tercih eder. Sık görülen enfeksiyon yerleri burun pasajları, sinüsler, akciğerler, bağırsak yolunun astarlanması, genital bölge, beyindeki vezikülleri ve eklemlerin sinovyal astarını içerir. Ayrıca genellikle beyaz kan hücrelerine, kırmızı kan hücrelerine ve beyin dokusuna bulaşırlar. Farklı mikoplazmaların belirli dokular için bir tercihi vardır, ancak tüm mikoplazma türleri herhangi bir doku ve tüm organ sistemlerine bulaşma yeteneğine sahiptir. Yani ilk enfeksiyon nerede olursa olsun, herhangi bir mycoplasma türü vücuda yayılma potansiyeline sahiptir.
☘️ Genital enfeksiyonlar, dört tür mycoplasma arasında en yaygın olanıdır (M. hominis, M. genitalium, Ureaplasma urealyticum, U. parvum)ancak diğer mycoplasma türleri cinsel olarak yayılabilir ve genital semptomlara neden olabilir. Mycoplasma ile genital enfeksiyon, hem erkek hem de kadınlarda İYE (idrar yolu enfeksiyonu) belirtilerine (yanma ve idrara çıkma ile ağrı) neden olabilir. Tipik olarak idrar kültürü negatiftir.
☘️ M. pneumoniae, solunum yolu enfeksiyonlarıyla ilişkili en yaygın mycoplasma olup, diğer mycoplasma türleri de bulunur. Mycoplasma çocukluk çağı astımı ile ilişkilendirilmiştir. Fibromiyalji, Lyme hastalığı ve kronik yorgunlukta “nefes al” gereksinimi, mikoplazma ile ilişkili olabilir.
☘️ Mycoplasma, genellikle eklemlerin sinovyal astarını (eklemi koruyucu astar) enfekte eder. Romatoid artritli kişilerin% 90'ı sinovyal sıvıda mycoplasma testi pozitiftir. Romatoid artrit ile ilişkili en yaygın mycoplasma türleri M. fermentans'tır, ancak M. pneumoniae ve diğer türler de bulunmuştur. Mycoplasma veya diğer stealth mikropları, çoğu artrit formunda temel bir faktör olabilir.Mycoplasma, sinir dokusunu kaplayan miyelin kılıfından yağı aşırır. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, mikoplazma (ve klamidya ve borrelia da dahil olmak üzere diğer gizli mikroplar) multipl skleroz ile bağlantılıdır. Mycoplasma, ALS (M. fermentans en yaygın olanı) ve Parkinson hastalığı da dahil olmak üzere diğer nörodejeneratif hastalıklarla yakından bağlantılıdır.
☘️ Mycoplasma, lösemi çocuklarının kemik iliğinde bulunur.
☘️Mycoplasma, servikal ve over kanseri dahil olmak üzere kanser dokusunda bulunmuştur.
☘️ Servikal kanserde mycoplasma bulunması servikal kanserde bir kofaktör olabileceğini ve insan papillomavirüsüne (HPV) eşlik edebileceğini düşündürmektedir. (Mycoplasma'nın bazı virüslerin hücrelere girmesini kolaylaştırdığı gösterilmiştir.)
📌 LYME TESTLERİ
🌟 Şunu hiçbir zaman unutmamak lazım: Labaratuar testlerinin negatif çıkması lyme olmadığı anlamına gelmez.
🌟 Lyme hastalığının teşhisinde ilk etapta Borrelia Burgdorferi ELISA IgM ve IgG veya Borrelia Burgdorferi Western Blot IgM ve IgG testleri kullanılmaktadır. Ancak ELISA antikor testinin güvenilirliği oldukça düşük olduğundan fazla tercih edilmemektedir. Özellikle kronik lyme hastalarında % 75 hastada negatif sonuç verir. Western Blot ise, yine tam bir güvenilirlik sağlamamakla birlikte, daha çok tercih edilmektedir. Lyme'ın teşhisi ile ilgili asıl sorun bazı hastalarda devamlı negatif test sonuçları alınmasına rağmen hastalığın var olmasıdır. İşte burada doktorun uzmanlığı devreye girer. LYME HASTALIĞINDA TANI KLİNİK VERİLER IŞIĞINDA KONMALIDIR.Yani doktor sizdeki belirtileri değerlendirip gerekli tanıyı koyabilir ve testler negatif olsa bile tedaviye başlayabilir.
🌟 Aslında Borrelia bakterisinin neredeyse bir düzine türü Lyme hastalığına neden olabilmektedir ancak laboratuarlar sıklıkla sadece Borrelia Burgdorferi testi yapmaktadır. Laboratuar seçerken daha fazla türe göre tespit yapanı tercih etmekte fayda var bence.
🌟 Elisa ve Western Blot testleri Türkiye’de Düzen ve Synevo Laboratuarlarında yapılabilmektedir. Bazı testleri SSK da karşılamakta olup devlet hastanelerinde yaptırabilirsiniz. Elisa Western Blot a göre daha düşük maliyetli bir testtir. Bu nedenle hastanelerde ilk etapta Elisa bakılmaktadır. Synevo Laboratuarında lyme hastalığı testi için paket bir test sunulmuştur. Bunun içerisinde LTT Borrelia, CD57/CD8, Bartonella Henselae IgG Antikor gibi testler bulunuyor. Tabi bunları yorumlamak ve doğru yolu çizmek için doktor kısmı en kritik ve belirleyici nokta. Test yapan kuruluşlardan bir diğeri ise Almanya’da Armin Laboratuarı. Bu laboratuar kene kaynaklı hastalıkların teşhisinde akredite bir kuruluş. Kitapta bahsedilen laboratuar ise Igenex
‼ Bir diğer önemli husus lyme testi akabinde mutlaka co-enfeksiyonlar için de test yapılmalı. Çünkü lyme tedavisinin başarısı co-enfeksiyonların birlikte tedavisi ile ancak mümkün.
📌 TEDAVİ
Teşhis konulduktan sonraki kısım Türkiye’de gerçekten acılı. Çünkü dediğim gibi konunun uzmanı dr yok denecek kadar az. Ve henüz kesin çözümü bulunmuş bir hastalık değil. Amaç semptomları yok etmek ve bağışıklığı güçlendirmek olmalı. Çünkü lyme baska hastaliklara benzemiyor maalesef, çok karışık multisistemik bir enfeksiyon hastalığı.
💊 Lyme hastalığının tedavisinde sıklıkla antibiyotiklere başvurulur. Ancak Lyme tedavisinde evrensel olarak etkili tek bir antibiyotik yoktur. Kullanılacak ilacın seçimi ve dozajı birden fazla faktöre bağlı olarak her bir insan için değişir. Bu faktörler co-enfeksiyon varlığı, bağışıklık eksiklikleri, enfekte olunduğunda kullanılan bağışıklık baskılayıcılar, yaş, ağırlık, gastrointestinal fonksiyon, elde edilen kan seviyeleri ve hastanın toleransı olabilmektedir.
💊 Erken evre lyme da kitap 30 günlük bir antibiyotik tedavisinden bahsediyor. Bu süreç kimi kaynaklarda 4-8 hafta olarak geçiyor. Ancak birkaç haftalık antibiyotik tedavisi hastalığın nüksüne ve kronik evreye dönmesine yol açabilir. Oral tedavide doksisiklin, mynocycline, tetracycline, amoxisilin ve birçok diğer antibiyotik ya da bunların çeşitli kombinasyonları kullanılabilir.
💊 Antibiyotik konusunda standart bir prosedür henüz oluşturulmamıştır. Ancak ağırlık kazanan görüş uzun, yoğun ve agresif bir antibiyotik tedavisinin çoğunlukla gerekli olduğudur. Özellikle akut evrede antibiyotik tedavisi gecikmeden başlamak faydalı olabilir şeklinde belirtiliyor kitapta. Çoğunlukla antibiyotiklerden oluşan bir kombinasyonun kullanılması, damardan ilaç uygulamaları gerekli olmaktadır. Çünkü borrelia bakterisi standart hücre duvarlı halinden, hücre duvarı içermeyen forma (L-form) ve antibiyotik tedavisine dirençli kistik forma dönüşebilir. Standart antibiyotik tedavisi hücre duvarı olan forma etkilidir, L formuna ve kistik formuna etkisizdir ve bunlar kronik lyme hastasında genellikle bulunur. Bununla birlikte öğrendiğim kadarı ile yetersiz dozlar kullanıldığında veya tedavi süresi kısa tutulduğunda Lyme hastalığı tekrarlayabilmekte ve her tekrarında hastalıktan kurtulma şansı daha da azalmaktadır. Yoğun antibiyotik kullanımı zaman zaman bazı dezavantajları beraberinde getirse de hastalığın potansiyel sonuçları karşısında bu riskler daha önemsiz kalıyor mu iyi etüt edilmeli. Gerektiği şekilde uygulanan bir tedavi programı sonrasında hastadaki semptomların yok olması veya semptomlarda önemli ölçüde azalma sağlanmasının mümkün olduğu belirtiliyor. Ve bunun uzun bir süreç olabileceği de.
Antibiyotik kullanımı konusunda şu notları buraya düşmek istiyorum:
💊 Sentetik antibiyotikleri kullanmaya karar verdiğinizde şöyle bir yarışa girersiniz - antibiyotiklerin toksik etkileri sizi yakalamadan önce tüm patojenleri öldürebilir misiniz? Genellikle sentetik antibiyotiklere iyi cevap veren çok zararlı bir patojene karşı yarışı kazanmanız, sentetik antibiyotiklere çok yavaş tepki veren sinsi patojenlere(borrelia b. gibi) karşı yarışı kazanmanızdan daha muhtemeldir. Bakterinin üreme oranı onunla mücadelede önemlidir.
💊 Bir patojene karşı bir antibiyotik kullanıldığında bakterilerin çoğu ölür, ancak bir kısmı antibiyotik direnci geliştirir ve hayatta kalır. Her yeni kuşağın antibiyotik direncine sahip bireyleri, hepsinin antibiyotik direnci oluşana kadar birikir. Eğer bu dirençli bakterileri yok edecek bağışıklık sistemi bulunmuyorsa antibiyotik kullanımı faydasız olmuş denebilir. Hastalık nükseder.
💊Ayrıca uzun süreli antibiyotik kullanımı, kalın bağırsaktaki faydalı biyofilmleri parçalamaktadır. Faydalı bakteriler , ince bağırsağın ve büyük kolonun mukoza astarında biyofilm oluştururlar. Bu tür biyofilm koruyucu ve sağlıklı bir kolon için gereklidir. Antibiyotiklerin uzun süreli kullanımı bu çok önemli koruma bariyerini bozabilir. Araştırmalar, bu katmana patojen bakterilerin yerleşmesiyle bifidobakterilerin kaybedilmesinin, ülseratif kolit ve kolon kanseri gibi bağırsak hastalıklarıyla ilişkili olduğunu gösteriyor.
💊 Kitaptan çok ilgimi çeken antibiyotiklerle ilgili bir diğer bilgi, sentetik antibiyotiklerin normal hücrelerde bulunan mitokondriyi yok ettiğini belirtmesiydi. Mitokondri, yani vücudun her hücresindeki yakıt evlerinin bir zamanlar ilkel bakteriler olduğuna dair kanıtlar vardır. Bir milyar yıl önce, daha yüksek yaşam evrimleştiğinde, yüksek enerjili kapasiteye sahip ilkel bakteriler, yüksek canlıların hücreleri tarafından enerjiyi üretmek için kaçırıldı. Sonunda, tüm yüksek yaşam biçimlerinin hücrelerinin bir parçası haline gelmişler, ancak yine de bakteri benzeri özelliklerini koruyorlar. Bakteri benzeri özelliklere sahip olmak mitokondriyi birçok antibiyotik türü tarafından hasara duyarlı hale getirir. Bu, birçok insanın antibiyotik kullanımı ile yorgunluğu yaşamasının nedeni olabilir.
Lyme için gereken ciddi tedavi yöntemleri maalesef hekimlerimiz tarafınca gerektiği gibi ele alınmıyor. Hastalar da “öz-tedavi” yaparak kendi kendine hastalıkların üstesinden gelmek durumunda kalıyor.
Lyme hastalarında antibiyotik kullanımının yanı sıra apiterapi, hipertermi, ozon terapi, bitkisel destekler, homeopati, temiz beslenme, çeşitli protokoller, egzersiz kaynaklarda adı geçen ve işe yarar diğer destekleyici metotlar.
Kitapta antibiyotik tedavisinin dışında bitkisel ilaçlar ( Herbal Medicine ) etraflıca incelenmiş.
Bitkiler için yazar Dr. Bill Rawls şöyle diyor:
“Bitkiler dünyadaki diğer canlılarla aynı stres faktörlerine maruz kalırlar. Bitkiler, çok çeşitli mikrop, serbest radikal, toksin ve radyasyon da dahil olmak üzere geniş bir yelpazede tehdite karşı koruma sağlayan biyokimyasal maddelerin (fitokimyasallar) kompleks bir spektrumu üreterek bu stres faktörleri ile baş ederler. Farklı bitkiler farklı stres faktörleri altında farklı ortamlarda evrimleştiği için, bitkilerdeki fitokimyasallar oldukça değişkendir, çeşitlidir. Bitki biyokimyası da bitki için güneşten yiyecek üretir, oksijen taşır, zehirli atık bitkisini atar ve hasarı onarır.”
📌 COWDEN PROTOKOLÜ
Şimdiye kadar okuduklarımdan anladığım kadarı ile herkese uyacak tek tip bir lyme tedavisi yok. Geleneksel antibiyotik tedavisinin yanı sıra çeşitli tedavi protokolleri var. O nedenle sıklıkla karşılaştığım tedavi protokollerinden bir kaçını burada yazacağım. Bunlardan birisi Cowden Protokolü.
Cowden protokolü, Dr Lee Cowden, tarafından geliştirilen bir Lyme tedavi protokolüdür. Lyme tedavi protokolleri içinde en popüler olan kendi kendine tedavi yöntemlerinden biridir. Bu protokolde kullanılan malzemeler Lyme bakterilerinin 3 anatomik formuna hücum ederek (örn., Spiroketal, kist formu ve L-form) doksisiklinlerden daha iyi değilse de, iyi çalışan güçlü antimikrobik maddeler yoluyla kronik Lyme hastalığını tedavi etmek için çok yönlü bir yaklaşımı içeriyor. Antibiyotiklerden ve diğer bitkisel protokollerden farklı olarak, Cowden protokolü hastanın günde 4-8 kez suda birkaç damla tentür almasını gerektiriyor. Beyin, sinir sistemi, karaciğer, böbrekler, kan ve lenfatik sistem için detoksifikasyon desteği, bağışıklık modülasyonu, ağır metal uzaklaştırma, krebs döngüsü desteği ve magnezyum eksikliğine bağlı enerji desteği, fazla kükürtün uzaklaştırılması hususlarında tedaviyi amaçlar. Bu protokol için öngörülen süre 9 aylık bir tedavi.
💊 Cowden Protokolünde Kullanılan Nutramedix marka ürünler aşağıdakileri kapsar:
- Banderol-microbial defense
- Burbur-detox
- Magnesium Malate
- Parsley-detox
- Pinella-brain/nerve cleanse
- Samento-microbial defense
- Sealantro-metal detox
- Serrapeptase
- Sparga-sulphur detox
Şu linkte de Cowden Protokolüne göre dozaj şemasını ve kullanım bilgilerini bulabilirsiniz: https://www.forresthealth.com/images/pdf/cowden.pdf
📌 BUHNER PROTOKOLÜ
2005 yılında Stephen Buhner adlı bir bitki ustası tarafından tanıtılan bir lyme tedavi protokolüdür. Protokolde kullanılan bitkiler Buhner tarafından çok iyi araştırılmış ve binlerce insan Internet aracılığıyla bu protokolü izleyerek önemli fayda sağladığını bildirmiştir. Protokol üzerinde resmi bir çalışma yapılmamış olmasına rağmen, Buhner protokolünün Lyme hastalığının üstesinden gelmek için güvenli ve etkili olduğu yaygın bir bilgi haline gelmektedir. Bir hekim olan yazar Rawls da son 10 yıldır kendi kullandığı bitkisel protokol, Buhner protokolüne dayanmaktadır. Bu protokolün, kronik Lyme için güvenli ve etkili olduğunu pek çok defa deneyimlediğinden bahsediyor.
Şunlara da bir göz atın derim:
📌 HERBAL ANTIMICROBIALS (BİTKİSEL ANTİMİKROBİYALLER)
Kitapta bahsi geçen bu kısmı özellikle not düşmek istedim. Bu tür bilgilere ulaşmak hiç kolay değil. Biraz bitkilere ilginiz var ise bu başlıkları kullanarak daha detaylı araştırma yapabilirsiniz.
Gerçekten harika bir madde olan Japon knotweed (JKW) olağanüstü antimikrobiyal aktivite sunmaktadır. JKW, çok çeşitli sinsi mikroplara karşı aktiftir. Hem Lyme hastalığı hem de Mycoplasma tedavisi için birincil bitkisel antimikrobiktir. JKW ayrıca antiviral, anti-Candida (maya) ve antifungal özelliklere sahiptir. Bakteri biyofilmlerini bozduğu bulunmuştur. JKW, kan-beyin bariyerini aşan sistemik bir antimikrobik maddedir ve merkezi sinir sistemini korur. Ayrıca anti-inflamatuar ve bağışıklık fonksiyonunu destekliyor.
Bu, Lyme, Mycoplasma, fibromiyalji ve viral enfeksiyonlar için çok önemli bir genel antimikrobik maddedir. JKW, Bartonella, Mycoplasma, Candida ve virüslere karşı da koruma sağlar.
Önerilen doz: 200-800 mg Japon knotweed (% 50 trans-resveratrole standardize edilmiş) günde iki ila üç kez.
Yan etkiler: Nadiren düşük toksisite potansiyeline sahip nadir. Resveratrol kan inceltici özelliklere sahip olduğundan pıhtılaşma önleyici ilaçları da kullanırsanız dikkat edilmesi önerilir. Hamilelikten kaçının.
Andrographis, Hindistan'a özgü antiviral, antibakteriyel ve antiparazitik özellikler sunar. Lyme hastalığının tedavisinde yaygın olarak kullanılır. Lyme hastalığının ötesinde, sayısız klinik çalışma, andrografinin yaygın viral hastalıkların uzunluğunu ve ciddiyetini azaltma kabiliyetini göstermiştir. Viral hepatit B ve C ve Chlamydia'ya karşı aktivite göstermiştir. Andrograd, dizanteri için kullanılmıştır ve patojen E. coli suşlarına karşı aktivite gösterir. Ortak yuvarlak solucanlara ve tenyalara karşı aktiftir. 2011 araştırmasında andrografinin ülseratif kolit için yararlı olduğu bulundu (ilaçla karşılaştırıldığında, mesalazine). Ek avantajlar, bağışıklık arttırma ve kardiyoprotektif etkilerdir. Andrographis aynı zamanda önemli karaciğer koruma da sunar. In vivo ve in vitro çalışmalar, Andrograd'ın doğal dolaşıcı hücreleri (NK hücreleri) ve hücre aracılı bağışıklığı arttırdığını, bununla birlikte proinflamatuvar sitokinleri azalttığını doğrulamaktadır.
Mükemmel antiviral ve antibakteriyel özellikler, Lyme hastalığının tedavisinde önemlidir ve gastrointestinal restorasyon için önemlidir. Viral nüksetmeye karşı koruma sağlar.
Önerilen doz: 200-800 mg, günde iki ila üç kez% 10-30 andrografolide kadar standart hale getirin.
Yan etkiler: andrografis alan kişilerin yaklaşık % 1'inde alerjik reaksiyon oluşturabilir. Reaksiyon, bitkinin kullanımını durdurduktan sonra birkaç hafta içinde giderek azalır.
Amazon'a özgü olan kedi pençesi, inflamatuvar bozuklukların tedavisinde uzun bir geçmişi vardır. Ayrıca, Lyme toplumunda, Lyme hastalığının tedavisinde kullanılmak üzere birincil bir bitki olarak benimsenmiştir. Kedi pençesi bir bağışıklık düzenleyici olarak düşünülür, yani aşırı aktif bir bağışıklık sistemini yatıştırır (iltihaplanmayı azaltır), fakat aynı zamanda bağışıklık sistemini nasıl daha iyi çalışacaksa o yönde geliştirir. Faydaları arasında güçlü iltihap önleyici özellikler ve artrit tedavisinde tarihsel kullanım yer alır. B ve T lenfositleri, doğal katil (NK) hücreleri ve granülositleri içeren WBC'leri artırdığı bilinmektedir. Kedi pençesi ayrıca, Lyme hastalığında eksik olan, CD 57 olarak adlandırılan, doğal katil hücrenin özel bir türünü geliştirdiği biliniyor. Kedi pençesi, GI yolu için iyileştirici özellikler de göstermiştir (geçirgen bağırsakların iyileşmesi için faydalıdır).
Lyme hastalığı ve gastrointestinal restorasyon için birincil bitki. Kedi pençesi, antiprotozoaldir ve Babesia'ya karşı koruma sağlayabilir.
Önerilen doz: 400-800 mg (iç kabuk% 3 alkaloidlere veya 10: 1 konsantre iç kabuğa göre standartlaştırılmıştır) günde iki ila üç defa. Bu otu mide asidi ile harekete geçirdiği için yiyecekle birlikte alması özellikle önemlidir. Asit engelleyici ilaçlar alırsanız, kedi pençesinin değeri sınırlı olacaktır.
Yan etkiler: Ara ara mide rahatsızlığı, ancak genellikle çok iyi tolere edilir.
Yazar şöyle bir not düşmüş: Cat's Claw ile ilgili detaylı araştırma yaptığınızda, er ya da geç, "TOA içermeyen" cat's claw ın standart cat's claw a göre üstün olduğuna dair bilgiler bulacaksınız. Nutramedix şirketi tarafından üretilmiş olan Samento adlı ürününü desteklemek için bu iddia kullanılır. Ancak bu iddiayı destekleyen bağımsız bir araştırma yok. Tüm bağımsız uzmanlar, bitkisel ilaç için en iyi seçenek olarak standart kedi pençesi kullanımını desteklemektedir.
Güçlü bir sinerjisttir (diğer takviyelerin faydalarını arttırır).
Başka bir deyişle, diğer otların, özellikle de antimikrobiyal değeri olanların etkilerini artırır. Kendiliğinden güçlü antiviraldir (özellikle herpes virüslerine karşı). Ayrıca antibakteriyel ve antifungal özelliklere sahiptir. Mycoplasma ve Bartonella'ya karşı kullanılan temel takviyelerden biridir. Chinese skullcap, yatıştırıcı özellikleriyle de bilinir. Uyku uyarma işine yarayan melatonini içerir. Aynı zamanda sinir dokusu ve karaciğer fonksiyonunu da kuvvetle korur. Bu bitki bir bağışıklık düzenleyicidir yani aşırı aktif bağışıklık fonksiyonunu yatıştırır (sitokin çağlayanlarını azaltır), ancak genel bağışıklık fonksiyonunu arttırdığı anlamına gelen bir bağışıklık düzenleyici maddedir. Bazı uzmanlar, otoimmün hastalık için yararlı olduğunu düşünüyorlar.
Mycoplasma ve antiviral koruma için önemli sinerjist. Ayrıca, Chlamydia karşı kapsama alanı sağlar.
Önerilen doz: 400-1000 mg günde iki ila üç defa. Kök özütü, tercihan,>% 30 baikalin ile standartlaştırılmış, belirgin sarı renkte 3 yıllık bitki tercih edilir. (American skullcap aynı antimikrobiyal özellikleri sunmaz ve bunun yerine kullanılmamalıdır.)
Yan etkiler: Nadir, hatta yüksek dozlarda ve çoğunlukla gastrointestinaldir.
Sarımsak, kaydedilen zamanın başlangıcından beri tıbbi olarak kullanılmıştır, ancak sarımsaktaki aktif kimyasallar, allisin olarak adlandırılır ve çok uçucudır. Ezilmiş sarımsak kokusu allicindir. % 1'den azı aktif formda emilir. Bu nedenle, standart sarımsak preparatlarından elde edilen fayda oldukça değişken ve çoğunlukla minimal düzeydedir.
Tescilli bir süreçle, verimi neredeyse% 100'e yükseltmek için allisin stabilize etmek mümkündür. Stabilize allisin artık birçok şirketten temin edilebilir. Stabilize sarımsağın gram-pozitif ve gram-negatif bakterilere karşı güçlü geniş spektrumlu etkinliğe sahip olduğu ve antiviral, antifungal ve antiparazitik özelliklere sahip olduğu gösterilmiştir. Lyme hastalığı olan hastalar önemli fayda sağlamışlardır. Araştırmalar allicin'in birçok Babesia türüne karşı aktif olduğunu göstermiştir.
Kronik fungal enfeksiyonlar ve Candida (maya) için son derece yararlıdır ve MRSA enfeksiyonlarına karşı aktivite göstermiştir. Stabilize sarımsak da dikkat çekici kardiyovasküler faydalar sağlar. Kolestrolü düşürür, trombosit agregasyonunu (yapışkanlık) inhibe eder, kan akışını geliştirir, kan basıncını düşürür ve doğrudan kardiyojenik etkilere sahiptir.
Genel antimikrobiyal ve gastrointestinal restorasyon için mükemmeldir.. Antiprotozoal (Babesia) ve anti-Candida da kapsama alanındadır.
Önerilen doz: 180-1200 mg iki stabilizied allicin ürünü günde üç defa (dozaj kullanılan sarımsak preparatına bağlıdır).
🌿 SARSAPARILLA (SMILAX GLABRA, MEDICA).
Sarsaparilla Güney Amerika'ya özgüdür, ancak tıbbi yararları nedeniyle Smilax türleri dünyada yaygın olarak bilinir. Sarsaparilla'nın endotoksinleri bağladığı düşünülmektedir. Endotoksinler, patojen bakterilerin öldürülmesi sonucu oluşan kirlerdir.
Sarsaparilla ayrıca antibakteriyel ve antifungal özelliklere sahiptir. Genellikle Lyme hastalığı protokollerinde kullanılır. Geleneksel olarak sedef hastalığının tedavisinde ve diğer cilt koşullarında kullanılır. Ayrıca, sarsaparilla geleneksel olarak frenginin tedavisinde (başka bir spiroket, Borrelia gibi) kullanılmıştır. Sarsaparilla diğer bitkilerin biyoyararlanımını arttırır ve faydayı arttırır (sinerjist). Diğer yararlı özellikler, güçlü anti-inflamatuar ve antioksidan özellikleri içerir. Bağışıklık işlevini de geliştirir.
Önerilen doz: 200-1000 mg standart kök ekstraktı günde iki ila üç kez ekstrakte edin.
Yan etkileri: Nadir. Sarsaparilla genellikle iyi tolere edilir.
🌿 HOUTTUYNIA (HOUTTUYNIA CORDATA)
Hindistan ve Nepal'e özgüdür. Antibakteriyel ve antiviral özelliklere sahip sistemik antimikrobiyaldir. Ayrıca çalışmalar, anti-inflamatuar, antihistaminik / anti-alerji ve antioksidan özelliklerini göstermiştir. Houttuynia, Lyme hastalığına bağlı tüm bakteri ve virüs mikroplarını kapsar.
Yan etkileri: Balık kokusu. Aksi halde iyi tolere edilir.
Bağışıklık Modülasyonu için Adaptojenler
Adaptojenler, vücudun strese direncini arttıran maddelerdir. Adaptojenler vücudun hormonal sistemlerini denetler ve stres ile bozulan adrenal fonksiyonları normale döndürür. Yorgunluğu azaltır, normal bağışıklık fonksiyonlarını düzenler, merkezi hormon yollarını denetler ve vücudun iyileşme kapasitesini arttırırlar.
1) CORDYCEPS (CORDYCEPS SİNENSİS).
Tibet'e özgü olan Cordyceps, yılın belirli zamanlarında özel bir tırtıl üzerinde yetişen mantar türüdür(Tırtıl mantarı da denir). Tarihsel olarak, değeri altın ile aynıydı ve özellikle imparatorlar ve krallık için ayrılmıştır. Bugün, ne yazık ki, yüksek kaliteli Cordyceps kolayca yetiştirilebilir ve harika faydaları herkes tarafından kullanılabilir.
Cordyceps, bağışıklık modülasyonu ve strese karşı direnç özellikleri sunar. Mitokondriyi korur ve yorgunluğa karşı dayanıklıdır. Düzenli olarak Çinli ve Rus atletler tarafından kullanılır. Laboratuvar çalışmalarında, Cordyceps'in kalp kası oksijen tüketimini azalttığı ve aerobik aktiviteyi geliştirdiği bulundu. Geleneksel bitkisel tıbba göre, sıklıkla bir böbrek toniği olarak kullanılır. Cordyceps, özellikle NK hücrelerini ve makrofaj aktivitesini uyarır ve ayrıca hücresel bağışıklığı arttırır. Aynı zamanda inflamatuvar sitokin kaskadlarını azaltır ve bu nedenle doku hasarını azaltır.
Cordyceps antiviral ve antibakteriyel özellikler de sunar. Bartonella ve Mycoplasma'ya karşı koruma sağlar.
Önerilen doz: 1-3 gram (1000-3000 mg) mantar Tümü Cordyceps tozu veya 400-800 mg özütü (günde iki ila üç kez>% 7 Cordyceptic asit standardize edilmiştir) tercih edilir.
Yan etkiler: Hafif bulantı oluşabilir, ancak genel olarak yüksek dozlarda bile yan etkiler nadirdir. Alerjik reaksiyonlar nadirdir.
2) REİSHİ
Reishi, olağanüstü bağışıklık düzenleyici ve antiviral özelliklere sahip bir mantar, güçlü bir adaptogen. Potansiyel kanser önleme özellikleri açısından Japonya'da yoğun bir şekilde çalışılan Reishi mantarlarının çok sayıda potansiyel kanserle savaşan madde içerdiği tespit edilmiştir. Önemli immün modülasyon özellikleri sunar. Reishi, inflamatuar sitokinlerini azaltır ve aynı zamanda tehdit eden mikroplara ve mutasyona uğramış kanser hücrelerine karşı cevap geliştirir. Otoimmün yanıtların sakinleştirilmesi için yararlı olduğu düşünülmektedir. Sakinleştiricidir ve uykuyu iyileştirir. Yorulmayı önleyici özellikleri normal adrenal-kortikal fonksiyonun yeniden yapılandırılması ile ilgilidir. Önemli kardiyovasküler yararlar sağlar ve yükseklik hastalığını hafifletmek için kullanılır; dokuların oksijenlenmesini artırabileceğini düşündürür (bir çok hücre içi patojen düşük oksijenli bir ortamda gelişir, çünkü bu iyi bir şeydir). Reishi karaciğer ve kalbe karşı koruyucu.
Mükemmel antiviral ve bağışıklık düzenleyicidir.
Önerilen dozaj: 1-2 gram (1000-2000 mg) bütün mantar tozu veya 150-500 mg standartlaştırılmış özüt (en az% 20 beta glukanlar tercih edilir) günde iki ila üç kez.
Yan etkiler: Nadir görülen yan etkileri son derece iyi tolere edilir ve bilinen bir zehirliliğe sahip değildir.
"Sibirya ginsengi" olarak da bilinen eleuthero, mikrobik enfeksiyonlarla ilişkili hastalıklarla mücadele etmek ve yaşam kalitesini arttırmak için binlerce yıldır kullanılmıştır. Bağışıklık açısından amfoterik özelliktedir. Rhodiola'ya (Ek A'da bahsedilen) benzer özellikler sunar, ikisi birlikte veya birbirinin yerine kullanılabilir; Bununla birlikte eleuthero, daha güçlü antiviral ve antibakteriyel özelliklere sahiptir. Adaptogenik, eleuthero, vücudun tüm sistemlerinde stres direncini geliştirir. Normal adrenal fonksiyonu düzeltir ve stres karşısında bağışıklık fonksiyonunu normalleştirir. Radyasyona karşı koruyucudur ve karaciğer koruyucudur.
Antibakteriyel ve antiviral özelliklere sahip adaptogendir.
Önerilen doz: günde iki kez 50-20 mg bitki ekstraktı (1: 1 tentür, kökten Rus ekstraksiyonu, günde iki kez 15 damladan 1 tatlı kaşığına artırılabilir, ancak çok uyarıcıdır).
Yan etkileri: Eleuthero'nun birincil sınırlayıcı faktörü uyarıdır. Harika bir bitki olmasına rağmen, fibromiyaljisi olan çoğu insan, ondan az miktarda alabilir. Aksi takdirde, bitki iyi tolere edilir ve toksisitesi düşüktür.
📌
LYME HASTALIĞINDA BESLENME
“Your recovery cannot move forward until you restore normal digestive function // Normal sindirim fonksiyonunu yerine getirene kadar iyileşme ilerleyemez.” şeklinde bir cümle geçiyor kitapta. Her hastalıkta olduğu gibi lyme hastalığında da beslenme çok önemli. Genel hatlarıyla önerileri başlıklar halinde şöyle:
🌟 Diyet, belki de Lyme hastalığının çözümünün en önemli parçasıdır. Her şeyden önce, bu beslenme rejiminde bütün şekerin kesilmesi öneriliyor. Çay şekeri, şekerlemeler, reçeller, kola, diyet kola, şeker ile tatlandırılmış boğaz pastilleri, kurabiye, kek, krep, donuts, hamur işleri, pudingler ve benzeri şeker içeren gıdalar bu diyette bulunmuyor. Bu sebeple iyi bir etiket okuyucu olmak şart !!
🌟Nişastalar da bağırsak ve kan dolaşımında şekere dönüştüğü için bu diyette tüketimine izin verilmeyenlerden. Bu, Lyme ile savaşan bir kişinin, ekmek, erişte, makarna, pirinç, patates ya da undan yapılmış herhangi bir şeyi yememesi anlamı taşır. GLUTEN içeren gıdalara dikkat edilmeli ve glutenin bağırsaklara zarar verdiği unutulmamalıdır.
🌟Lyme hastalarının süt ve süt ürünlerini de tüketmesi önerilmiyor. Özellikle laktoz intoleransından dolayı vücut tarafından iyi tolere edilmediği, bağırsak rahatsızlıklarına sebep olabileceği belirtilmiş.Bununla birlikte, bir süt ürünü olduğu halde yoğurt ve kefir tüketmenin faydalı olduğu, çünkü antibiyotik kullanmanın neden olduğu bir maya enfeksiyonunu önlemeye yardımcı olacak iyi bakteri ve protein içerdiği belirtiliyor. Bu nedenle ev yapımı yoğurt ve kefir meyveli, vb ticari olanlara göre üstündür diye düşünüyorum.
🌟 Diğer önemli bir konu hakkında pek fazla şey duymadığımız LEKTİNLER dir. Belki de, insanların hoşuna giden, keyif aldıkları pek çok gıdayı etkiledikleri için. Çoğu beslenme kitapları ve bağırsak sağlığı kitapları lektinlerden söz etmez bile. Buna rağmen, lektinler, herhangi bir sindirim konusu olan herkesin dikkat etmesi gereken bir konudur. Lektinler, tüm bitkilerde ve bitki tohumlarında bulunan özel proteinlerdir. Bitki veya tohumları tüketen canlılara karşı caydırıcı olarak çalışırlar. Lektin zararlı mıdır sorusunun cevabı kişinin duyarlılığına, maruz kalınan lektin türüne ve doza göre değişir. Ancak lyme hastalığında bağışıklık önemlidir. Lektinin etkilerine dikkat etmek gerekir. Çünkü lektin bağırsakta bulunan hücre membranlarında bulunan karbonhidrat moleküllerine bağlanarak zarar verirler. Bu hücre zarlarını bozar ve bağırsak astarını tahriş eder.Problemli lektinlerin başlıca kaynakları şunları içerir:
- Tahıllar, özellikle buğday ve mısır
- Fasulye / bakliyat, özellikle soya fasulyesi, fasulye ve fıstık
- Badem, ceviz, kaju fıstıkları ve fıstık gibi ağaç fındıkları
- Nightshades vegetables ( domates, patates, patlıcan ve biber dahil)
- Mısır ve soya fasulyesi ile beslenen inek sütleri
🌟 Bir diğer dikkat edilmesi gereken konu da OKZALAT tır. Yüksek okzalat içeren gıdalardan bu hastalıkla mücadele süresince uzak durmakta fayda vardır. Eğer bağırsak bariyeri bozulmamışsa, okzalat önemli derecede emilmemektedir. Böbreklerden dışarı atılır. Başka bir deyişle, sağlıklı bir bağırsakta olan insanlar, oksalat açısından yüksek olan ve sorun yaşamayan gıdaları yiyebilirler. Bununla birlikte, sızdıran bağırsaklarla, büyük miktarda okzalat emilebilir. Fazla oksalat vücuttaki kalsiyum ile bağlanır, dokularda biriken keskin kristaller oluşturur. Hareket ve yorgunluk ile ilişkili kas ağrısı ve eklem ağrısı, ilişkili semptomlarla ilişkili olabilir.
📌 HERXHEİMER REAKSİYONU (THE DIE-OFF) , DETOKS VE DESTEKLEYİCİ SUPPLEMENTLER
Şimdi buraya kadar sabırla okumuş değerli okuyucu, şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere. Herxheimer reaksiyonu ya da kısaca Herx zurnanın zırt dediği yerdir.. İyileşmeden önce kötüleşme evresi de denilebilir. İlaçlar ile bakteri enfeksiyonu tedavisi esnasında görülebilen bir yan etkidir. Antibiyotiklerin yol açtığı bakteri ölümü ve bunun neden olduğu (endo)toksin salıverilmesinin, karaciğer ve böbrek detoksifikasyon kapasitesinin üzerinde bir hızda olması nedeni ile hastanın kendini kötü, beter hissetmesidir. Fazla toksin; yorgunluk, dikkat eksikliği, baş ağrısı, hipotansiyon, ağrı ve halihazırda var olan şikayetlerde artışa neden olur. Hasta tedavinin işe yaramadığı yanılgısına düşebilir. Herxheimer Reaksiyonu hasta için kötü bir deneyim olsa da aslında tedavinin işe yaradığının bir göstergesidir.
Mesele şudur ki, herx sonucu vücudunuzdaki toksinleri olabildiğince hızlı bir şekilde çıkarmanız gerekir, aksi takdirde ortadan kaldırılmak yerine vücudunuza yeniden emilir. Bu konu aslında çok kapsamlı. Ayrı bir post konusu olabilir. Ancak detoks için önerilebilecek çeşitli metotlar epsom tuzu ile ayak banyosu, sauna, kupa tedavisi, coffee enema, oil pulling, kurşunsuz kil (bentonit kili) veya aktif karbon kullanımı, toksin atan bazı besinleri tüketmek, zeytin yaprağı ekstraktı, zerdeçal ekstraktı, kişniş otu, buğday çimi, D-limonene (limon kabuğu yağı), sarımsak, soğan, yeşillikler, ilaçsız böğürtlen, çilek, yabanmersini gibi meyvelerin küçük çekirdekleri, cholerella veya spirulina gibi yüksek klorofil içeriği ile ağır metalleri bağlayan su yosunları.Sebzeler ne kadar yeşilse o kadar klorofil içerir ve o kadar çok ağır metal ve toksin temizler (ıspanak, pazı, bürüksel lahanası, brokoli, maydanoz gibi)…Sarımsak ve soğan kükürtlü bileşikler içerdiği için aynı zamanda ağır metal boşaltımına da yardımcı oluyor. Vücuttaki civa, kurşun gibi ağır metallerin uzaklaştırılması lyme tedavisinin çok önemli bir parçasıdır. Yine önlem olarak amalgam dolgu yaptırmayın, teflon, yapışmaz özellikli tavalar yerine çelik malzeme kullanın, alüminyum folyo kullanmayın, zorunlu aşılar dışında aşı yaptırmayın (her yıl grip aşısı gibi), ateş ölçerleriniz civalıysa değiştirin, civalı floresan ampülleri değiştirin, midye ve büyük balıklarda ağır metal fazla olabilir dikkatli olmak lazım, aşırı ucuz tekstil ürünlerine dikkat etmek gerekiyor rağbet etmeyin, evdeki su tesisatı da mutlaka gözden geçirilmeli.
📌 Lyme ile mücadelede ve detoks ile toksinlerin uzaklaştırılmasında infrared (kızılötesi) sauna da faydalıdır. Özellikle Lyme Hastalığına yardımcı olmak için infrared saunaları kullanma konusunda on-line çok sayıda makale bulunmaktadır. Bunlardan biri, bir diğeri için tık. Büyük olanlar ve taşınabilir kişisel infrared saunalar da var.
📌 Magnezyum: Lyme hastalığında MAGNEZYUM EKSİKLİĞİ ne karşı magnezyum takviyesi tedavinin çok önemli bir parçasıdır. Çünkü Borrelia magnezyum kullanır ve vücuttaki Mg miktarını azaltır. Refleks artışı, kas spazmları ve seğirmelere yol açabilir. Mg eksikliği hafif , orta ve şiddetli olabilir. Bir lyme hastası lyme hastalığının etraflı tedavisini uygulasa bile sonuçta Mg eksikliği düzeltilmezse iyileşme bir platoya ulaşır ve orada kalır.
📌 Epsom Salt (Epsom Tuzu) detoks üzerinde etkilidir. Özellikle kas ağrıları olanlar, Bartonella ile mücadele edenlere önerilmektedir. Ilık bir suda eritilerek ayak banyosu yapmak dahi toksinleri uzaklaştıracağı için rahatlama sağlayacaktır.
📌 C vitamini Bağışıklık sisteminizi iyileştirmek için çok gerekli bir vitamindir. Lyme tedavisi esnasında benim kaynaklarda rastladığım tavsiye günde en az 3 gram alınması yönünde. C vitamini, haplar, tozlar, içecekler, gibi birçok formda alınabileceği gibi ve lyme tedavisinde damar yoluyla da alınabileceği belirtilmiş.
C vitamini kollajen üretimi için de gereklidir. Deride, kan damarlarında, kas, eklemler, beyin ve herhangi bir yapısal dokuda bulunan kollajen, vücudu bir arada tutan şeydir.
C vitamini doğadaki en çok yönlü maddelerden biridir.Sadece güçlü bir antioksidan değil, aynı zamanda glutatyon gibi diğer önemli antioksidanları da şarj eder. C vitamini büyümeyi destekler ve vücudun her yerinde sağlıklı dokuları tutar.
Önerilen doz: Günlük iyileşme sırasında günde iki kez 500-1000 mg. Düşük dozlar, iyileşme sağlandıktan sonra tercih edilir. Askorbat (Ester C) midede daha kolaydır.
Yan etkiler: Yüksek dozlarda mide rahatsızlığı ve gevşek dışkılama. Yan etkiler ortaya çıkarsa, dozu azaltın.
📌 Milk thistle (Deve Dikeni)
Karaciğer koruması sunan en iyi bitkilerden biridir. Güney Avrupa'ya ve Kuzey Afrikaya özgü dikenli bir bitkidir. Deve dikeni, sarılık ve diğer karaciğer rahatsızlıklarının tedavisi için kendi yerinde binlerce yıldır kullanılmıştır.
Silimarin,deve dikeninin birincil aktif bileşenidir ve karaciğer hücreleri için güçlü antioksidan koruma sağlar. Karaciğer hücrelerinde bulunan doğal antioksidanları da artırır ve karaciğer hücrelerinin rejenerasyonunu indüklediği bulunmuştur. Tüm hepatoprotektif (karaciğerden koruyucu) bitkilerden en çok araştırılan ve düşük toksisite ve yüksek güvenlik ile ünlüdür.
📌 HAWTHORN (CRATAEGUS OXYACANTHA, PİNNATİFİDA).
Hawthorn en iyi kalp toniği olarak tanımlanabilir. "Tonik", belirli bir organ sistemi üzerinde genel olarak pozitif bir etkiye sahip olan bir maddedir. Kalp için, hawthorn (alıç) kriterleri yerine getiriyor. Hawthorn, kalbe kan akışını arttırır, kalp kasının kasılmalarını güçlendirir ve kan damarlarını genişleterek dolaşımı geliştirir. Bu, artan oksijenin dokulara verilmesini sağlar (CF / FMS için çok önemlidir). Ayrıca çarpıntıları azaltır ve adrenalini azaltan sakinleştirici bir etki sağlar. Ayrıca kan basıncını normalleştirir. Hawthorn, LDL kolesterolü düşürür ve Tip II diyabetiklerde hipoglisemik aktiviteye sahiptir.
Önerilen doz: 200-500 mg ekstraktı (kombine yaprak, gövde ve% 1.8 Vitexin'e göre standartlaştırılmış çiçek) günde iki kez.
Yan etkiler: Nadir. Hawthorn, uzun süreli kullanım için çok güvenlidir.
📌 Glutatyon
Glutatyon, üç amino asit olan, glutamik asit, sistein ve glisinden oluşan bir tripeptittir. Enerji üretirken mitokondriayı serbest radikal hasarından korumak için hücreler içinde önemli bir antioksidandır.
Glutatyon aynı zamanda karaciğerde faz II detoksifikasyon için de gereklidir. İn vitro ve in vivo çalışmalar, detoksifikasyon süreçlerinin, antioksidan özelliklerin ve bağışıklık fonksiyonlarının takviye edilmesinin güçlendirdiğini göstermiştir.
Glutatyon dna/rna hasarını önler. Glutatyon vücuttaki toksin temizleyici sistemin en önemli öğesidir. Ağır metaller ve diğer kimyasal toksinler normal şartlarda vücutta glutatyona bağlanmakta ve safra yoluyla ince bağırsaklara atılmaktadır.
Önerilen doz: Günde 500-1000 mg
Yazar Bill Rawls kitabında şöyle bir not düşmüştü: "Lyme hastalığına karşı mücadelemdeki bir noktada, belirgin bir baş ve el titreme geliştirdim. Günde iki kez Setria marka glutatyonun 1000 mg'ını başlattıktan sonraki 2 hafta içinde tamamen çözüldü. Aynı etki, lipozomal glutatyonda görülmedi."
📌 NAC (N-AsetilSistein).
Bir başka güçlü antioksidan olan NAC, hücrelerde glutatyon oluşması için gerekli bir bileşendir. Sitokin yığınlarını (mikroplar tarafından uyarılan enflamasyon oluşturucu taşıyıcıları) inhibe eder Ayrıca kolajen parçalanmasını da engeller. NAC akciğerlerde yoğunlaşır ve antioksidan etkileri yanında mukolitik özellikler gösterir (mukus parçalanır). Aynı zamanda biyofilmleri inhibe etmek için bir üne sahiptir. Sinir dokusunu kuvvetle korur. NAC aynı zamanda karaciğer fonksiyonunu korur. Terapötik dozlarda lipoik asit, vitamin C ve NAC'yi birleştirmek, hücrelerdeki glutatyon düzeylerini glutatyonla desteklemekten daha iyi bir hale getirecektir.
Önerilen doz: günde iki kez 500-2000 mg.
Yan etkiler: Nadir.
📌 Omega 3 Yağ Asitleri
Omega 3 yağ asitleri, vücuttaki iltihaplanmayı azaltmak ve optimum hücre zarı fonksiyonunu desteklemek için önemlidir. En iyi kan akışını sağlamak için önemli faktörler olan kolesterolün oksidasyonunu ve trombosit agregasyonunu önlerler. Balık, deniz ürünleri ve sebzeler omega-3 yağ asitlerinin iyi kaynaklarıdır, ancak supplement olarak desteklemek kanda yeterli miktarda omega 3 seviyesini sağlar. En faydalı omega-3 yağ asitleri, EPA (Eicosapentaenoic Acid) ve DHA (Docosahexaenoic Acid), sadece deniz kaynaklarından gelir. Hem balık yağı hem de krill yağı, DHA ve EPA'nın iyi kaynaklarıdır. Krill yağı, güçlü bir antioksidan olan astaksantin içerir. Keten yağı da pek çok sağlık yararları sağlarken, omega 3 kan düzeylerini yükseltmek için çok fazla miktarda keten yağı alınması gerekir.
Önerilen Doz: Moleküler damıtılmış balık yağı, 1-4 gram 1000-4000 mg / gün veya kril yağı günlük 500-3000 mg. Krill yağı, bağırsaklardan kolaylıkla emilen ve vücut tarafından daha kolay kullanılan bir fosfolipid (balık yağı gibi trigliserit yerine) olarak bulunur. Bu nedenle daha düşük dozlar gereklidir.
Yan etkileri: Omega-3 yağ asitleri kanı inceltir. Kan sulandırıcıları kullanıyorsanız veya kanama veya pıhtılaşma bozukluğunuz varsa doktorunuzla balık ya da krili yağı takviyeleri almayı danışın. Kabuklu deniz hayvanları veya balık alerjileri varsa krill veya balık yağı takviyeleri kullanmaktan kaçının.
📌 Koenzim Q10 (CoQ10).
CoQ10, hücresel enerji üretiminin vazgeçilmez bir bileşenidir. CoQ10, mitokondriada enerji üreten makinelerin önemli bir bileşenidir. CoQ10 takviyesi, özellikle kalpte olduğu gibi yüksek enerjiye ihtiyaç duyan organlarda mitokondriyi canlı tutmanın bir başka yoludur. CoQ10, mitokondriayı koruyan güçlü bir antioksidandır; hücre ve mitokondriyal zarın serbest radikal hasarını da engeller. Vücuttaki en yüksek CoQ10 konsantrasyonları kalp, karaciğer, böbrekler ve pankreasta bulunur. CoQ10 özellikle kalp kasının koruyucu özelliktedir.
Önerilen doz: günde iki kez 20-100 mg.
Yan etkiler: Nadir.
📌 D Vitamini
"Güneş ışını vitamini" sadece sağlıklı kemiklerden daha fazlası için önem taşır. D vitamini, vücuttaki çok fazla işlevin gerçekleşmesi için gereklidir ve normal bağışıklık fonksiyonu için şarttır. D vitamini, güneşin UV ışınlarına maruz kalındığında deride yapılır. Çoğu kişinin güneşe maruz kalma oranının düşük olması nedeniyle (ya da D vitamini üretimini bloke eden güneş kremi kullanması nedeniyle) düşük D vitamini seviyeleri sık görülür.
Saat sabah 10 ile akşam 2 arasında, günde 30 dakika ila bir saat arasında kollara, göğüste ve yüze güneş kremi olmaksızın tam güneşe maruz kalmak D vitamini düzeylerini korumak için yeterlidir. Yaşlanma ve kronik hastalık da vücudun güneş ışığından D vitamini üretme kabiliyetini olumsuz olarak etkilemektedir. D vitamininin en iyi kaynağı güneş ışığı olmasına rağmen, takviye genellikle gereklidir.
Özellikle kış aylarında, yeterli seviyeleri korumanın tek yolu takviyelerdir. Güney bölgelerde yaşayan insanlar genelde günde 1000-2000 IU'ya ihtiyaç duyarken, kuzey bölgelerinde çoğu zaman 4000 IU veya daha fazla gerekir. Koyu tenli insanlara genellikle daha fazla miktarda D vitamini gerekir. Vitamin D3 tercih edilen takviye şeklidir. D vitamini seviyelerinin yeterli olup olmadığını öğrenmenin en iyi yolu, düzenli olarak kontrol edilen kan seviyelerine sahip olmaktır; yaklaşık her 6 ayda bir idealdir. > 40 ng / ml seviyesini hedefleyin.
İNFLAMASYONU ENGELLEMEK
İlginçtir, birçok şifalı ot, COX-2'yi inhibe ederek iltihaplanmayı azaltır. En çok üzerinde çalışılanlardan biri Zerdeçal, Hint körisini oluşturan baharattır. Zerdeçalin ana bileşenini oluşturan Curcumin, güçlü antienflamatuar özelliklere sahiptir. COX-2 enziminin oluşumunu inhibe eder (bir ilaç gibi bloke etmesinin aksine, bu nedenle NSAID ilaçları kadar hızlı çalışmaz) , ancak COX-1'i etkilemez. Zerdeçalde bulunan diğer maddeler, diğer inflamasyona sebep olan mesajcıları bloke eder. Bu sinerjik etki nedeniyle, zerdeçal doku iltihaplarını azaltmakla kalmaz, aynı zamanda mide ülserlerini iyileştirir ve kardiyovasküler olay riskini azaltır!
Zencefil ailesinin bir üyesi olan zerdeçalın (Curcuma longa) artritik koşullar için kullanımının uzun bir geçmişi vardır. Araştırmalar aynı zamanda zerdeçengin güçlü anti-kanser ve anti-demans özelliklerine sahip olduğunu gösteriyor. Hindistan'daki insanların çok fazla zerdeçal tüketmesi oradaki düşük kanser ve demans oranlarının sebebini açıklıyor. Zerdeçal ilave edilmiş yemek yemek, bu bitkinin olağanüstü faydalarını elde etmenin bir yoludur, ancak smoothilerinize bir çay kaşığı zerdeçal tozu ekleyebilir veya beslenme takviyesi olarak da alabilirsiniz. Standartlaştırılmış bir zerdeçal ekstraktının ortalama dozu günde iki defa 200-500 mg'dır (kullanılan özütün türüne bağlı olarak).
Zerdeçal, elbette, anti-inflamatuar özellikler sahip COX-2 bloke eden tek bitki değildir. Benzer özelliklere sahip diğer bitkiler arasında Boswellia ve Şeytan Pençesi (Devil's Claw) bulunur. Doğal topraklarında Hindistan günlüğü olarak bilinen Boswellia serrata artritik hastalıkların tedavisinde binlerce yıldır kullanılmaktadır (günlük 150-300 mg standart ekstrakt) . Güney Afrika'ya özgü olan şeytan pençesi (Harpagophytum procumbens) artritik durumların ve bel ağrısının tedavisinde uzun süredir kullanılmaktadır. Bitki ismini, bitkinin meyvesini kaplayan kanca benzeri uzantılardan alır, ancak ilaç olarak kullanılan kısmı köküdür (günlük 100-200 mg standart ekstrakt).
Kolajeni Yeniden Yapılandırma
Kronik Lyme hastalığında inflamasyondan etkilenen birincil dokular arasında eklemler, ligamentler, kas, beyin, gözler, deri ve kalptir. Bu dokuların ortak yanı kollajendir. Kollajen vücuttaki en bol proteindir. Bizlerin vücudunu bir arada tutan şey budur. KoLlajen olmadan, yerde bir su birikintisi olurduk :)
Eklemlerdeki kıkırdak kollajenden yapılır. KoLlajen ayrıca kalp ve iskelet kasında bulunur. Kemiklere destek sağlar. Cilt kolajen iplikleriyle tutunur. Kollajen, göz dokusunun önemli bir bileşenidir. Beyin kolajen tarafından tutulur. Kollajen aynı zamanda kan damarlarının da önemli bir bileşenidir.
Kollajen, Borrelia ve Mycoplasma gibi sinsi mikropların başlıca hedefidir.
Kollajeninizin korunması iyileşmenizin ilerlemesinde temel şarttır.
Sağlıklı bir diyet benimsemek, kollajeninizi korumanın en iyi yollarından biridir. Sağlıklı gıdalar iltihaplanmayı azaltır ve sağlıklı kollajeni yeniden yapılandırmak için besin maddeleri sağlar. Kale (bizde pancar) ve diğer kotu yeşil yapraklı sebzeler, salatalıklar, somon, sardalya, yumurta, kereviz ve zeytin, vücuttaki kollajenin korunması için özellikle faydalı olan birkaç gıdadır.
Kemik suyu, kollajeni destekleyen en son moda besinlerden biridir. Kemik suyu, kıkırdağın yeniden yapılandırılması için gerekli tüm malzemeleri sağlar. Temel bir tarif sığır, domuz, tavuk veya kuzu etinin büyük kemik ve yüksek kollajen et parçaları (kemik iliği, eklem, ayak); Kereviz, havuç ve soğan gibi sebzeler; Ve tuz, biber, otlar ve sarımsak gibi çeşniler ile birleştirilir. Büyük ve yavaş yavaş pişecek bir ocağa yerleştirin ve 24-48 saat kaynatın. Bol su ekleyin. Birçok restoran şimdi kemik suyu üretiyor ve önceden hazırlanmış kemik suları pek çok markette bulunabiliyor. Kemik suyu, bağırsakların iyileşmesi için de mükemmeldir.
Kemik suyu hazırlamadaki bu kadar sıkıntıya gitmek istemiyorsanız, jelatin yemek, diyetinize fazladan bir kollajen eklemenin en kolay yoludur. Great Lakes Collagen Hydrolysate, taze çim ile beslenen ineklerden elde edilen, temin edilebilecek bir jelatin markasıdır. Ekstra kollajen takviyeleri de edinebilir. NeoCell Collagen ve BioCell Collagen, en tanınmış markalardır. Tavsiye edilen doz günlük 6000 mg kadar kollajen tozunun smoothie ye karıştırılması şeklindedir.
Silikon, kollajen üretimi için bir başka gerekli bileşendir. Miyelin sinir kılıflarının onarımı için de önemlidir. Doğal silikon ottan, at kuyruğundan alınabilir. Silikon ayrıca stabilize ortosilik asit olarak da elde edilebilir. Bu supplement sıvı halde elde edilir ve günde yaklaşık 20 damla dozlanır. Ayrıca smoothielere eklenebilir.
Kollajen ve eklem fonksiyonunu desteklemek için alabileceğiniz tüm takviyelerin dışında, glukozaminin başarısı kanıtlanmıştır. Glukozamin, proteoglikanlar için pürüzsüz ve kaygan bir ortak astar için gerekli olan bir öncüdür. Ayrıca kollajen sentezini de uyarır. Glukozamin, glutamin amino asidi ile kombine edilmiş bir glikoz molekülü tarafından oluşturulur. Yaşla birlikte, normal glikozamin sentezi azalır. Bu artrite katkıda bulunan bir faktör olabilir. Önerilen glukozamin dozu günde iki defa 500-750 mg'dır.
📌 Aşağıdaki tablo Lyme tedavisinde başarılı bazı takviyeleri listeliyor.Benim sevdiğim bir tablo:
📌 Unutmayın, eğer lyme ve onunla ilişkili hastalıklar ile mücadele ediyorsanız kendinizi eğitmek zorundasınız. Facebook’ da konu ile ilgili çok faydalı gruplar var. Bunlardan bazıları:
📌 Gelelim yeniden kitaba; bu kitap oldukça iyi düşünülmüş ve organize edilmiş. İçeriği ve bilgiyi toplamak için harcadığı çaba taktire şayan. Kronik lyme'den kurtulmak ve bağışıklık sistemini desteklemek için pratik adımlarla dolu. Bu kitapta, kendi başına ne kadar çok şey yapabileceğinizi ve farkında olmayabileceğiniz çevresel ve diğer stres kaynaklarının etkisini öğreneceksiniz. Ayrıca, iyileşmek için sadece patojenleri öldürmenin neden yeterli olmayacağını etraflıca anlatıyor.
Canımız yanmadan bir olayı umursamamak milletçe en belirgin özelliklerimizden biri. Ne kuş gribinden çekiniyoruz, ne radyasyonlu çaydan korkuyor, ne AIDS için gereken önlemleri almayı akıl ediyoruz. Nasıl oluyorsa içimizde bir bana bişey olmaz dürtüsü var. O nedenle ciddi bir kitle de küçücük bir keneyi hiç kaale almıyor.
Neyse bu uzun yazıyı Fareler ve İnsanlar’dan lyme ile mücadeleye çok uygun bir alıntı ile kapatalım:
“It’s just a constant battle: me against my body; my passions and my dreams and what I want to do with my life, against what I’m physically able to do.//Bu tam olarak uzun sürecek bir savaş: bedenime ; tutkularım ve düşlerime ve hayatımla yapmak istediğim şeylere karşı, fiziksel olarak yapabileceğim şeylere karşı.”
Ve şunu hiç unutmayın: Hayatınızda hiç kene görmeseniz bile LYME hastası olabilirsiniz.
O nedenle bu konuda bilgilenmek ve çevremizi de bilinçlendirmek zorundayız. Ayrıca bir arkadaşınızı veya bir aile üyesini Lyme Hastalığını ile mücadelesinde anlamanız ve desteklemeniz, iyileşmelerine ve tedavilerinde başarılı bir sonuç elde etmelerine çok fayda sağlayacaktır. Büyük bir hastalığa karşı savaşan biri, ne olursa olsun, desteklenen, sevilen ve ilgilenilen biri olduğunu hissetmek ister.
Hafta sonu yaklaşırken pikniğe gidecekler umarım kene konusundaki bu bilgilere göre gereken koruyucu önlemleri alırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.