Yeniden Merhaba,
İstatistiki olarak mayıs ayında gönderilerim azalmış ama bunu uzuun upuzun bir gönderi hazırlayarak telafi edeceğim😊
Bugünkü gönderimin konusu ülkemizde fonksiyonel tıp ateşini yakan, insanları bu yaklaşımla adım adım tanıştıran, doktorları eğiten, hem tıp camiası hem de toplum ile bağ kurup bunlar arasında adeta bir köprü oluşturarak sesini duyurmayı başaran, bana göre Türkiye’nin Mark Hyman ayarındaki hekimi Mustafa Atasoy’un 2. Kitabı Menopoz Öncesi - Sonrası Hormon un incelemesi.
İstatistiki olarak mayıs ayında gönderilerim azalmış ama bunu uzuun upuzun bir gönderi hazırlayarak telafi edeceğim😊
Bugünkü gönderimin konusu ülkemizde fonksiyonel tıp ateşini yakan, insanları bu yaklaşımla adım adım tanıştıran, doktorları eğiten, hem tıp camiası hem de toplum ile bağ kurup bunlar arasında adeta bir köprü oluşturarak sesini duyurmayı başaran, bana göre Türkiye’nin Mark Hyman ayarındaki hekimi Mustafa Atasoy’un 2. Kitabı Menopoz Öncesi - Sonrası Hormon
Sizlerle bu kitaba dair izlenimlerimi,
notlarımı paylaşacağım. Şimdi belki bazılarınız lyme bloğunda tutup neden bu konudan
bahsettiğimi düşünüyor olabilirsiniz. Ya da başlığı görünce Menopoz mu hormon mu ne alaka gibi bir düşünce belki aklınıza
gelmiştir. Ama değil işte. Adı ne olursa
olsun hastalıklar hormonlarla pekala alakalı hem de epey alakalı. Ama daha da
önemlisi bloğun yaşayan bir sistem olması. Yani benimle beraber yaşayan bir
sistem. Benimle evrilen, benimle büyüyen ve benim istediğim yönde şekillenen ya
da bana göre şekillenen okuduklarımla öğrendiklerimle beslenen bir sistem olması.
En son söyleyeceğimi en başta
yazarak kitaba bir giriş yapmak istiyorum aslında.Çünkü eminim ki uzunluğundan dolayı nadir okuyucu bu gönderiyi sonuna kadar okuyabilecek. Bu kitabı kadın erkek fark etmez okur ise hayatına katkı sağlamış
olur. Her şeyden önce vücudunda bulunan hormonların çalışma sistematiği hakkında fikir sahibi olmak, onlara hak ettiği değeri vermek ve
üzerine düşünmek açısından ciddi katkı sağlayacaktır. Çünkü hormonlar
sağlığımızı korumak veya kaybetmek söz konusu olduğunda ciddi rol sahibiler. Bunun haricinde kadın sağlığı, menopoz süreci, meme kanseri hakkında nokta atış bilgiler içeriyor. Kitabın fiyatı yaklaşık 30 TL
kadardı sanırım düşünüyorum da o paraya bu bilgileri satın almış olmak gerçekten süper. Ayrıca sadece bütün gün boyunca sosyal medyadan sığ ve anlık okumalardan ibaret hale gelen sözüm ona bilgilenme sürecinin kırılması için de bu tür sağlık kitaplarını elimize alıp altını çize çize not ala ala okumak iyidir.
ANCAK HORMON REPLASMAN TEDAVİSİ PLANLAR İSENİZ BU TEDAVİDE DOKTOR SEÇİMİNE DİKKAT EDİN. FONKSİYONEL TIP EĞİTİMİ ALMIŞ HERHANGİ BİR BRANŞTA DR YERİNE FONKSİYONEL TIP EĞİTİMİ ALMIŞ KADIN DOĞUM UZMANI SEÇMENİZİ ÖZELLİKLE ÖNERİRİM.
ANCAK HORMON REPLASMAN TEDAVİSİ PLANLAR İSENİZ BU TEDAVİDE DOKTOR SEÇİMİNE DİKKAT EDİN. FONKSİYONEL TIP EĞİTİMİ ALMIŞ HERHANGİ BİR BRANŞTA DR YERİNE FONKSİYONEL TIP EĞİTİMİ ALMIŞ KADIN DOĞUM UZMANI SEÇMENİZİ ÖZELLİKLE ÖNERİRİM.
Dr. Mustafa Atasoy bu kitabında
aslında pek çok ezberi bozmayı amaçlamış ve bunu da başarıyor. Bunlardan bir tanesi
bizler yaşlandığımız için, yaşlanmanın
bir sonucu olarak hormonlarımızın düştüğünü düşünür ve kabulleniriz. Oysa
Dr Mustafa Atasoy hormonların düşmesinin yaşlanmanın
bir sonucu olmaktan çok bir nedeni
olduğunu üzerine basarak vurguluyor.
Yine ezber bozduğu konulardan bir tanesi insanların zannettiğinin aksine cinsiyet hormonlarının tek görevinin seks olmadığını işliyor kitabı boyunca. Beyinden kemiğe, kemikten kalbe, tüm vücutta görev almadıkları bir hücre, bir organ olmadığını öğreniyoruz sayesinde.
Diğer yandan "hormonlara müdahale etmeyin ve bu sistemi doğal akışına bırakın" diyen bakış açısını mercek altına alıyor. İnsanlığın milyarlarca yıllık tarihinde kadının nasıl evrildiğini, artık modern kadınların eskisi gibi 16-20 yaşlarında anne olmadığını, anne olma yaşının 40 lı rakamlara sarkan bir sürece dönüştüğünü, oysa bundan 150 yıl kadar öncesinde doğal olan kadın ömrünün zaten ancak 45-50 yıl kadar olduğunu, doğal olan sistemde aslında çok da menopoz sonrası dönem diye bir süreç olmadığını aktarıyor. E çok haklı değil mi doğal akışına bırakırsak işleri demek ki doğal olarak türümüzü devam ettiremeyeceğimiz için sahneyi gençlere bırakıp doğal seleksiyona uğramak kaçınılmaz. Yani özetle diyor ki doğal olmayan bir şekilde uzun ve sağlıklı yaşamak istiyorsunuz ama bu doğal olmayan isteğinizi hormonlara müdahale etmeden, dibe vuran hormon seviyeleriniz ile doğaya bırakarak gerçekleştirmeniz ütopik olur.
Yine ezber bozduğu konulardan bir tanesi insanların zannettiğinin aksine cinsiyet hormonlarının tek görevinin seks olmadığını işliyor kitabı boyunca. Beyinden kemiğe, kemikten kalbe, tüm vücutta görev almadıkları bir hücre, bir organ olmadığını öğreniyoruz sayesinde.
Diğer yandan "hormonlara müdahale etmeyin ve bu sistemi doğal akışına bırakın" diyen bakış açısını mercek altına alıyor. İnsanlığın milyarlarca yıllık tarihinde kadının nasıl evrildiğini, artık modern kadınların eskisi gibi 16-20 yaşlarında anne olmadığını, anne olma yaşının 40 lı rakamlara sarkan bir sürece dönüştüğünü, oysa bundan 150 yıl kadar öncesinde doğal olan kadın ömrünün zaten ancak 45-50 yıl kadar olduğunu, doğal olan sistemde aslında çok da menopoz sonrası dönem diye bir süreç olmadığını aktarıyor. E çok haklı değil mi doğal akışına bırakırsak işleri demek ki doğal olarak türümüzü devam ettiremeyeceğimiz için sahneyi gençlere bırakıp doğal seleksiyona uğramak kaçınılmaz. Yani özetle diyor ki doğal olmayan bir şekilde uzun ve sağlıklı yaşamak istiyorsunuz ama bu doğal olmayan isteğinizi hormonlara müdahale etmeden, dibe vuran hormon seviyeleriniz ile doğaya bırakarak gerçekleştirmeniz ütopik olur.
Hormonal sistemi doğal akışına
bırakmak gerektiğini savunan kitlenin gerekçesi ise hormon tedavisinden korkması. Yani bir nevi hormonofobi. Hormon mu, aman
ha, kanser yapar, beyinde pıhtı attırır gibi korkular hakim hem doktorlar
hem hastalar arasında. Bu korkunun sebebinin ise hormon replasman tedavisinde
kullanılan hormonların insan hormonlarından çok farklı olan sentetik hormonlar diğer tabirle
hormonsular ya da Frankenstein hormonlar olması olduğunu öğreniyoruz kitabı okudukça.
Mustafa Atasoy’un bu kitabında
anlattığı ve önerdiği aslında hormon replasmanı değil, önerdiği metot
biyoözdeş hormon replasmanı. Yani
kadının vücudunda eksilen estrojen, progesteron ve hatta testosteron hormonunun
tamamen kadının hormonları ile birebir uyumlu biyoözdeş hormonlar ile
takviyesi.
Kadının fizyolojisine ve tabiata uygun hormon tedavisini ıskalayan kadınları bekleyen temel sorunlar ne mi
dersiniz sayayım: kemik erimesi, adale
kaybı, hafıza sorunları, vajinal kuruluk ve atrofi, cinsel istek kaybı, idrar
kaçırma, kilo alma, uyku sorunları, depresyon, artmış diyabet riski, kalça ve
omurga kırıklıkları, artan kırışıklıklar, enfarktüsler, migren, alzheimer
ve daha satır aralarında değinilen ve bilimsel makaleler ile atıfta bulunulan
pek çok sık rastlanan hastalık. Ancak kitabın esas odağı hastanın sıcak basması, terleme gibi menopozal semptomlarını hafifletmek değil. Bunlara dair öneriler içerse de daha ziyade beyin, kalp ve kemik olmak üzere organların baş aşağı gitmesinin önüne geçmek, meme kanseri başta olmak üzere hormonla ilişkili kanserlerin oluşmasını elden geldiğince engellemek konusunda rehberlik etmek. Bu sebeple hele ki ailesinde meme/rahim kanseri öyküsü olanlar her satırı çok dikkatli okumalı ve bu kitabın rehberliğinde kendi kontrol süreçlerinde bütüncül takip sağlayacak bir doktor belirlemeli ve yol haritasını oluşturmalı.
1950 li yıllarda kadınların menopoz sonrası semptomlarını azaltmak için hormon replanman tedavisinin ilk adımları atılmış. Ancak o dönemlerde kadın hormonlarının seksüel organlar dışındaki organlar ile bağlantısı henüz bilinmiyormuş. Uygulanan tedavi de hormon replasman tedavisinden çok estrojen replasman tedavisiymiş ve bu amaçla sentetik olarak üretilmiş olan Premarin adı verilen estrojen hapı kullanılmış. Tabi ki Premarin içerisindeki sentetik estrojen kadın vücudunun milyonlarca yıl aşina olduğu estrojenden farklı, hormonsu tabir edilen bir madde. Daha da vahimi 1975 lere gelindiğinde sadece estrojen verilen , progesteron verilmeyen bu kadınların binlercesinde rahim kanseri ortaya çıkmış. Bunun üzerine sentetik estrojenin yanına bir de sentetik progesteron ilave ederek ikinci bir yaşamsal hata yaptılar. Çünkü bu progesteron da kadın doğasına uygun olmayan, Frankenstein olarak tabir edilen MPA (medroksiprogesteronasetat) formunda idi. Peki neden doğal hormon yerine sentetik hormon kullandılar sorusunun cevabının PARA olduğunu da okudukça öğreniyoruz. Şöyle ki tıp camiasında doğada kendiliğinden bulunan maddeler için (misal zerdeçal, magnezyum, nar özütü vb..) PATENT alınamıyor. Patent alınamayan bir ürün için de para-zaman harcayıp kanıt sağlamak için kimse bilimsel çalışma yapmaya yanaşmaz. Çünkü patentini alamayacağı bu ürüne masraf edip de bilimsel çalışma yaparsa bu çalışma sonuçlarından yararlanarak herkes bu ürünü rahatça satar.Günümüzün gerçeği bu. Yani malesef bilimsel araştırmaların %80 ininin finansörü de ilaç firmaları. Hormon replasmanında sentetik estrojen yanında sentetik progesteron verilmesi durumunda evet rahim kanseri görülmedi bunun önüne geçebildiler ama bu seferde meme, beyin ve kalpte işler o kadar da yolunda gitmedi. Bu sentetik Estrojen + MPA hormonları üreten ilaç firması Wyeth (sonra Pfizier satın aldı) hormon satışlarını arttırmak için çok büyük bir klinik çalışma yaptırmak istedi.Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsünün organize ettiği kitapta sıkça WHI olarak anılan bu çalışmaya Wyeth ilaç firması finansal destek sağladı.
WHI (Women's Health Initiative) çalışması kadınların kaderini değiştirmiş başarısız bir çalışmadır. Amerikada 40 ayrı merkezde, 27.327 kadın dahil edilerek,8,5 yıl sürmesi planlanarak yapılmıştır. Amaç menopoz sonrası kadınlarda estrojen ve progesteron yerine konması ile menopoz sonrası yaygın olan kemik erimesi, kalp hastalığı,bunama sorunlarının önüne geçmekti. Ancak çalışmanın yanlış planlanması, kadın doğasına uygun olmayan yanlış sentetik hormon seçimleri (insan estrojeni yerine at estrojeni, gerçek progesteron yerine Frankenstein progestin) , seçilen hormonların ağızdan verilmesi, sonuçların sansasyonel şekilde duyurulması vb nedeni ile tam bir fiyasko olan bu çalışma nedeni ile 2002 yılına kadar menopoza giren her kadına önerilen hormon replasmanı bu çalışmadan sonra hiç bir kadına önerilmemeye başlanmış. Çünkü yapılan değerlendirmelerde bu çalışmanın 5. yılında uygulanan hormon tedavisinin eksilerinin artılarından fazla olduğu görülmüş ve çalışma sonuçları çok da iyi değerlendirilmeden alelacele sonlandırılmıştır. Sentetik Hormon tedavisi gören kadınlarda meme kanserinde, kalp krizlerinde, akciğerde pıhtı ve felçlerde, depresyonda, eklem ağrılarında, idrar kaçırmalarda artış gözlendiği düşünülerek alelacele basınla paylaşılarak kamuoyuna duyuruldu. Sonuç olarak bu başarısız WHI çalışmasıyla hormon replasmanı karalanmıştır. İnsanlarda hormon tedavisine karşı ön yargı ve korku oluşmuştur. Kimse bu ortamda hormon tedavisine elini sürmek istememiştir. Bu nedenle peri-menopoz (menopoz öncesi) ve post-menopoz (menopoz sonrası) pek çok kadın doğru hormon tedavisinden mahrum kalarak gereksiz yere kalp ve damar hastalıkları, diyabet, felç, bunama, meme kanseri vb nedeni ile daha erken yaşta hayatlarını kaybetmiştir. Oysa doğru biyoeşdeğer hormon tedavisi alsalar normal bir şekilde hayatlarına devam edebileceklerdi. Siz her yönü ile anlamak için mutlaka kitabı okuyun ben burada kısaca bahsettim.
Bildiğiniz gibi tiroid vb hormon kullanımını gerektiren hastalıklarda kandaki hormon seviyeleri düzenli aralıklarla takip edilir buna göre ilaç dozajı azaltılır ya da arttırılır.Bu ölçümlerin düzenli takip edilmediği düşünülemez bile. Bu sentetik çakma estrojen - progesteron hormonlarının kullanılmasının en sıkıntılı yönlerinden bir diğeri ise bu hormonsuların yapılarının vücudun kendi kadınlık hormonlarından farklı olması nedeniyle kandaki düzeylerinin laboratuvar cihazları ile ölçülememesi. Bu sebeple de kullanılan miktar konusunda doz ayarlaması yapılamaması. Günümüzde milyonlarca kadın polikistik over, adet düzensizlikleri, menopoz, doğum kontrolü vb sebepler ile kullandıkları haplar ile estrojen ya da progesteron hormonu alıyor ve maalesef ki hiç bir şekilde bu hormonların kan düzeylerindeki değişim takip edilemiyor. Çünkü oldukça yüksek dozda hormon kullanılmasına rağmen laboratuvarda yapılacak estrojen ve progesteron ölçüm sonuçları değişmiyor. Gerçek insan hormon moleküllerini ölçebilen bu cihazlar maalesef ki bu hormon taklitlerini tanımıyor. Bu şu demek oluyor herkese aynı dozda aynı hap reçete ediliyor. Yani 38 yaşında erken menopoza giren bir kadına 55 yaşında menopoza giren kadınla aynı dozda aynı içerikte hormon tedavisi uygulanıyor. Olayın vahametini siz düşünün artık.
1950 li yıllarda kadınların menopoz sonrası semptomlarını azaltmak için hormon replanman tedavisinin ilk adımları atılmış. Ancak o dönemlerde kadın hormonlarının seksüel organlar dışındaki organlar ile bağlantısı henüz bilinmiyormuş. Uygulanan tedavi de hormon replasman tedavisinden çok estrojen replasman tedavisiymiş ve bu amaçla sentetik olarak üretilmiş olan Premarin adı verilen estrojen hapı kullanılmış. Tabi ki Premarin içerisindeki sentetik estrojen kadın vücudunun milyonlarca yıl aşina olduğu estrojenden farklı, hormonsu tabir edilen bir madde. Daha da vahimi 1975 lere gelindiğinde sadece estrojen verilen , progesteron verilmeyen bu kadınların binlercesinde rahim kanseri ortaya çıkmış. Bunun üzerine sentetik estrojenin yanına bir de sentetik progesteron ilave ederek ikinci bir yaşamsal hata yaptılar. Çünkü bu progesteron da kadın doğasına uygun olmayan, Frankenstein olarak tabir edilen MPA (medroksiprogesteronasetat) formunda idi. Peki neden doğal hormon yerine sentetik hormon kullandılar sorusunun cevabının PARA olduğunu da okudukça öğreniyoruz. Şöyle ki tıp camiasında doğada kendiliğinden bulunan maddeler için (misal zerdeçal, magnezyum, nar özütü vb..) PATENT alınamıyor. Patent alınamayan bir ürün için de para-zaman harcayıp kanıt sağlamak için kimse bilimsel çalışma yapmaya yanaşmaz. Çünkü patentini alamayacağı bu ürüne masraf edip de bilimsel çalışma yaparsa bu çalışma sonuçlarından yararlanarak herkes bu ürünü rahatça satar.Günümüzün gerçeği bu. Yani malesef bilimsel araştırmaların %80 ininin finansörü de ilaç firmaları. Hormon replasmanında sentetik estrojen yanında sentetik progesteron verilmesi durumunda evet rahim kanseri görülmedi bunun önüne geçebildiler ama bu seferde meme, beyin ve kalpte işler o kadar da yolunda gitmedi. Bu sentetik Estrojen + MPA hormonları üreten ilaç firması Wyeth (sonra Pfizier satın aldı) hormon satışlarını arttırmak için çok büyük bir klinik çalışma yaptırmak istedi.Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsünün organize ettiği kitapta sıkça WHI olarak anılan bu çalışmaya Wyeth ilaç firması finansal destek sağladı.
WHI (Women's Health Initiative) çalışması kadınların kaderini değiştirmiş başarısız bir çalışmadır. Amerikada 40 ayrı merkezde, 27.327 kadın dahil edilerek,8,5 yıl sürmesi planlanarak yapılmıştır. Amaç menopoz sonrası kadınlarda estrojen ve progesteron yerine konması ile menopoz sonrası yaygın olan kemik erimesi, kalp hastalığı,bunama sorunlarının önüne geçmekti. Ancak çalışmanın yanlış planlanması, kadın doğasına uygun olmayan yanlış sentetik hormon seçimleri (insan estrojeni yerine at estrojeni, gerçek progesteron yerine Frankenstein progestin) , seçilen hormonların ağızdan verilmesi, sonuçların sansasyonel şekilde duyurulması vb nedeni ile tam bir fiyasko olan bu çalışma nedeni ile 2002 yılına kadar menopoza giren her kadına önerilen hormon replasmanı bu çalışmadan sonra hiç bir kadına önerilmemeye başlanmış. Çünkü yapılan değerlendirmelerde bu çalışmanın 5. yılında uygulanan hormon tedavisinin eksilerinin artılarından fazla olduğu görülmüş ve çalışma sonuçları çok da iyi değerlendirilmeden alelacele sonlandırılmıştır. Sentetik Hormon tedavisi gören kadınlarda meme kanserinde, kalp krizlerinde, akciğerde pıhtı ve felçlerde, depresyonda, eklem ağrılarında, idrar kaçırmalarda artış gözlendiği düşünülerek alelacele basınla paylaşılarak kamuoyuna duyuruldu. Sonuç olarak bu başarısız WHI çalışmasıyla hormon replasmanı karalanmıştır. İnsanlarda hormon tedavisine karşı ön yargı ve korku oluşmuştur. Kimse bu ortamda hormon tedavisine elini sürmek istememiştir. Bu nedenle peri-menopoz (menopoz öncesi) ve post-menopoz (menopoz sonrası) pek çok kadın doğru hormon tedavisinden mahrum kalarak gereksiz yere kalp ve damar hastalıkları, diyabet, felç, bunama, meme kanseri vb nedeni ile daha erken yaşta hayatlarını kaybetmiştir. Oysa doğru biyoeşdeğer hormon tedavisi alsalar normal bir şekilde hayatlarına devam edebileceklerdi. Siz her yönü ile anlamak için mutlaka kitabı okuyun ben burada kısaca bahsettim.
Bildiğiniz gibi tiroid vb hormon kullanımını gerektiren hastalıklarda kandaki hormon seviyeleri düzenli aralıklarla takip edilir buna göre ilaç dozajı azaltılır ya da arttırılır.Bu ölçümlerin düzenli takip edilmediği düşünülemez bile. Bu sentetik çakma estrojen - progesteron hormonlarının kullanılmasının en sıkıntılı yönlerinden bir diğeri ise bu hormonsuların yapılarının vücudun kendi kadınlık hormonlarından farklı olması nedeniyle kandaki düzeylerinin laboratuvar cihazları ile ölçülememesi. Bu sebeple de kullanılan miktar konusunda doz ayarlaması yapılamaması. Günümüzde milyonlarca kadın polikistik over, adet düzensizlikleri, menopoz, doğum kontrolü vb sebepler ile kullandıkları haplar ile estrojen ya da progesteron hormonu alıyor ve maalesef ki hiç bir şekilde bu hormonların kan düzeylerindeki değişim takip edilemiyor. Çünkü oldukça yüksek dozda hormon kullanılmasına rağmen laboratuvarda yapılacak estrojen ve progesteron ölçüm sonuçları değişmiyor. Gerçek insan hormon moleküllerini ölçebilen bu cihazlar maalesef ki bu hormon taklitlerini tanımıyor. Bu şu demek oluyor herkese aynı dozda aynı hap reçete ediliyor. Yani 38 yaşında erken menopoza giren bir kadına 55 yaşında menopoza giren kadınla aynı dozda aynı içerikte hormon tedavisi uygulanıyor. Olayın vahametini siz düşünün artık.
Kitabın en güzel yanlarından birisi Dr Mustafa Atasoy’un bir konuyu aktarmadan önce o konuyla ilgili parçaları, terimleri bir güzel izah etmesi. Yani daha kitabın başında hormon nedir, estrojen nedir, progesteron nedir, kadın neden adet olur vb temel konuları öyle güzel ve şematik anlatmış ki sonra okuduklarınız için bu bilgiler rehber oluyor. Evet bir insan doktor olabilir, başarılı bir doktor olabilir ama beraberinde böyle sürükleyici bir yazar olması da ayrıca taktiri hak ediyor kanımca.
Kitaptan hem kendim unutmamak hem de bilmeyenlerin faydalanması adına anladıklarımı, sentezlediğim notlarımı şöyle özetleyeceğim:
📍HORMONLAR, her biri neredeyse vücudun her organındaki her hücreye ulaşarak vücudun çalışmasını düzenleyen moleküllerdir. Bir tür kurye ya da haberci gibidirler.Misal yumurtalık gibi küçük bir organdan kana salgılanarak yayılan bu genelgeler vücudun en ücra köşesine ulaşarak emir ya da mesaj taşır, iletir. Bu mesajı da gidip hücre çekirdeğindeki DNA ya yani direkt kumanda merkezine iletir. Hormon ne mesaj verirse hücre de onu yapar. Yani metobolizmayı hızlandırır, yavaşlatır, bölünür, çoğalır, hormonun uygun gördüğü maddeleri üretir vb. Hormonun bu mesajı verebilmesi için ilk şart ise doğru hedefi bulmasıdır. Mesajın yumurtalıktan salgılandıktan sonra beyindeki, kemikteki doğru hedefe teslim edilmesi gerekir. Bunun için de ortada bir alıcı yani bir nevi posta kutusu olması gerekir. Hücrede bulunan bu tür alıcıya da reseptör denmektedir. Hormonu anahtar reseptörü de anahtar yuvası gibi düşünebiliriz. Anahtar ancak kendisine uygun yuvaya girerse kapı açılır ve mesaj da kumanda merkezine iletilebilir. Anahtar zorlanırsa belki kapı yine açılabilir ama hücreye verilecek mesaj da çok net olmaz ve zarar verici olur. Doğal hormonlarda hormon reseptör uyumu kusursuzdur, tamdır. Sentetik(taklit) hormonlarda ise hormon reseptöre tam uymaz, zorlamak gerekir. Bu şekilde taklit anahtar ile yuva zorlandıkça, kanser gelişimi için de şans zorlanmış olur. Üstelik bu reseptörler o kadar hassastır ki molekül yapısı birbirine çok yakın olan kadın hormonu estrojen ile erkek hormonu testosteronu çok iyi ayırt eder. Sentetik estrojen ve progestronun molekül yapıları ise doğal kadın hormonlarından devasa farklar içerir. Kadınlık hormonlarında sentetik hormonlar kullanılıyorken yine doktorlar tarafından reçete edilen insülin ya da tiroid hormonları birebir vücudumuzla uyumlu biyoeşdeğer (bioidentical) hormonlar.
Doğal yani biyoeşdeğer hormon söyleminde kastedilen molekül yapısı insan doğasında bulunan hormon ile tıpatıp aynı olan hormondur. Mesela günümüzde soya fasulyesinde bulunan bazı maddelerden elde edilir. Sentetik hormonlar -misal at idrarından sentezlenen hormonlar- kaynağı doğal olsa da molekül yapısı insan doğasından çok farklı olduğu için yapay hormon olarak adlandırılıyor. Cilde sürdüğümüz gerçek bir estrojen molekülü buradan emilip kan yoluyla bir beyin hücresine girdiğinde, o beyin hücresi artık bu molekülün yumurtalıktan mı salgılandığını yoksa cilde sürülerek mi geldiğini ayırt edemez.
Doğal hormonlar reseptöre mesajı iletip hücredeki işleri bittikten sonra reseptörden ayrılır ve vücuttan temizlenir. Bu işi temizlikçi enzimler yapar. Bu enzimler hormonsuları yani sentetik hormonları tanımaz ve oradan uzaklaştıracak özelliklere sahip değillerdir. Bu nedenle hormonsular reseptörler ile aşırı süreler boyunca bağlantılı kalır ve aşırı uyarırlar. Bu süre boyunca doğal hormonların da önünü tıkayarak alıcıya bağlanmasına engel olurlar. Ayrıldıktan sonra safra ve idrarla temizlenmeleri de çok güç ve yavaş gerçekleşir. Meme kanseri gelişiminde estrojen atıklarının nasıl işlendiği anahtar roldedir.
📍Sentetik hormonlar ağızdan hap şeklinde veriliyor olması da ayrı sıkıntılar doğurmaktadır. Bu yolla verilen hormon karaciğere uğrar ve pıhtılaşma sistemini aşırı uyarır. Sonuç beyinde pıhtılar, kalp damarında tıkanıklıklar. Doğal estrojenler hap yerine ciltten uygulandığında kalp-damar ve pıhtılaşma riskleri açısından çok daha güvenlidir. Bu uygulama krem şeklinde olabileceği gibi gece yatmadan önce vajinaya yerleştirilen kapsül veya fitil şeklinde de olabilmektedir.
Hap şeklinde aldığımızda ne oluyor, normal yoldan farkı ne bir bakalım:
Yumurtalıklardan salgılanan estrojen ve progesteron önce kılcal damarlara, oradan toplardamara giderek en sonunda kalbe ulaşır. Kalpten vücuda pompalanarak diğer doku ve hücrelere ulaşarak görevini yapar. İşi biten estrojen (yaklaşık 4 - 8 mikrogram) ya kullanıldıkları dokunun içinde metobolize olur ya da karaciğere giderek atık işleme merkezinde yıkılır ve safra yolu ile bağırsağa geçer ve oradan dışkı ile atılır. Doğal olan budur! Ancak estrojen hap olarak alındığında kana geçmeden önce sindirim sistemine yani bağırsaklara gider. Ardından karaciğerden geçerek kana karışır. Normalde vücutta işi biten az miktardaki atık estrojen yavaş bir şekilde karaciğere geçerken hap olarak alındığında çok yüksek miktarlarda (yaklaşık 2.000 mikrogram) estrojen hızlıca karaciğere gitmiş olur böylece. bu şu demek normalde saatte 4 - 8 mikrogram estrojen işleyen karaciğer bu bir saatte 2.000 mikrogram estrojenle yüzleşiyor demek. Bu estrojen tufanıyla karşılaşan karaciğer hatalı bir şekilde aşırı pıhtılaşma maddeleri üretip kana vermeye başlar. Sonuç kalp, beyin, akciğer damarlarında tıkanıklıklar. Hele ki kullanılan atlardan elde edilmiş bir estrojen ise bu yüksek miktarlara çıkmasına dahi gerek yok.Varis sorununuz varsa veya sigara kullanıyorsanız işte bu yüzden doktorunuz size doğum kontrol hapı uygun değil diyor.
Menopozal hormon tedavisi için bu kitap dahilinde üzerinde durulan üç temel hormon var: Estrojen, Progesteron ve Testosteron.
📍 ESTROJEN:
İnsan vücudunda 3 çeşit estrojen görev yapıyor. Bunlar Estron (E1), Estradiol (E2) ve Estriol (E3).Bu üçü arasında en güçlüsü ve estrojen denince akla gelen Estradiol yani E2. Estron menopoz sonrasında ağırlıklı olan estrojen türü, Estriol ise esas olarak plasenta tarafından üretilir yani hamilelik döneminde ön plandadır.
Vücutta estrojeni en çok yumurtalıklar üretir ve menopoz sonrasında yumurtalık fonksiyonu çok azaldığı için estrojen düzeyi de çok ciddi bir miktarda düşer. Doğurgan yıllarında kandaki estrojen miktarı 100-500pg/ml iken menopoz sonrasında estrojen değeri 3-10pg/ml civarıdır.
Yumurtalıklar haricinde vücutta estrojen üreten bir başka yer de yağ dokusudur. Yağ hücreleri böbrek üstü bezinden salgılanan “erkeksi” hormonları estrojene çevirir. Cilt altı yağ dokusunda menapozdan sonra da estrojen üretimi devam edince cilt için adeta bir anti-aging uygulaması yapar.(bu da kilolu kadınların ciltlerinin daha genç olmasının nedenlerinden biri)
Estrojenin herkes tarafından bilinen görevi kadınsı fizik özelliklerinin belirginleşmesini sağlamak ve rahim iç döşemesinde hücre çoğalmasını sağlayarak bu döşemeyi kalınlaştırıp bebeğin yatağını hazırlamak. Bunun haricinde vücutta yüzlerce farklı görevi vardır.Beyin hücreleri arasında iletişimin sağlanması, kalp, damarlar, kemikler, cilt, hafıza, koku alma, işitme , düşünce keskinliği, odaklanma gibi faaliyetlerde çok önemli görevleri vardır. Menopoz sonrası estrojen yokluğunda doğal olarak bu görevleri aksar.
📍 PROGESTERON:
Adet döngüsünün başından ortasına dek yumurtalıkta bulunan yumurtalardan 150 tanesi büyümeye ve gelişmeye başlar. Sonunda bu yumurtalardan en gelişmiş olanı çatlar ve içindeki yumurtacığı dışarı atar. Yumurtlama yani ovulasyon budur. Çatlayan yumurtanın kabuğu ise kendini tamir edip içini doldurarak Korpus Luteum adı verilen başka bir yapıya evrilir. Bu kabuktan PROGESTERON salgılanır. Çünkü yumurtacık bir spermle birleşecek olursa bebeğin yaşaması için ona derhal progesteron gerekir.Bebek üç aylık olunca artık oldukça büyümüştür. Küçük yumurta kabuğunun salgısı ona yetmeyecektir.Hamileliğin bu döneminden itibaren progestreon salgılama işini bir organ boyutunda olan plasenta devralır.Yok eğer döllenme olmadıysa korpus luteuma da ihtiyaç olmayacağı için büzüşerek kaybolur.
Estrojende olduğu gibi progesteronun görevi de bebeği yaşatmaktan çok daha fazlası. Kalpte, damarlarda, kemikte, beyinde ve sinir hücrelerinde progesteron reseptörleri bulunmaktadır. Progesteronun başta sinir sistemi olmak üzere hamilelikle ilişkisi olmayan çok sayıda önemli işlevi ortaya konmuştur.
Progesteron, vücutta estrojen ile hem işbirliği içinde çalışır, hem de onu frenler, dengeler ve estrojenin aşırı büyütme etkisine karşı çıkar. Progesteronun dizginlemediği bir estrojen , hücre çoğaltıcı etkisi ile meme ve rahim kanserine yol açabilir.
Bebeğin gebelik boyunca içinde gelişip büyüdüğü organ olan Rahim yani uterusun her iki yanında adeta kolları gibi uzanan iki tüp bulunuyor. Biyoloji derslerinden hatırlarsınız mutlaka. Karın boşluğunda asılı duran iki yumurtalıktan birinde çatlayan bir yumurta olduğunda ortaya çıkan yumurtacığı işte bu tüplerin ucunda bulunan uzantıları ile yakalayıp bu tüpün içine alıyor. Burada bir sperm ile karşılaşıp döllenirse de rahim de bir bebek gelişmeye başlıyor. Rahim yani uterusun iç kısmı bebek için hem yatak hem de besin kaynağı olan bir tabaka ile kaplıdır. Bu tabakaya da endometrium deniyor. Endometriumu besleyen büyüten ESTROJEN iken bebeğe uygun yatak haline getiren PROGESTERON dur. Döllenme olmazsa bebeğin yatağına gerek olmadığı için hormon salgısı düşer. Bu durumda rahmin içini kaplayan tabaka beslenemez ve kanayarak dışarı atılır.İşte efsane adet kanaması olayı da budur.
Döllenme gelişmeyip bebek oluşmadığı halde sürekli ve aşırı estrojen salgılanacak olursa rahmin içini kaplayan bu endometrium tabakası aşırı gelişir ve kalınlaşır. Böyle kalınlaşmış bir tabakanın dökülüp atılması sürecinde de tabi ki ağır bir adet kanaması ortaya çıkacaktır. Bu durum genellikle iyi bir yumurtlamanın olmadığını da işaret eder ve Rahim kanseri de endometrium tabakasının aşırı estrojen etkisi ile aşırı büyümesine bağlı olarak ortaya çıkar. Eğer iyi bir yumurtlama var ise yeterli progesteron salgısı var demektir ve bu durumda progesteron da estrojeni dizginler dolayısıyla rahim kanseri oluşmaz. Şimdi 1950 li yıllarda tek başına estrojen tedavisi gören kadınların neden rahim kanseri olduğu daha net anlaşılıyor değil mi?
📍 Estrojen ve progesteron denge içinde çalışır diye belirtmiştim yukarıda. aralarında hem tatlı bir rekabet hem de verimli bir işbirliği vardır. Bu ifadeyi açacak olursak:
⏩ Estrojen rahim iç döşemesini yani endometriumu büyütüp kalınlaştırır. Progesteron bu tabakayı bebeğin yerleşeceği şekilde olgunlaştırır. Estrojeni frenleyerek aşırı büyümesini engeller. Yani aşırı adet kanamasını ve rahim kanserini engeller.
⏩Estrojen vücutta yağ depolanmasını ve kilo almayı sağlar. Hayvan yetiştiricilerinin kullandığı hormonun estrojen olması bundandır. Progesteron bu etkiyi frenler.
⏩ Estrojen vücutta su tutar ödem yapar. Progesteron doğal bir idrar söktürücüdür.
⏩Estrojen kemik yıkımını azaltır; progesteron kemik yapımını arttırır. Yani el birliği ile kemik erimesini önlerler.
⏩Estrojen meme dokusunu çoğalma ve büyüme yapar. Progesteron meme dokusunun çoğalmasını kontrol altında tutarak meme kanserini engeller.
⏩ Estrojen pıhtılaşmayı arttırır. Progesteron bunu kontrol eder.
⏩Estrojenin aşırı yüksek olası gerginliğe, aşırı düşük olması depresyona sebep olur. Progesteronun ise güçlü bir anksiyete giderici etkisi vardır. Uykusuzluğa birebirdir.
⏩ Estrojen kolestrol ve trigliserit dengesini olumlu yönde etkiler. Damar iç dokusunda nitrik oksit üretimini arttırır ve özellikle kalp damarlarında genişleme yapar. Damar sertliğinin gelişimini önler. Progesteron bu etkilere destek çıkar.
📍Cinsiyet hormonları KOLESTROL den üretiliyor. Kanda kolestrol seviyeniz 140 ın altında ise aslında bu iyi bir haber değil. Hormon üretecek malzemeniz yetersiz anlamına geliyor. Kolestrolün hormona dönüşmesi ise mitokondrilerde gerçekleşiyor. Hormonlar arasında denge vardır ve sürekli birbirlerine dönüşürler. Yani vücuttaki 3 çeşit estrojen birbirine, böbrek üstü bezinden salgılanan hormonlar erkeklik hormonuna, onlar da kadınlık hormonuna sürekli bir dönüşüm ve denge vardır. Ama tabi böyle bir şey vücuda verilen ilaç şeklindeki yabancı molekül yapısındaki hormonlar için mümkün değildir.
📍Son zamanlarda artık genç kızlar çok daha hızlı olgunlaşıyor diye aileler çocuklarını endokrinoloji uzmanlarına taşıyor. Çünkü adeta hormon bozucu zehir denizinde yüzüyoruz. Bugün tekrar tekrar kullanılan pet şişelerden suyunuza sızan, konserve kutularının içini kaplayan, kasa fişlerindeki kaplamadan elinize oradan da ağzınıza bulaşan BPA (bisfenol A), buzdolabına streçe sarıp koyduğunuz gıdaların içine sinen vinil, balıkları yerleştirdiğimiz strafor köpük tepsilerinden balığa geçen polistren birer "XENOESTROJEN" yani yabancı estrojendir. Bu plastikler hücrede estrojenin bağlandığı reseptöre aynen gerçek estrojen gibi bağlanabilirler. Kapıyı açarlar ama yuvayı aşındırarak ya da kapıyı kırarak. Ve hatta yuvanın içinde kırılıp gerçek anahtarın yuvaya girmesine engel olarak. Diğer yandan kozmetikler ve parfümler de xenoestrojen ailesinin tanıdık üyeleri. Direkt olarak saça, cilde, tırnağa uygulanan bu kozmetikler karaciğerin kontrolünden geçip detoksifikiye olmadan direkt olarak kana geçiyor. Parfümler, oda kokuları, deterjan parfümleri vb kana bile geçmeden burun tavanından direkt beyne ulaşabiliyor. Yani şehir ortamında yaşayan kadınlar çok ağır bir sahte estrojen yükü altında. Xenoestrojenler günümüzde hormonal dengesizlikler, infertilite, sperm sayısında düşme, doğum defektleri, libido kaybı dışında başta kanser, bağışıklık sistemi hastalıkları, alerjiler, obezite gibi yeni salgınlarda etkin rol alıyor.
📍Yine kitaptan öğrendiğim ilginç bir bilgi menopoz, doğum kontrolü, polikistik over, vb hormonal hastalıklarda sentetik hormon reçete eden doktorlar infertilite ve tekrarlayan düşükler için yapılan tedavilerde biyoeşdeğer hormon reçete ediyormuş. Aksi taktirde bebek beslenemez, doğumsal anomaliler ortaya çıkar.
📍Kadınlar için hormon tedavisi deyince akla kilo almak ve ödem gelir. Bu düşünceler de kadınları ihtiyaçları olan tedaviyi almaktan uzaklaştırır.Bu soruların yanıtını Atasoy kitabında açığa kavuşturmuş. Deney hayvanlarında yapılan çalışmalarda hayvanların yumurtalıkları alındığında özellikle karın çevresi ve karaciğerde yağlanma olduğu, şeker hastalığına yatkın hale geldiği ve günlük yakabildikleri kalori miktarının düştüğü yani metabolizma hızının azaldığı gözleniyor. Hayvan kilo alıyor ve vücutta inflamasyon artıyor. İnsan çalışmaları da bunu destekliyor. Yani hormonlar değil doğru hormonların yetersizliği kilo aldırıyor. Ödem konusunda ise ağızdan verilen sentetik estrojen çok yüksek miktarda -2 mg- estrojen dozu içeriyor. Diğer yandan biyoeşdeğer progesteron diüretik etkide iken Frankenstein progesteron su tutucu etkidedir. bu sebeplerle biyoeşdeğer hormonların ciltten uygun dozda uygulandığında su tutma gibi problemlere neden olmayacağını belirtiyor.
📍 Menopoz nedir, bir kadın ne zamana girmiş sayılır buna gelirsek bir kadın 12 ay adet görmediyse artık menopozda kabul edilir. Menopoza giriş tarihi de son adetin bittiği tarihtir.
📍Bir de çok bilinmeyen bir kavram var ESTROJEN BASKINLIĞI. Ben bu kavrama ilk yine lyme araştırmaları sırasında denk gelmiştim ve yurt dışında bunun tedavisini alan çok fazla hasta olduğunu öğrenince şaşırmıştım. Ülkemizde gerçekten hiç telaffuz edilmiyor. ancak bundan sonra mutlaka telaffuz edilmeye başlar hatta belki popüler bile olur. Estrojen/progestron dengesi progesteron aleyhine bozulduğunda estrojen baskınlığı denen durum ortaya çıkıyor. PMS, ağır adet kanamaları, mizaç gelgitleri, uyku sorunları, ödem şişlik, kilo alma, verememe, meme kistlerinde büyüme, meme kanseri ,hafızaya ilişkin sorunlar, migren estrojen baskınlığının sebep olabileceklerinden bazıları.
Tabi estrojen baskınlığını değerlendirirken bir de "gizli bir estrojen denizi" içinde yüzdüğümüzü unutmamak lazım.
📍Kadınlarda genç yaşlarda yumurtacık deposundaki en sağlıklı yumurtalar kullanıldığı için 40-45 yaşlarından itibaren yumurta fonksiyonu ve kalitesi iyice düşer. Dolayısıyla yumurtanın kabuk zarının yani korpus luteumun fonksiyonu da zayıflar. Bu nedenle bu yaşlardan itibaren progesteron salgısı azalır. Çeşitli otoimmün hastalıklar da bu süreci hızlandırır. Yetersizleşen progesteron estrojeni dengeleyemez. Aslında bu yaşlarda sıklıkla yumurtalar gelişip çatlamaz dolayısıyla yumurtlama olmaz. ancak yine de adet kanaması olur. Çünkü gelişen yumurtacıklardan yeterli estrojen salgılanır ve bu da rahim iç yüzeyini kalınlaştırmaya yeter. Bu şu anlama geliyor 40-45 li yaşlarda adetlerin düzenli olması, beklenen yumurtlamanın gerçekleşmiş olduğu anlamına gelmiyor. Adet görüyorsanız ciddi miktarda estrojeniniz var demektir peki onu dengeleyecek progesteronunuz var mıdır? İşte sorun bu. Çünkü progesteron yalnızca yumurtlama halince çatlayan yumurtanın kabuğundan salgılanır. Başka yolu yoktur. Estrojen ise çatlamasa bile yumurtacıklar tarafından salgılandığı gibi böbrek üstü bezlerinden salgılanan erkeksi hormonların yağ dokusu içinde estrojene çevrilmesiyle de bolca üretilir. İşte bu bozulan estrojen progesteron dengesi de artmış meme kanseri, kemik erimesi ve diğer riskler demektir. bu nedenle bu yaşlardan itibaren ciltten yapılacak bir biyoeşdeğer progesteron takviyesinin çok değerli ve gerekli olduğunu belirtmiş Dr Mustafa Atasoy.
📍Menopozdan sonra estrojen baskınlığı da mümkün. şöyle ki evet menopoz ile estrojen miktarı çok düşüyor, ama progesteron neredeyse sıfırlanıyor! Bu da vücutta estrojen baskınlığı demektir.
📍Menopozal hormon tedavisi alacaksanız ideal olan zaman aralığı menopoza girdikten sonraki 10 yıldır. Bu 10 yıl içerinde alınmalıdır. Özellikle ilk 5 yıl içerisinde bu fırsat değerlendirilmelidir. Çünkü yıllar geçtikçe estrojenin bağlandığı reseptörler kaybolmaktadır. Hormon tedavisinin süresi ise kısa olmamalıdır. Çünkü hormon tedavisinin kesilmesinin kemik erimesini çok ciddi bir şekilde hızlandırdığı, kalça ve diğer kemiklerde kırık riskini ciddi bir şekilde arttırdığı biliniyor.
📍Öğrendiğim ilginç bilgilerden bir diğeri ise şu: Meme içindeki hormonal ortam, kandaki hormonlardan ciddi ölçüde bağımsızmış. Yani meme bağımsız bir estrojen fabrikası gibi çalışıp kendi estrojenini kendisi üretiyor. Kandan gelen estrojene muhtaç değil. Menopoz sonrası bir kadının kanındaki estrojen dibe vurmuş, beyin, kalp, damarlar ve cilt estrojenden mahrum kalmış olmasına rağmen meme dokusu içerisindeki estrojen düzeyi 30 yaşındakine göre neredeyse hiç değişmiyor. Aslında bunu dengeleyecek bir progesteron desteği alınmıyorsa bu durum meme kanseri için çok da iyi bir şey değil. Çünkü meme dokusu içerisinde çok ciddi bir estrojen baskınlığı söz konusu olacaktır. Aslında bu durum meme kanseri vakalarının sıklıkla neden ve nasıl olup da estrojenin düştüğü ve progesteronun neredeyse sıfırlandığı 50 li yaşlardan sonra ortaya çıktığını açıklıyor.
Bu bilgiden yola çıkarak meme dokusundaki estrojen miktarını bilirsek meme kanseri gelişme olasılığı hakkında da fikir sahibi olabiliriz. Ancak kanda yapılan estrojen ölçümleri bize meme içindeki estrojen düzeyleri hakkında bir bilgi vermez. Ama buna rağmen yapılabilecek bir şey vardır. O da şu: Memede estrojen adına ne olup bitiyorsa eninde sonunda "estrojen metobolitleri" ortaya çıkacak yani estrojen atıkları idrara taşınacak. Bu bilgiden yola çıkarak geliştirilen DUTCHTEST denen test ile hormon profilleri hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir. Bu test ile meme toprağının huyunu önceden bilebilir ve meme kanserini önleyebileceğimizi söylüyor Dr. Mustafa Atasoy. Dutchtest testinde kadın günün 4 ayrı saatinde yaptığı idrara ayrı bir kurutma kağıdı batırarak çıkarır ve kurutur. Bu kurutma kağıtlarını bir zarf içerisinde Amerika'da bu konuda özel bir laboratuara gönderilir. İşte 30 liralık bir kitap ile bu bilgiyi satın almış oluyorsunuz. Başta demek istediğim buydu. Yani özellikle ailede meme kanseri vakası olan kadınlar aman bu bilgiyi ıskalamayın. Çünkü bu yaklaşımdaki amaç KANSERE ERKEN TANI FALAN KOYMAK DEĞİL, KANSERİ DAHA BAŞLAMADAN ÖNLEMEK. Bu gönderimin son kısımlarında bu konuyu daha iyi anlatacağım.
📍Menopoz denince akla gelen ilk şikayetlerden biri de "sıcak basmaları" ve "gece terlemeri" dir. Bu şikayetler kadınlarda ortalama 7 yıl sürüp ortadan kaybolur. Bu şikayetlerin temel nedeni aslında düşünüldüğü gibi estrojen seviyelerinin düşmesi değil menopoz öncesi dönemde estrojen düzeylerinin oynaklığıdır. Diğer yandan stres sistemi ile çok ilgilidir. Vücutta ısı ayarlamasını yapan termostat beyindedir.Bu termostatın derece ayarının saptanmasında estrojen önemli rol sahibi. Perimenopoz döneminde estrojen düzeyi sürekli oynadığı için "termostat derece ayarı" sürekli oynar. Kadınlar da bunu çöl sıcakları ve gece terlemeleri olarak hisseder. Yoga, meditasyon, nefes egzersizleri, hipnoterapi gibi stres azaltıcı teknikler kullanarak bu şikayetleri azaltmada ciddi fayda sağlayabilirler. Diğer yandan estrojen miktarı düşük olan bu kadınlara uzman hekim tarafından biyoeşdeğer estrojen verilerek estrojen seviyesi düzleştirilerek termostat tepikisinin önüne geçilebilir. Ya da estrojen seviyesi yüksekse tek başına progesteron desteği ile rahatlama sağlanabilir. Ayrıca keten tohumu, soya izoflovanları, şerbetçiotu gibi fitoestrojenler ya da black cohosh gibi bitkisel ürünlerden yararlanmak bir miktar rahatlama sağlayabilir. Şu asla unutulmamalıdır ki biyoözdeş de olsa hiçbir hormon desteği doktor gözetiminde olmadan kullanılmamalı. Aman ha! Öyle bir çılgınlığa kalkışmayın.
📍Menopoz denince akla gelen diğer bir şikayet de uyku sorunudur. Dr. Mustafa Atasoy uyku sorunlarının aslında cinsiyet hormonlarından çok stres hormonları ile alakalı olduğunu belirtmiş. Ancak uyku sorunu yanında diğer estrojen baskınlığı şikayetleri ve anksiyete sorunu var ise başlangıçta ağızdan ardından ciltten biyoözdeş progesteron hormonu verilmek sureti ile bu sorunlar bertaraf edilebileceğini de ilave etmiş.
📍Menopoz dönemi beraberinde cilt yaşlanmasını da getiriyor. Estrojen replasmanının cilt yaşlanması üzerinde de olumlu etkisi olduğu araştırmalarla ortaya konmuş. Estrojen desteği ciltte kolajen ve hyaluronik asit yapımını ciddi bir şekilde arttırır. Kolajen yıkımına engel olur. Böylece ciltte kırışıklıklar ve kuruluk yerine esneklik ve nem artışı sağlanır. Derinin bariyer fonksiyonu sağlamlaşır.
📍Menopoz sonrası kadınlarda Alzheimer riskinin biyoözdeş hormon replasmanı ile ilişkisi incelendiğinde hormon tedavisinin Alzheimer riskini ciddi bir oranda düşürdüğü ortaya çıkmıştır. Ancak eğer estrojene menopozdan çok uzun süre geçtikten sonra başlanırsa ne yazık ki beyne hiç bir faydası olmuyor.Çünkü estrojenin besleyici etkisinden mahrum kalınan bu süre zarfında beyindeki estrojen reseptörleri tamamen ortadan kayboluyor.Artık reseptör ortada kalmadığı için verilen estrojen görev yapamıyor.
📍Diğer kıymetli bir bilgi ise şu: Menopoz sonrası yapılan biyoözdeş hormon tedavisinde amaç yeniden kadının adet görmesi değil. Yani hormon tedavisi alan kadınlar adet görmüyor. Çünkü amaç çocuk doğurmak için rahimin hazırlanması olmadığı için bu kadar yüksek dozlara gerek yok. Hormon tedavisinin asıl amacı kullanılan hormonlar ile beyin, kalp, kemik, cilt, meme sağlığını korumak, duygu durumları, sıcak basmaları, uyku problemleri gibi şikayetleri ortadan kaldırmak. Oysa biyoözdeş hormon yerine hormonsu kullanılan durumlarda adet kanaması görülmektedir.
📍Bir de pek çok kadının kabusu olan Adet Öncesi Sendromu nam-ı diğer PMS (Premenstruel Sendrom) denen duruma değinmiş Dr. Mustafa Atasoy. Hani şu adet öncesinde kadınları geren, sevimli ılımlı bir kadını bile sinirli saldırgan depresif kaprisli bir insana dönüştüren, uyku bozuklukları, iştah bozuklukları, ödem, baş ağrısı, göğüs hassasiyeti gibi semptomlar ile kendini gösteren kadının yaşam kalitesini ciddi oranda etkileyen bir nevi histerik bir durumdur bu pms. Maalesef epey de yaygın olan bu durum "kadın huysuzluğu" yaftası alarak önemi anlaşılmayan bir süreçe evrilmiş durumda özellikle erkekler arasında. Aslında hep adet kanaması ile özdeşleştirilen bu sürecin arkasında yatan esas neden hormonal dalgalanma ve düzensizlik olup rahmi alınmış ve adet görmeyen kadınlarda da PMS görülüyor olması bundanmış. PMS nin arkasında yatan faktörün de aslında estrojen/progesteron dengesizliği olduğunu ve bunun sanılanın aksine normal bir durum olmadığını öğreniyoruz bu değerli kitaptan. PMS nin yumurtlama ile özel bir ilgisi olduğunu ve yumurtlama yoksa yani progesteron yoksa sıklıkla PMS yaşanmadığına değiniyor doktor. PMS progesteronun estrojen karşısında belirli bir kritik oranda zayıf kaldığı dönemlerde ortaya çıkıyor. PMS yi ortadan kaldırmak için uzman dr tarafından biyoözdeş progesteron uygulaması yapılabiliyor. PMS yi hafifletecek diğer destekler arasında malat, sitrat ya da glisinat formunda magnezyum, vitamin B6, taze çekilmiş keten tohumu, omega 3, iyi bir multivitamin, nefes teknikleri, yoga gibi stres azaltıcı teknikler, temiz beslenme, fazla kahveden kaçınmak sayılabilir.
📍Fitoestrojen yani bitkisel estrojen keten tohumu ve soya fasulyesi başta olmak üzere bazı bitkilerde bulunan estrojen benzeri maddelere verilen isim. Bunlar da estrojen reseptörlerine oturur ve onu hafifçe uyarırlar. Böylece hafif bir estrojen gibi etki ederler. Kendi estrojeni kalmamış yani menopoz dönemine giren kadınlarda bu bitkisel destekleri vermek işe yarar. Estrojen etkisi ortaya çıkarır. Ancak menopoz öncesi dönemde estrojen baskınlığı yaşayan kadınlarda kullanılacak olursa bu sefer ortamdaki estrojenin önünü tıkayarak reseptörlere bağlanır ve anti-estrojen etki gösterebilirler. Yani aslında bu bitkiler aktardan alınıp rastgele kullanılacak şeyler de değiller. Etkileri kullanan kadının yaşına ve hormonal durumuna göre değişken olabilir. Bu bilgi de çok değerli. Kitabı övmelere sevmelere doyamıyorum resmen.
📍 TESTOSTERON:
Hep erkekler ile anılan bu hormonun kadınlar için de oldukça önemli olduğunu biliyordum ve kitapta nispeten az yer kaplasa da öneminin vurgulanmış olması beni mutlu etti. Özellikle söz konusu menopoz sonrası libido kaybı ise testosteron düzeyleri mutlaka yakın takibe alınmalı. Bunun yanı sıra hafıza kaybı, sözel ifade yeteneği ve beyin fonksiyonları için de kadında testosteron desteği yararlı olmaktadır. Ayrıca kemik erimesi ve mizaç açısından da etkilidir. Ama kadın açısından testosteron , estrojen ve progesteron kadar yaşamsal değildir. Önce estrojen ve progesteron açısından kadın dengeye getirilmelidir.Çünkü kadın estrojen açısından desteklendiğinde testosteron yetersizliği görünümü de ortadan kalakbiliyor.
Şimdilik ülkemizde piyasada kadınlara yönelik ticari bir testosteron ürünü bulunmuyor. Bir reçeteye istinaden eczacı tarafından bilinçli bir şekilde erkekler için üretilen testosteron ürünlerinden krem şeklinde hazırlanabiliyor.
📍Menopoz sonrası hormon tedavisi yapılmadan önce veya sürdürülürken bilinmesi gerekenler ve dikkat edilecekler şöyle özetlenebilir :
➽Hormon tedavisi mutlaka uzman bir doktor gözetiminde yapılmalı
➽Kullanılacak hormon gerçek insan hormonu olmalı.
➽Bu hormon ciltten krem veya jel şeklinde sürülmeli. Ya da vajinaya krem veya fitil olarak uygulanmalı.
➽Progesteronun uyku ve anksiyete için bir süreliğine ağızdan kullanımı haricinde kadın ve erkek hormonlarının hiçbiri ağızdan hap olarak alınmamalı.
➽Hormon tedavisinin başarısı için tedaviye başlamadan önce veya onunla birlikte temiz, düşük karbonhidratlı beslenme düzeni kurulmalı, kan şekeri oynaklıkları giderilmeli, tiroid sorunları gözden geçirilmeli, kabızlık varsa ortadan kaldırılmalı, kanda homosistein düzeyi 6-8mmol/L ve B12 vitamini en az 550 pg/ml olacak şekilde desteklenmeli. GGT ölçülmeli. GGT yüksekliği artmış glutatyon ihtiyacına, yani vücudun bir şeylerle mücadele ettiğine ve bu mücadelede antioksidan cephane sıkıntısı çektiğine işaret eder.
➽Tedaviye başlamadan önce bir jinekolojik muayene yapılmış olmalı.Burada esas amaç tedaviye başlamadan önce rahimde kanser, miyom, polip gibi bir sorun olup olmadığını ortaya koymak. Aynı sebeple mamogram, vajinal smear testleri de yapılmalı, kemik yoğunluğu için bir DEXA görüntülemesi alınmalı. Menopoz sonrası hormon tedavisi kararı vermek için kanda estradiol, SHBG (Sex Hormon Bağlayıcı Globulin), total testosteron, FSH gibi parametrelerden yararlanılıyor. Bu değerlerden yararlanılarak en uygun miktarlar planlanıyor ve başlanıyor.
➽Hormon tedavisine başladıktan sonra verilen hormonların ciltten ne oranda emilebildiği ve ne yönde metobolize olduğunu ortaya koyacak testler yapılmalı. Kanda estrojen ölçüleceği zaman daima SHBG (Sex Hormon Bağlayıcı Globulin) ile birlikte bakılmalı. Estrojen desteğine başlamadan yapılacak bir SHBG düzeyi ölçümü hem estrojen dozunu ayarlamada hem de estrojen değerlerini yorumlamada önem taşır.
➽Dr. Mustafa Atasoy yıllar sürecek çok önemli bir süreç olan hormon replasmanında yukarıda bahsettiğim ve çok ayrıntılı bilgi veren DUTCHTEST Complete in yapılmasını mutlaka öneriyor. Bu test menopoz sonrası hormon tedavisinin kararını verme aşamasında değil de ilerleyen süreçte yapılan hormon replasmanı dengeye ulaştığında yapılıyor. Böylece bu test ile, tedavi edilen kadının hormonu cildinden ne oranda emebildiği, estrojeni iyi yönde mi yoksa sorun çıkaracak yönde mi işlediği, bu estrojenleri temizleyip temizleyemediği, bu açılardan kanser önleyici olarak geleceğe yönelik bir destek kullanmanın gerekip gerekmediği, stres sisteminin kortizol salgılanımı yani gündüz/gece ritmi (sirkadyen ritim) ve işleyişine ilişkin daha bir çok konuda ayrıntılı bilgi edinilmiş olur. Gelen sonuçlara göre de hormon kullanımında ve destek önerilerinde ince ayarlar yapılıyor. Çok nadiren bu testi tekrarlamaya ihtiyaç duyulur.
🔔Dutchtest hakkında yine önemli bir bilgi vermiş doktor. Bu test sadece menopozal hormon replasmanında ince ayar yapmak için değil kronik hastalıklara henüz "yakalanmamış" yani bir tanı ismi almamış, ama bu yola girmiş bireylerde ya da yalnızca yaşlanma hızını değerlendirmek ve doğal yöntemler ile modifiye etmek isteyen kişilerde erken dönemde hormonal durumun şifresini çözmek amacıyla da kullanılmaktadır. Aynı test, kortizol gibi stres sistemi hormonları, kişide B12 ve B6 vitaminlerinin fonksiyonel yeterliliği, beyin dokusunun serbest radikal hasarı, glutatyon durumu hakkında da son derece ayrıntılı bilgiler verdiği için depresyon, anksiyete, Alzheimer riski ve kansere direnç konularında önlemler almada yardımcıdır.
🔔Doktor Mustafa Atasoy DHEA kullanımı konusunda uyarı yapıyor. Tamamlayıcı tıp camiasında DHEA kullanımının fazlasıyla sık olduğunu ancak bu değer sadece kanda düşük çıktı diye yapılacak bir takviyenin hastaya zarar verme potansiyeli olduğunu belirtiyor. Doğrusunun ise daha ileri testler yapılarak kortizol/DHEA ilişkisi hakkında tükürük ya da idrar testi ile gündüz/gece döngüsel örgüsünün net olarak ortaya konulmasından sonra bir planlama yapılması olduğunu belirtiyor.
📍Herkesin kafasını kurcalayan biyoeşdeğer hormonları nereden temin edeceğiz sorusunu da yanıtlamış. Biyoeşdeğer estrojen olarak ülkemizde CLİMARA markasında bir patch şeklinde ürün bulunuyor. Sürekli vücuda yapışık kalıyor ve böylece ciltten yavaş yavaş estrojen emiliyor. Dez avantajı doz ayarlamasının zor olması ve kimi kadınlarda tahriş, alerji yapması, duş alırken kullanım zorluğu. Bir de ESTREVA adında bir jel şeklinde cilde sürülen ürün mevcutmuş. Daha önceki yıllarda ülkemizde bulunan bu ürün şu an mevcut değilmiş Avrupa'dan getirtiliyormuş. İspanya'da OESTRACLIN adında bir başka biyoeşdeğer estradiol mevcutmuş. Jel şeklinde olan ürünler uygulama alanına olabildiğince geniş ve ince bir tabaka olarak sürmek ve kurumasını beklemek gerekiyormuş. Krem şeklinde olanlar ise yine geniş bir alana sürülmeli ve 2 dakika kadar ovalayarak sürülmeli ve böylece emilimi arttırılmalıymış. Sıcak deriden daha iyi emileceği için duş sonrası sürülmesi de iyi bir tercih olabilir. Sürülen alan her seferinde değiştirilirse daha iyi olur. Çünkü sürülen hormon deri altındaki yağ tabakasından emilecektir. Buradan yavaş yavaş kana geçerek kalbe ulaşır. Oradan tüm vücuda dağılır. Sürülen alan değiştirilirse bir bölgedeki yağ tabakasının hormon ile doyması ve artık sürülen hormonu kabul etmemesi engellenmiş olur. Bu not da önemli. Bir de bu hormonların sürüldüğü bölgeler en az 1 saat boyunca eşiniz veya çocuğunuz ile temas ettirilmemeli.Ön kol (dirsek altı) ve kolların iç yüzeyi, boyun, yanaklar, alın, diz arkası, ayak üst yüzeyi gibi cildin ince olduğu bölgeler emilim için avantajlıdır. Göğüsler üzerine sürülmesinden kaçınılmalıdır. Çünkü meme dışarıdan aldığı hormonu kana vermeyip dilediği gibi kullanabilir.Halbuki bizim amacımız memeyi değil, kalp, kemikler, beyni ve damarları beslemek.
Biyoeşdeğer progesteron ise ülkemizde PROGESTAN adında kapsüller halinde satılmaktadır. Bu ağızdan hap olarak veya vajinal yoldan kullanılabilmekte olup Dr Mustafa Atasoy'un tercihi vajinal tablet olarak kullanılması. Aslında yurt dışından reçetesiz dahi temin edilebilecek ciltten krem olarak sürülebilen progesteron ürünleri olmasına rağmen bu yolla alımı konusunu yapılan araştırmaları henüz çok yeterli bulmadığı için çok tercih etmediğini belirtiyor Dr Mustafa Atasoy. Progesteron ürünlerinin alerjik bir yağ olan yer fıstığı yağı içerdiği konusunda da uyarıda bulunuyor.
📍Menopoz sonrası pek çok kadının şikayetlerinden bir tanesi de vajinal kuruluk ve idrar tutmakta zorlanma imiş. Bu konuda Dr un önerisi bir estrojen çeşidi olan Estriol (E3) kullanılması. Vajina içine ve çevresine, idrar yolu ağzını da içine alacak şekilde haftada 2 defa Estriol adında piyasada bulunan ucuz ve güvenli bir krem uygulanması ile sorunun çözülebileceği bilgisini veriyor.
📍Hangi kadınla bir kadınsal şikayet üzerine bahsetsek en sık telaffuz edilenlerden biri soğan suyu diğeri de hayıt ve black cohosh. Bunlara da değinilmiş kitapta. Öncelikle bu bitkilerin hormon olmayıp yapılan tedavi de hormon tedavisi değildir demiş doktor. Black Cohosh (Yılan Otu - Cimicifuga racemosa) kök özütlerinin sıcak basmalarına yardımcı olabileceğini ancak hafif sıklet bir tedavi olduğunu yazmış. Hayıt (Vites agnus castus) bitkisinin ağustos ayında olgunlaşan meyvelerinden elde edilen özütün vücutta progesteron salgısını desteklediği yönünde de bilgiler olduğuna değinmiş. Ancak bunun da pek çok ciddi vakada yetersiz kalacağını doğrusunun vücudun ihtiyacı olan progesteronun direkt sağlamak olduğunu belirtmiş.
🔔İnanılmaz uzun bir gönderi oldu. Aklımdayken şunu da yazayım bunu da yazayım derken ortaya sayfalar dolusu bilgi çıktı. Ama kitabın en en can alıcı noktası "Dr Mine Hanım Meme Kanseri Olmayabilir Miydi?" adlı bölüm. Açık söylim bu kitap sadece bu bölüm için bile alınır. Çünkü bu bilgilere ulaşmak ülkemizde çok zor. Burada bahsedilen bilgilerin bir kısmına ben Facebook'tan aşinayım. Evet evet Facebooktan. Facebook'ta doğru yerdeyseniz çok şey öğrenebilirisiniz. Bu adres benim için başta Estrogen Dominance Support Group ve pek çok adrenal grubu idi. Yani buradaki kişilerin paylaşımlarına, gönderdikleri bilgi dolu dosyalara, konuya hakimiyetlerine bakınca ülkemizde kadınların bu konulardan bihaber olduklarını daha iyi gözlemleyebiliyorum. Hatta Dutch testinin yorumlanması veya yeterli olup olmadığı konularında ileri tartışmalar , istişareler yapıyorlar. O nedenle bu kitap çok önemli bir kaynak oldu.
Bu bölümde takma isimle anılan Dr Mine hanım 46 lı yaşlarda, bir oğlu olan, son derece sağlıklı beslenen, spor yapıp sağlıklı yaşayan bir Çocuk Hastalıkları Uzmanı. Sol memesinde 3 cm büyüklüğünde ve koltuk altı lenf bezlerinde tümör tespit edilip Kanser tanısı konan ve ardından memesi alınarak yerine protez konan bir hasta aynı zamanda. Üstelik bu tanı konmadan önce elinde "temiz bir mamografi raporu" olan bir hasta. Kendisinin yaşam koşulları nedneiyle mee kanserine yakalanmış olmasına hiç anlam veremiyor ve kanser tedavisi sonrası bunun tekrarlamasını engellemek için Dr Mustafa Atasoy u ziyaret ediyor. Bu bölümde Dr Mustafa Atasoy kanser markerlarının neler olabileceğini, kansere erken tanı koymak yerine meme toprağından kanser yetişip yetişmeyeceğini nasıl anlayabileceğimizi açıklıyor. Şayet bu markerler bilinse kanser de olmadan engellenebilirdi diyor.
Dr Mustafa Atasoy hastasında yaptığı kontrollerde ve hastalık öyküsünde Estrojen /Progestron dengesinin progesteron aleyhine bozulduğunu ve Estrojen baskınlığının oluşarak kontrolsüz hücre çoğalmasına davetiye çıkardığını anlamakta zorlanmamış. Bunun göstergelerinden bazıları kilolu olmadığı halde son yıllarda aldığı 3-4 kiloyu vermemesi, adetlerinin düzensiz ve biraz ağırlaşmış olması, adet dönemlerinin sıkıntılı geçmesi, mamografide meme yoğunluğunun artmış olması, son 5 yıldır uyku düzeninin bozuk olması hem uykuya dalmada zorluk çekmeler hem de gece uyanmaların başlamış olması, adet öncesi göğüste meme başı bölgede hassasiyet olması, uzun yıllar doğum kontrol hapı kullanması, dönem dönem yaşadığı kabızlık şikayetleri. Bu da, büyük olasılıkla 3-5 yıl boyunca kanser hücrelerinin mikroskopik büyüklükten başlayarak çok yavaş yavaş çoğaldığını, bu safhada mamografide görünmediğini, ancak belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra kan damarlarından beslenerek birden büyüdüğünü düşündürmektedir. Bu nedenle o değerli yıllar erken tanı için mamografi ile yetinerek heba edilmiş oldu.
Bu bölüm insanoğlunun biyolojisine ilişkin çok önemli bir hadise olan gündüz/gece döngüsü yani teknik terimle sirkadyen ritmini anlatıyor. Bu ritmin doğal akışında böbrek üstü bezinden salgılanan kortizol hormonu sabah biz uyanırken en yüksek düzeye ulaşır ve sabah saatinden itibaren de giderek düşer ve gece yarısına doğru bizim rahatça uyumamızı sağlamak için en düşük düzeye iner. Bu ritmik doğal akış bozulduğunda ise vücudun enfeksiyonlara ve kansere direnci kırılır, depresyon, Alzheimer vb için zemin oluşur. Gündüz/gece ritmi sağlıklı olan bir kişide kortizol eğrisi çizildiğinde uyandıktan sonra en tepeye çıkmalı, daha sonraki saatlerde giderek düşmelidir. Burada sağlıklı bir tepe noktası gösteriyor olması çok önemlidir. Bu eğri oluşmayıp da kortizol eğrisi adeta düz çiziyorsa kansere direnç ciddi manada düşük olacaktır.Bu kitabın bir güzel özelliği de görsellerle, grafiklerle zenginleştirilmiş olması. Bunun grafiği kitapta mevcut.
Dutch Testinde kişi rutin bir gününde önce sabah kalkar kalkmaz, ardından 2 saat sonra, akşam üstü ve gece yatarken olmak üzere toplam 4 kez idrar örneği alır. Bunlara bir kurutma kağıdı daldırıp çıkararak kurutur. Böylece tüm güne yayılan örnekler alınmış olur. Şu linkten kitleri ve yapılış talimatlarını izleyebilirsiniz. Bu test ile gelen raporda kortizol eğrisi incelenerek kişinin kanser direnci anlaşılabilmektedir. Bu anlaşılınca da daha oluşmadan bile kansere dair tedbirler alınabilmektedir. Bu tedbirler arasında hipnoterapi, nefes egzersizleri, yoga gibi stres azaltıcı teknikler, çeşitli mikrobesin destekleri ayrıca çeşitli adaptojen bitkilerin standardize edilmiş özleri, çeşitli bitkisel extraktlar sayılabilir.
Bu test kortizol değerleri haricinde DHEA , toplam estrojen , progesteron, testosteron hakkında da bilgi verir. Estrojen metabolitlerini yani estrojenin nasıl işlendiğini de gösterir. Estrojeni işleyen tezgahların iyi yönde mi yoksa kanserojen özellikte mi estrojen atığı ürettiğini anlamamıza yardımcı olur. Buradaki sonuca göre kanseri tetikleyen metabolik atıkların fazla olduğu tespit edilirse DIM (diindolilmetan) adı verilen besin özü kullanılır. DIM lahanagillerden elde edilen doğal bir madde olup memede estrojenlerin işlendiği tezgahlardan sağlıklı olanlarına hız verirken kanserojen atık ortaya çıkaranları yavaşlatıyor.
Yani Dutch testinden yola çıkılarak önce hastanın sirkadyen ritmi düzeltilerek kanser direnci arttırılır. Buna ilaveten, yeni kanser hücrelerinin gelişmesine engel olmak için estrojen metabolizması kanser üreten taraftan sağlıklı yöne doğru çevrilmiş olur.
Dr Mustafa Atasoy Mine Hn ın tedavi planını 4 başlıkta toplamıştı.
i) Vücudun fazla estrojeni dışarı atmasına yardım etmek:
Estrojenin fazlasını karaciğer safra ile bağırsağa atıyor. Ancak kabızlık gibi bir problem var ise orada uzun süre kalacağı için vücuda geri emilmesi mümkün olabilmekte.Bunu engellemek amacıyla Ca-D-Glutcarate adında bir doğal bileşiği destek olarak almasını sağlıyor.
Önemli not ve tavsiye: Homosistein değerinizi ölçtürün. Bu değer yukarıda da belirttiğim gibi 6-8 mmol/L arasında olmalı. Bu aralıkta değilse vücutta yolunda olmayan kimi şeyler olduğunu gösterdiğinden bahsediyor. Yolunda olmayanlardan biri de estrojen atıklarının temizlenemiyor olmasıdır diyor.
Diğer yandan ağır metal testlerinin yapılması da çok önemli. Örneğin mine hanımın yapılan testlerinde Arsenik yüksek bulunuyor. Arsenik kanserojendir. Hücrenin enerji üreten ve toksinleri temizleyen işlevlerini bozar. Tarım ilaçları, duvar kağıtarı, seramik, ahşap kaplamalar gibi çok yere girebilen bir ağır metaldir.
ii) Estrojen metobolizmasını kanser hücresi üretmeyen sağlıklı bir yöne çevirmek:
Bunun için her gün öğünlere kırmızı lahana, roka, alabaş, turp, buharda hafif pişmiş brokoli, karnabahar ilave etmek, bu sağlanamıyorsa lahanagillerden elde edilen DIM ile takviye etmek bu konuda destek sağlayabilir.
Nar, üzüm çekirdeği, vişne, karadut gibi meyvelerdeki flavonoidleri her gün düzenli kullanmak ya da bunları içeren kapsül almak
Yüksek EGCG içeren yeşil çay ekstresi, piknogenol, resvetatrol, centella asicatica (gotu kola), yaban mersini antosiyanidinleri, üzüm çekirdeği antosiyanidinleri ile kanser hücre gelişimine set çekilebilir.
iii)Doğal progesteron kullanarak dengeyi kurmak,
iv) xenoestrojenlerden hastayı uzak tutmak.
📍 POLİKİSTİK OVER: Artık o kadar yaygınlaştı ki bu terimi duymayan kalmadı. Özellikle infertilite tedavisi görenlerin aşina olduğu bir kavram. Kitabın son bölümlerinde Mustafa Atasoy bu yaygın rahatsızlığı da mercek altına almış. Normalde her adet döneminde çok sayıda yumurta gelişip içlerinden birisi çatlamayı ve yumurtlamayı başarır. Bu çatlayan yumurtanın kabuğu korpus luteuma dönüşüp progesteron salgılarken diğer çatlamayan yumurtalar büzüşüp küçülerek kaybolur. Polikistik overda ise gene çok sayıda yumurta birlikte gelişir ancak hiçbiri çatlamaz. Yani yumurtlama (ovulasyon) gerçekleşmez. Bu nedenle bunların birçoğu büzülüp küçülmez. Ultrasonda muayenede çok sayıda kist varmış gibi görünüm alırlar. Adı da buradan gelir zaten. Korpus luteum gelişemediği in progesteron salgılanamaz. Çatlamayıp kistik büyüklüğe ulaşan yumurtalar kaybolmak yerine uzun süre faal oluyorlar ve ciddi ölçüde estrojen salgılıyorlar. Bu da polikistik overlı bir vücut kesinlikle estrojen baskınlığı yaşıyor demektir.
Çok önemli bir bilgi de bu hastalığın oluşmasındaki ana sebeplerden biri de insülin direncidir. İnsülin direncini çözdüğünüzde bu hastalıktaki hormonal düzensizlik kısırdöngüsünü çözebilirsiniz.Yani yaşam modeli olarak bir şeker hastası için doğru olan pek çok şey bir polikistik overli için de doğrudur.
Dr Mustafa Atasoy polikistik over ile mücadelede etkin ve doğru döngüsel progesteron desteğinin yanında planlı bir egzersizin ve sağlıklı bir bağırsak florasının çok gerekli olduğuna değiniyor. Ayrıca önerdiği besin destekleri: İnozitol, Tarçın 10:1 ekstraktı, Krom, Alfa Lipoik Asit, N-Asetil Sistein, Berberin, Çemen Otu (fenugreek) %20 extraktı, Gurmar (Gymnema sylvestre).Şu çok önemli notu da ilave etmiş. Hamile kalma arzu ve olasılığı olanlar Berberin'den uzak durmalıymış.
Polikistik overda günümüzün doktorları tarafından yaygın uygulama hastaya doğum kontrol hapı vermek. Ama bakın bu hap sistemi nasıl kapatıyor ↡
📍 Doğum kontrol Hapı Kullananların Bilmesi Gereken Önemli Bir Not
Doğum kontrol hapı beyinden salgılanıp yumurtalıklara ulaşarak adet döngüsü için onlara çağrıda bulunan FSH, LH gibi hormonları susturur. Bu doğal döngüyü başlamadan yok eder. Bunun yanı sıra rahim ağzındaki salgıları, spermin geçemeyeceği şekilde değiştirerek de gebe kalmayı engeller.Yani doğum kontrol hapı kullanan kadının yumurtalıklarında yumurtalar yarı yola kadar gelişir ama içlerinden biri çatlayamadan tümü büzüşür. Görülen adet ise doğal bir adet değildir.Çünkü yumurtalıktan değil haptan gelen hormonla (sahte progestin ve estrojen) rahim içi kalınlaşır ve ardından dökülür.Beyin ve yumurtalık devreden çıkarak rahim ve hap arasında gerçekleşen suni bir adet kanamasıdır. Bu sebeple de doğum kontrol hapı kullanmanın adetleri düzenlediği zannedilir. Aksine hormonal sisteminiz devreden çıkmıştır. Bu hapın içerisindeki sahte progestin rahimde progesteron gibi iş görse de diğer vücut dokularında yani beyin, kemik, kalp, meme gibi organlarda reseptörlerin önünü tıkar.
📍 ÇİKOLATA KİSTİ HASTALIĞI (ENDOMETRİOZİS: Ağrılı adetlere neden olan ve infertilite nedenleri arasında adı en başta geçen bir rahatsızlık. Endometriosiz, rahmin iç yüzünü kaplayan ve endometrium denen tabakaya ait dokunun , normal adet kanamasında olduğu gibi önce rahim iç boşluğuna, oradan vajene ve dışarıya akıp dökülmek yerine geriye, rahmin kollarına yani tüplere doğru ilerleyip yumurtalıklar üzerine ve karın boşluğuna dökülerek buralarda yerleşmesi olarak tanımlanabilir. Normalde bulunmaması gereken bu noktalara yerleşen rahim içi dokusu, her adet döngüsünde hormonların etkisi ile sanki rahim içiymiş gibi büyür, gelişir ve dökülmek ister ancak dökülecek yer bulamaz.Karın içinde, yumurtalıklar üzerinde, hatta kalın bağırsak ve mesane duvarı üzerine dökülerek buralara yerleşebilen rahim dokusu, her adet döneminde hormonların etkisiyle büyüyüp kalınlaşarak büyüdüğü organ ve dokuda baskı ve ağrıya yol açar, adeta iltihaplı biçimde içi kan dolu kistlere dönüşür şiddetli ağrıya neden olur.Çikolata kisti deyimi içi kan dolu olmasından gelir.
Endometriosis dokusu estrojene bağımlıdır. Bu nedenle yatıştığı iki durum menopoz ve hamilelik. Hamilelikte çok yüksek estrojen olsa da plasentanın salgıladığı çok yüksek progesteron da mevcut. Menopozda ise malum estrojen düşük.
Dr Atasoy Tedavisinde doğal progesteron desteğinin yanı sıra yiyecek seçimlerinin çok etkili olduğunu vurgulamış. Aynı zamanda besin desteklerinden de yardım almayı gerekli görüyor. İnflamasyonu azaltacak yönde hareket edilmeli.Çünkü bir nevi mikropsuz iltihap söz konusu bu hastalıkta.Bu nedenle anti-inflamatuvar beslenme kilit önem taşıyor. Yeşil çay, resveratrol, N- setil sistein, Alfa lipoik asit, Melatonin, nar özütü, yaban mersini özütü, pycnogenol, üzüm çekirdeği extraktı, gotu kola, keten tohumu , beyaz kültür mantarı, iyot dostu bu hastaların.Özellikle melatonin çok elzem.
Satır aralarında o kadar çok detay bilgi var ki.. O yüzden bu inceleme ile yetinmeyin ve kitabı okuyun. Özellikle son kısımlarda kadınlarda kemik erimesi ve erkeklerde testosteron konusunu incelemiş ki ikisi de çok kıymetli bilgiler içeriyor.
Son söz olarak bu kitabın sağlık üzerine ülkemizde yazılmış en önemli kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.Eğer doktorlar burada yazan bilgileri uygulamaya geçirebilirse pek çok kadın dolayısıyla pek çok aile daha mutlu olacak, kadınlar doğal olduklarını düşündükleri için katlandıkları rahatsızlıklardan kurtulabilecek, meme kanseri öncesi hastalığı önlemek, meme kanseri sonrası da nüksetmesini önlemek mümkün olacak. Bence bu kitabın sayfalarında ülkemiz için gerçek bir sağlık reformu yer alıyor. Bravo Dr. Mustafa Atasoy.
🌼 🍁 🌼🍁🌼🍁🌼🍁🌼🍁🌼🍁🌼🍁🌼🍁🌼🍁🌼🍁🌼🍁 🌼 🍁
Bloğuma ayırdığım sürenin sonuna geldim. Epey kapsamlı bir kitap taraması oldu. Ben bir papatya çayı içip artık bu yazı için bozduğum gündüz/gece ritmimin balans ayarını yapayım. Güzelim Mayıs geldi geçti bile. Haziran güzellikler, yeni kararlar, kendimizin en iyi versiyonunu getirsin hepimize.
Kitapta tedaviye yönelik yöntemler vs var mı merak ediyorum?
YanıtlaSilEvet var; gayet detaylı ve net bir anlatımda hazırlanmış.
YanıtlaSilÇok güzel bir kitap tanıtımı olmuş emeğiniz için teşekkürler
YanıtlaSilçok teşekkürler
YanıtlaSil