Blogu açarken bu kadar çok ve uzun süre yazacağımı hiç düşünmemiştim. Blog
yazmanın en güzel tarafı bir şeylerin kaybolmaması. İnstagram gibi hızlı
değil, akıp gitmiyor ya da facebook gibi satır aralarında kalmıyor bilgi. Bir
kitap gibi, yazarının da editörünün de ben olduğum. Yıllar önce yazdığım bir
gönderiye girdiğimde o andaki ruh halime, yaşadıklarıma, elimi tutanlara geri dönmeme vesile
olabiliyor. Yolun neresindeydim bilebiliyorum. Üzerine ne katmışım
bildiklerimin, nelerin yakasını bırakmışım somutlaşıyor. Yazmak, öğrendiklerimi paylaşmak benim için bedenimde, ruhumda biriken toksik enerjiyi atma yollarından biri. Bugünkü gönderim aşırı uzun. Ama bence çok faydalı bir derleme oldu. Yani zaman ayırıp okuduğunuza değecek.
Konu
yine beslenme sağlık ilişkisi. Her gün daha fazla sayıda insan nasıl sağlıklı
besleneceği üzerine kitaplara, uzmanlara, internete, sosyal medyaya danışıyor.
Ve buna rağmen hala herkesin kafası neyi, ne kadar, neden, nasıl ve ne zaman
yiyeceği konusunda karışık. Yemek yemeye hala sadece kilo meselesi olarak bakan
sığ bir yaklaşım söz konusu. Oysa mesele bundan daha fazlası.
Bir
süredir okudukça beni içine çeken bu kitabı bloğumda yazsam, şöyle şahane, dolu dolu bir özet geçsem diyordum. Ancak biliyorum ki çok esaslı, uzun bir özet olacak
fırsat bulup başlayamadım. Ayşegül Çoruhlu çalışkan okurları sever 😏 Onun
izinden gidelim. Bu gönderi Sirkadiyen Beslenme adlı kitaba dair aldığım
notları, yaşadığım aydınlanmaları, kendi izlenimlerimi içeriyor.
Sirkadiyen Beslenme, Ayşegül Çoruhlu’nun dördüncü
kitabı.
👈Hem güzel, hem zeki, hem espirili, hem bilimsel, hem de iyi bir yazar son derece de interaktif bir doktor. Doktorun aslında dört kitabı da beslenme üzerine. Alkali Diyet, Tokuz Ama Açız, Kuantum Beslenme diğer kitapları.
👈Hem güzel, hem zeki, hem espirili, hem bilimsel, hem de iyi bir yazar son derece de interaktif bir doktor. Doktorun aslında dört kitabı da beslenme üzerine. Alkali Diyet, Tokuz Ama Açız, Kuantum Beslenme diğer kitapları.
Ayşegül
Çoruhlu beslenmeye hücre düzeyinden, hücre
içi düzeylerden bakan bir yaklaşım ile yazıyor kitaplarını. Bu yaklaşımı da
okurlarına olabildiğince basitleştirerek ama bilimsel çizgiden taşmadan anlatma
gayreti içerisinde. Sağlığa dair bilgileri mitokondri, hücre sağlığı ve
sirkadiyen iç saat ile bağlayarak aktarıyor.
Başta
söyleyeyim kitabı çok beğendim. Altı
çizilecek, defalarca okunacak bir kitap. Öyle yolda, serviste giderken, ya da
cafede müzik dinlerken okunacak türden değil ama. Üzerinde çalışılarak notlar
alınarak okunacak, fosforlu fosforlu çizilerek okunacak türden. Yazarın
kalemine sağlık, beynine sağlık. Mitokondrilerinden öperim. Mutlaka alın okuyun. Bu kitabı edinin (Benim bloğumdaysanız sağlıklı yaşam odağınızda diye
düşünerek bu öneride bulundum). Kimler okusun; başta kronik
hastalıklarının farkında olup mücadele edenler. İkinci olarak anneler ve anne
adayları. Üçüncü olarak kilo probleminin aslında ne olduğunu ve fazla
kilolarından kurtulmanın esaslarını öğrenmek isteyenler. Beslenme ve biyokimyamız
arasındaki korelasyonu merak eden herkes severek okuyacaktır.
Adı
üzerinde kitap, Sirkadiyen ritme göre beslenmeyi anlatıyor. Biyolojik iç saat sağlığını anlatarak biyolojik
iç saatimizi nasıl kurmamız gerektiğini tarif ediyor en yalın haliyle. Kitabı okudukça
YEME ZAMANININ ne kadar yediğinden
daha önemli bir şey olduğunu kavrıyoruz. Ne
zaman yiyeceğini ve ne zaman
yemeyeceğini bilmek işin püf noktası. Sadece bununla kalmıyor her gün üç öğün yemek yediğimiz halde hala
enerjisiz hala yorgun olmamızın, hasta olmamızın ne anlama geldiğini anlatıp
gıda seçimlerimizi sorgulatıyor. Çok güçlü biyolojik bir makineye sahip
olduğumuzu fakat bunun kullanımından da bir o kadar bihaber olduğumuzu bilimsel
bilimsel gözler önüne seriyor.
Güne
ve geceye olan adaptasyon haline “sirkadiyen ritim” deniyor. Latince’den gelen SİRKADİYEN kelimesinde circa etrafında, diem de gün demektir. Sirkadiyen tam olarak gün içinde değişen demektir. Gün içinde tüm biyolojik olaylar bir döngü takip ederek değişir.
Gün,
güneş ışığı var demektir. Gece, güneş
ışığı yok demektir. Vücudumuzdaki tüm hücrelerde biyolojik saat reseptörleri vardır. Gün ve gece farkını
ışığın dalga boyundan algılarlar.
Dünya
saati ile uyumlu olmak bir hayatta kalma
meselesidir. Yani mevsimlere, iklimlere, günlere, gecelere UYUM
SAĞLAYABİLENLER canlı kalabilmiş, UYAMAYANLAR yok olmuştur.
< 2017 yılında Nobel Tıp ödülü biyolojik iç saati
yani sirkadiyen ritmi kontrol eden moleküler mekanizmanın keşfine verilmiş. Bu
konu üzerine üç bilim adamı birlikte çalışmış.
Vücudun genel sağlık
durumu iç saat ile dış saatin birbiriyle uyumu bozulduğu anda bozuluyor. Örneğin vücudumuzun
biyolojik iç saati ile uyumsuz olan yaşam şekli alışkanlıklarımızla sağlığımız bozuluyor.
Yemek
yemek/aç kalmak, uyumak/uyanık olmak, hormonların azalması/artması,
öğrenmek/bilgiyi hafızaya almak, onarım işlemleri, detoks işlemleri, sindirim,
vücut ısısı, enzimler, üreme, menopoz
gibi vücudumuzdaki tüm işlemler bu sirkadiyen saate ayarlıdır.
Günün
ve gecenin farkını algılayan sirkadiyen
reseptörlerin etkisiyle, akşam olunca, kan şekerini hücre içine sokarak
enerjiye dönüştürmek yerine, yağ olarak depolamaya yönelik bir sistem çalışır.
Yağ depolamaya artan eğilim yüzünden az miktarda yenilse bile akşam saatindeki
yemek özellikle iç organ yağlanması olarak kiloya dönmeye daha yatkındır. Bu şu
anlama geliyor kan şekerini ayarlayan
insülin hormonu üreten organımız olan pankreasın çalışması sirkadiyendir.
Yani günün bazı saatlerinde daha çok, bazı saatlerinde daha az çalışır. Günün
erken saatlerinde pankreasın üzerindeki sirkadiyen reseptörleri sabah olduğunu
bilir ve kan şekeri ayarlamalarını daha iyi yaparlar. Gündüz insülin glukozu enerji için daha başarılı bir şekilde hücreye
sokarken gece daha çok yağa çevirir.
i Gün döngüsü içinde iki farklı metobolik işlem oluşur.
Bunlardan ilki KATABOLİK ZAMAN: Yani
gündüz olan olaylar yani enerji üretme, hareket etme, yakma zamanı. Diğeri ANABOLİK ZAMAN: Gece olan olaylar,
depolama, büyüme, tamir etme zamanı
MELATONİN VE KORTİZOL E BAKIŞ
Sirkadiyen
ritmin gece bölümünü başlatan hormon
melatonin, sirkadiyen ritmin gündüz bölümünü başlatan
hormon sabah bizi uyandıran kortizoldür.
Melatonin salgılanması pankreasa enerjiye, dolayısıyla insüline gerek olmayacak
dinlenme zamanı yani gece olduğu
bilgisini iletir. Bunu pankreastaki melatonin reseptörleri ile yapar.
Sabaha karşı ise gün ışığının artması ile melatonin düşer ve melatoninin zıddı
olan kortizol hormonu yükselir.
Kortizol hormonu “savaş veya kaç” hormonudur. Yani hafif bir stres hormonu
yükselmesi ile uyanırız. Güne enerji lazımdır. Kortizol salındığında kan şekeri de artar. Yani melatonin ve
kortizol birbirine ters çalışırlar. Biri yüksekken öbürü düşüktür. Mesela
obezitede kortizol yüksekliği olur. Tip 2 diyabetlilerde melatonin düşük
kortizol yüksektir. Gece uykusuz kalmak
bu şekilde kronik stres yaratır.
Melatonin için ideal olan kan şekerinin düşük olduğu
açlık hali ve karanlık ortamdır. Salınmaya başladığı saat akşam 9 civarıdır. 11 e doğru pik
yapar, gece boyu sürer.
Melatoninin
sağlıklı olarak devreye girmesi için salınmasından önce kan şekeri-insülin işlerinin bitmesi gerekir. Bunun için de yemek
faslının akşam saat 9 dan 3-4 saat önce sonlandırılması gerekir.
LEPTİN E BAKIŞ
Leptin tokluk hormonudur. Yemek sonrası salınır. Leptin yağ dokusundan salınır. Hipotalamusa
gider. Beyne tok olduğumuz bilgisini
verir. Leptin varsa ve hücreler üzerinde etkili ise tok hissederiz.
Leptin
in karşı kutbu grelindir.
Mide boşsa grelin mideyi guruldatarak
açım der. Midenin dolmasıyla mide duvarı gerilince grelin susar.
Biz
leptinimizin baskın olmasını isteriz. Çünkü leptin var ve etkili ise vücut fazla yemek istemez. Leptin yağ
dokusundan salınmasına rağmen şişmanlarda yeterli değildir. Çünkü tıpkı insülin
rezistansı olduğu gibi leptin rezistansı
kavramı da vardır. Yani hücreler mevcut leptin miktarına rağmen bunu tokluk
sinyali olarak algılayacak kadar hassas değillerdir.
Leptin en rahat gece saat 2 ve 4 arası salınır.
Bu saatler tam da uykuda büyüme
hormonunun salındığı, yeterince açlık olduğu için insülinin ortalıklarda
bulunmadığı saatlerdir.
Akşam
açlığı ile sirkadiyen ritme uygun uyku
saati olan 23:00 gibi yatarsak uykuda yağ yakımı başlar.
Tıpkı
yağlı yiyecek yemişiz ve doymuşuz gibi mitokondrilerde
yakılan yağlar leptini yükseltir. Bunun
yapılabildiği her gece leptin duyarsızlığı azalacaktır.
APOPTOZ
Apoptoz gün boyunca eskiyen, hasarlanan hücrelerin gece onarım saatinde
tespit edilip yok edilmesidir. Planlı yapılır. Her gün milyonlarca hücre
apoptoza uğrar. Vücudun sağlıklı kalması için dozunda ve isabetli bir apoptoz gereklidir.
Gece
uykusuna tıka basa dolu değil de aç karınla yatılırsa apoptoz daha isabetli
yapılır. Temizlik tam yapılır.
Ancak
erken yani normal hücre ömründen daha erken hasara uğrayan hücre sayısı
arttıkça bu bazı organlar için sorun olabilir. Mesela beyin ve sinir sistemi hücreleri apoptoz ile imha edildiğinde yerine
yenisi gelmeyecektir. Zamanla azalan sayıda hücre ile beyin aynı işi
yapmaya çalışacaktır. Yaşlılıkla beraber sayıları iyice azalan hücreler beyinde
ATROFİ dediğimiz küçülmeye sebep
olacaktır. Özellikle demans, Alzheimer, Parkinson gibi durumlarda daha
ilerlemiş haliyle gözlenen bir dejenerasyon vardır. Yaşlılıkla kaslardaki atrofiye de SARKOPENİ deniyor.
Mühim
olan hücrelerin zamanından önce
hastalanmaması ve apoptozla kaybedilmemesidir.
Hücrenin
zamanından önce hasarlanmasının arkasındaki ilk cevap hücrenin SERBEST RADİKAL HASARINA
uğramasıdır. Bu serbest radikallerin vücut içindeki ilk kaynağı ise enerji
üretiminden sorumlu enerji santrallerimiz MİTOKONDRİLERDİR.
Mitokondri içindeki çalışma da
sirkadiyen ritme tabidir. Bu sebeple mitokondrilerin
hangi saatte ne yersek daha çok serbest radikale sebep olduklarını öğrenmemiz
sağlıklı uzun ömür açısından önemlidir.
Bunlardan
anlaşılacağı üzere “kilo almıyorsam gece
de yiyebilirim” zihniyeti sirkadiyen döngünün bozulmasına, hücrelerin zamanından
önce intiharına ve ideal sayıdaki hücrelerin zamanla azalmasına, hızlı yaşlanmaya neden olacaktır.
📍 Kitapta güzel bir
örnek vermiş doktor. Diyelim ki karaciğer hücresinin ömrü ideal şartlarda 3 ay.
Eğer normalden fazla iş yüküne sebep olursak yani toksinler, stres, gereksiz
ilaç kullanımı, alkol vb bunlarla karaciğere yüklenirsek bu durum hücre başına
düşen detoksifikasyon yükünü artıracaktır. Bu dışarıdan gelen toksik etkenler
sebebiyle mikro düzeyde temizlenecek çok fazla serbest radikal olacaktır.
Üstüne akşamları da tıka basa yemek yeniyorsa karaciğer hücrelerindeki iç
serbest radikal yükünü ekstra artırmış oluruz. Bunun sonucunda da normalde
olması gerekenden daha fazla hücre hasarlanıp apoptoz olacak. Hücrelerin ve
dolayısıyla karaciğerin ömrü kısalacaktır.
NEKROZ
Eğer
hücrede ani ve yüklü hasarlanma varsa, yani aşırı hızlı oluşan serbest radikal hasarı varsa (bu bir travmadan
olabilir, kan akımının kesilmesiyle oksijen eksikliğinden olabilir,
toksinlerden, enfeksiyondan olabilir) plan dışı gelişen bir haraplanma, hücre
kaybı olur; temizlenecek çok çöp oluşur. Buna nekroz denir. Apoptoz planlı idi. Nekroz planlı değildir.
Nekrozun artıklarını temizlemek ise apoptoz artıklarını temizlemekten çok daha
zordur. Mesela kalp krizinde kalp kası hücreleri nekroz olur.
NEKROPİTOZ
Apoptoz
ve nekroz arasındaki bir durum olup daha
çok kronik hastalıklarda görülür. Sürekli ve sinsi olarak devam eder. Bu
durum söz konusu bölgenin etrafında inflamasyon
oluşturur. Çünkü vücut bunu temizlemek ister ancak sinyal tam bir apoptoz
olarak gelmez. Söz konusu hücrelerde uzamış bir beceriksizlik durumu, verilen sinyali alamama hali gelişmiştir.
Çeşitli iç ve dış etkenlerden (beslenme dahil) biraz da genetik yatkınlıktan
olabilir. Bu nekropitoz
durumu yeterince uzun devam ederse o hücrelerde başkalaşma (diferansiasyon)
ardından da proliferasyon yani çoğalma başlar.
Bütün
bunlardan dolayı gerekenden hızlı ve fazla sayıda apoptoz olmaması için vücudun
kendi check up ını yapacağı akşam ve
uyku saatlerinde onu rahat bırakmak gerekir. Özellikle ucuz yakıt olan unlu
ve şekerli gıdaları geceye koymak, bu kendi kendine yapılacak check up
sistemini bozar. Sistem apoptoz yerine nekropitoza kayabilir.
OTOFAJİ VE MİTOFAJİ
Otofaji basit tabirle kendi
kendini yemek anlamına gelir. Vücut açlık durumunda mühim işler için gereken
enerjiyi en kötü hücreleri yakıta çevirerek sağlamaktadır. Mühim organ hücrelerine gerekli olan yapısal malzemeler yarı
hasarlanmış ve eskimiş hücrelerden sağlanır. Yani kötü hücreden yedek parça
alınır.
Enfeksiyonla savaşan
sistemler
otofajiden yardım alır. Otofaji, enfeksiyon durumunda işgalci bakteri ve
virüsleri yok edebiliyor.
Bozulmuş
otofaji tip 2 diyabet, yaşlanmanın kendisi ile gelen tüm hastalıklarda ve
kanserde söz sahibidir.
Mitofaji ise hasarlı
mitokondrinin diğer mitokondrilerce yedek parça olarak kullanılmasıdır.
Her ikisi de akşam
açlığında olur.
GECENİN VE GECE AÇLIĞININ FAYDALARI
⏳Gece açlığı beynin korunmasını sağlar ve yenilenmesini
artırır. Gündüz yenilen kötü besinleri kullanan mitokondriler fazla serbest
radikal çıkarır. Gece açlıkta bu kötü
mitokondriler mitofaji ile yenerek enerji için kullanılır. Sabaha iyi
çalışan sağlam mitokondriler ile uyanırız.
⏳ Bir
beyin kimyasalı olan BDNF açlıkta artar
ve gece açken beyindeki mitokondri sayısını artırır.
⏳ Gece açlığı beynin
kapasitesini de artırır.
⏳Bağışıklık
sistemi gece açlığında düzenlenir. Lenfosit, lökosit gibi bağışıklık hücreleri
yenilenir.
- Çalışmalar inme sonrası iyileşmenin gece açlığı ile hızlandığını da göstermiştir.
- Kanserde tümör hücrelerinin kemoterapi ilaçlarına dayanıklılığı
gece açlığı ile azalır.
⏳Açlık
ve gece açlığında insülin rezistansı
azalır. Kan şekeri düşer. Yeterince açlıkta karaciğerdeki depo şeker olan
glikojen de harcanır, sonra sıra yağ yakmaya gelir. Uyurken iç organlar etrafındaki yağlar enerjiye çevrilir.
⏳Gece
açlığı kolestrolün düşmesini ve
trigliserit azalmasını da sağlar. Tansiyonun bile gece açlığı ile azaldığı
hayvan deneylerinde gösterilmiştir.
⏳Gece
açlığında istenmeyen yağlar yakılırken, yağ yakmanın bonusu olan cilt
nemlendirmesinden de faydalanırız.
Dr
Ayşegül Çoruhlu’ya göre gündüz saat 17:00 de yeme işlemi
bitirilerek 23:00 de uyumak sirkadiyen ritmimize en uygun yol.
Ayşegül
Çoruhlu kitabında gündüz açlığı ile
yapılan aralıklı açlıklara pek taraftar olmadığını belirtiyor. Bunun sebebi
olarak da insanın evrimsel gelişiminde “gündüz
ışığı varsa yemek bulunur” mantığı olduğu için gündüz uzun süreli açlığın
hücreler üzerinde stres yaratacağını savunuyor.
⏰ Sirkadiyen saat
genleriyle ilgili varılan sonuç, hem
ışığın hem yeme düzeninin bu genlerin çalışmasını değiştirdiğini ispatlamıştır.
Gıdaya ve geceye duyarlı genler ne
kadar yediğimizden çok ne zaman
yediğimizi umursuyor.
📍Örneğin;
24 saat açlığa maruz kalan deney hayvanlarında karaciğerde sirkadiyen saat genlerinin aktivasyonlarının eğer bozulmuşlarsa düzeldiği görülmüştür.
Günün 16 saatinde aç 8 saatinde beslenen farelerin sirkadiyen saat genlerinin olumlu çalıştığı görülmüştür.
Toplam kalori aynı kalarak 24 saat sürekli beslenen laboratuvar farelerinde ise sirkadiyen saat genlerinin çalışması düzensizleşmiştir.
📍Örneğin;
24 saat açlığa maruz kalan deney hayvanlarında karaciğerde sirkadiyen saat genlerinin aktivasyonlarının eğer bozulmuşlarsa düzeldiği görülmüştür.
Günün 16 saatinde aç 8 saatinde beslenen farelerin sirkadiyen saat genlerinin olumlu çalıştığı görülmüştür.
Toplam kalori aynı kalarak 24 saat sürekli beslenen laboratuvar farelerinde ise sirkadiyen saat genlerinin çalışması düzensizleşmiştir.
Bu
temel bilgilerden sonra Ayşegül Çoruhlu 5 adımda 5 soru ile beslenmenin, enerji
üretiminin, enerji yakmanın biyokimyasını anlatıyor.
Yaşlanmanın
gerilemesi ve hastalıkların azaltılması için elimizdeki en büyük güç ağzımıza
ne koyduğumuzu bilmektir. Neden yiyoruz sorusunun gerçek cevabı MİDOKONDRİLERİMİZİ beslemek içindir. Bu
da mitokondrilerimizin performansını arttıracak şekilde olmalıdır. Aynı şekilde
organların performansı da mitokondrilere bağlıdır. Çünkü yeterli enerji yoksa
görev aksar.
MİTOKONDRİLER
🔋 Hücre içindeki minik organcıklardır. Yani organellerdir.
🔋 Her
hücrede
bulunur.
🔋 Sayıları hücre başına
yüzlerce, binlerce olabilir.
🔋 Hücrenin ihtiyacı
çoğaldıkça sayısı artar.
🔋 Kas, beyin,
karaciğer, kalp yüksek sayıda
mitokondrisi olan hücrelere sahiptir.
🔋Mitokondriler çocuğa sadece anneden geçerler. Babadan
geçmezler. Kadın soyu mitokondrileri nesilden nesile taşıyor.
🔋 Kendi DNA
ları vardır.
🔋Aklımıza gelebilen tüm hastalıklarda mitokondrilerin düzgün
çalışıp çalışmaması hastalığın kaderini belirler.
🔋 Mitokondri oksijensiz enerji üretemez.
🔋 İç ve dış zarı olan
mitokondrinin iç zarı kıvrımlı bir
yapıdadır. Bu iç zar üzerinde enerji
üretimi yapılır. Kıvrımlı olması sayesinde geniş bir yüzey alanına sahiptir
ve enerji üretecek alan çoğalmıştır. Mitokondri pililerinin hasarlanması da
sızdıran mitokondri problemine sebep olur.
🔋 Mitokondrinin iç
kısmına matriks denir.
🔋 Mitokondriler glikoz, yağ ve proteinden enerji elde
edebilirler. Ancak tercih sıraları önce glikoz, sonra yağ sonra proteindir.
Glikoz kolay yanan bir yakıttır. Ama biraz kirli
ucuz bir yakıttır. Bu nedenle yakıt olarak glikoz kullanılması bir takım sağlık sorunlarına sebep olur.
Sağlıklı
hücreler glikozun az veya olmadığı durumlarda ikinci seçenek olarak yağın
yakılmasını sağlar. İhtiyaca göre glikoz
yakma ve yağ yakma arasında metabolik geçişi hızlıca yapabilen hücreler sağlıklı
hücrelerdir.
GLİKOLİZ
Yemek
yedikten sonra sindirim sonucu glikoz kana geçer ve kan damarları ile hücre
kapısına ulaşır. Kandaki glikozun yüksekliğine bağlı olarak pankreastan
salgılanan insülin hormonu glikozu hücrenin içerisine sokar. İçeri giren glikoz
sitoplazmada pirüvat a
dönüşür ve 2 birim ATP yani çok az bir
enerji oluşur. Bu işleme GLİKOLİZ denir. Glikolizde oksijen kullanımı yoktur yani anaerobik
bir enerji üretimidir.
Glikolizden
sonra iki yol vardır.
1. Yolda eğer ortalıkta oksijen varsa, mitokondriler sağlamsa ve çok yemek yenilmediyse pirüvat rotayı mitokondriye doğru kırar.
2. Yolda ise eğer yeterli oksijen yoksa, mitokondriler hasarlı ise ve çok fazla yemek yenilmişse (özellikle karbonhidrat ağırlıklı) pirüvatın tamamı mitokondriye gidemez. Glikolizde kalır. Fermente olur ve laktik asit oluşur. Laktik asit üretimi arttıkça pH giderek asitlenir ve hücre için yaşamla bağdaşmaz. Bu nedenle hücre dışına atılır ve karaciğerde onu temizlemeye çalışır.
1. Yolda eğer ortalıkta oksijen varsa, mitokondriler sağlamsa ve çok yemek yenilmediyse pirüvat rotayı mitokondriye doğru kırar.
2. Yolda ise eğer yeterli oksijen yoksa, mitokondriler hasarlı ise ve çok fazla yemek yenilmişse (özellikle karbonhidrat ağırlıklı) pirüvatın tamamı mitokondriye gidemez. Glikolizde kalır. Fermente olur ve laktik asit oluşur. Laktik asit üretimi arttıkça pH giderek asitlenir ve hücre için yaşamla bağdaşmaz. Bu nedenle hücre dışına atılır ve karaciğerde onu temizlemeye çalışır.
Kanser ve kronik
hastalıklarda
glikoliz uzun süreli devam eder. Bu durumda hücreler glikolizden mitokondriye
devam eden uzun yolu kullanmak istemez. Az bir miktar enerji üretirler. Oysa glikolizin kısa süreli olması, devamının
mitokondride sürmesi sağlık için şarttır. Misal kanser hücreleri de
glikolizde ısrarcı oldukları için aşırı miktarda laktik asit üretirler ve
laktik asiti hücrenin dışına atarlar. Hücre dışı o kadar asitlenir ki
bağışıklık sisteminin kanserli hücreyi tespit etmesi zorlaşır ve hatta kemo
ilaçları bile o asit mantosu yüzünden kanser hücrelerine yaklaşmakta zorlanır.
MİTOKONDRİDE ENERJİ ÜRETİMİ
Glikolizden
gelen Piruvat mitokondriye girebilirse önce iç kısımdaki matriks alanına gider. Orada TCA
siklusu (Kreps Döngüsü) denen döngüye girer. Bu işlem sonucunda pirüvattan
NAD ve FAD a yiyeceklerden gelen hidrojenler (H) eklenerek NADH ve FADH2 denen
ara ürünler oluşur. Bunlar gıdanın en son molekül olmuş halidir. Elektron taşıyıcılarıdır. Ne yersek yiyelim
sonunda bunlar oluşacaktır. Karbonhidratların hepsi NADH olur; Yağlar ise FADH2 olur.
(Bu bölümde gıda biyokimyası derslerime geri döndüm
resmen) NADH ve FADH2 mitokondrinin matriksinden iç zarı üzerine
geçer. Yani pilili kıvrımların olduğu kısım. Bu mitokondri iç zarı üzerinde ETZ
yani ELEKTRON
TRANSPORT ZİNCİRİ vardır. Burası asıl yüksek miktarda enerjinin oluştuğu yani
yiyeceklerin yüksek miktarda ATP (Adenozin trifosfat) ye dönüştürüldüğü yerdir.
ETZ ye solunum zinciri de denir.
Mitokondri
iç zarı üzerindeki bu ETZ ler 5 Kompleksten
(istasyon gibi) oluşurlar. Yiyeceklerden gelen elektronlar 1. den başlayarak
2.,3. ve 4. ye kadar olan komplekste içlerindeki enerjiyi (elektronları)
bırakarak akarlar. Kompleks 1 glikozdan gelen elektronları taşıyan NADH nin
girdiği yerdir. Yani karbonhidratlar ile
gelen elektronlar daima NADH ile Kompleks 1 den girer. NADH, H sini
Kompleks 1 de bırakıp tekrar NAD ye döner. ETZ de hidrojenin (H) yolculuğu
başlar. H nin içindeki Elektron (-) , Proton (+) ile gösterilir. Kompleks 4 te
soluduğumuz oksijen bekler. Elektronlarla birleşen oksijen kompleks 4 te suya dönüşür. Hidrojenin (-) yüklü elektronları kompleks
1 den 4 kadar akarken ortaya enerji
çıkartır ve bu enerjiyi Hidrojenin (+) yüklü protonlarını iç zarın diğer
tarafına itmekte kullanır. Böylece zarın bir tarafında eksiler diğer
tarafında artılar olur. Bu elektrik yükü farklılığı da zarın üzerinde bir voltaj oluşturur. Kompleks 5 protonların şelale
gibi aşağıya geri aktığı yerdir. Bu akış gücü ATP motorunu döndürür. ATP motoru
her dönüşte ADP ye fosfat ekler ve Kompleks
5 te ATP oluşur.
ATP
içindeki P harfi le gösterilen fosfatta enerji tutar. Enerji lazımsa bu 3
fosfat harcanıp 2 fosfat (ADP), 1 fosfat (AMP) oluşur. ATP depolanamaz. ATP oluştuğu
anda enerji hazırdır ve anında kullanılmalıdır. Süreli olarak döngü devam eder.
Yapılır yıkılır, yeniden yapılır. Glikolizde 2 ATP elde edilebilmişti. Pirüvat bu şekilde mitokondriye girdiğinde
ise 36 ATP daha üretilir. Yani
mitokondrinin amacı oksijeni kullanarak az besinden (başlangıçtaki 1 glikoz) çok enerji
çıkarmaktır. Mitokondriler yağ yaktığında ise 1 gr yağdan 129 ATP üretirler.
ä Enerji
gerekli olmadığı halde sürekli yiyorsak ATP kullanılmayacaksa üretimi durur. ATP
azalır ADP artar. ADP/ATP döngüsü bozulur. ADP ve ATP sürekli birbirlerine
belli bir oranda dönmelidir.
ANCAK
Mitokondrinin yakıta çevirebileceği hızdan daha fazla miktarda ve/veya
sağlıksız yemek mitokondrileri boğuyor yani motoru boğuyor. Daha çok yakıt daha
çok enerji demek değildir. Kilo ve kronik hastalıklar durumunda mitokondri bu
yüzden iyi çalışmaz. Oksijen kullanılamaz ve metabolik oksijensizlik durumu bu
hastalıklara eşlik eder.
2. N : NE KADAR YEMELİYİZ?
2. N : NE KADAR YEMELİYİZ?
Serbest Radikal, Koenzim Q10 ve Sitokrom C
Tüm hastalıklar hücre
düzeyinde başlar.
Sağlıksız yiyecekler önce hücrelerimizi hasta eder. Mitokondrilerin sağlıksız
yiyecekler ile bozulma sebebi, yiyeceklerden enerji elde edilişi sırasında normalden fazla
serbest radikal üreten ETZ lerdir.
ETZ
makinesi hiçbir zaman %100 verimli
değildir. Yaklaşık % 0,04 - % 4 arası
bir kaçak olur. Bu kaçağın adı SERBEST RADİKAL dir. Ancak sistem bunu
temizleyebilir. Bu kaçak yüzdesinin
temizlenebilecek kapasitenin üzerine çıkması kronik dejeneratif hastalıkların
sebebidir; yaşlanmanın gelişmesinin
sebebidir. En çok serbest radikal Kompleks 1 den çıkar. Çünkü özellikle basit karbonhidratlar
tüketildiğinde en çok bu yol kullanılır. Kompleks 3, 1 e nazaran daha az
serbest radikal çıkarır. Kompleks 2, serbest radikal yapmaz. Eğer karbonhidrat
yemiyorsak yağlar buradan sisteme girer ve enerjiye dönüşür. Ortada
karbonhidrat yoksa ve açlık durumunda vücut kendi depo yağlarını yakmak için bu
yolu kullanır. Açlıkta serbest radikal üretimi bu yüzden azalır. Kompleks 1 ve
kompleks 2 ye gelen elektronları kompleks 3 e Koenzim Q10 molekülü taşır. Koenzim Q10 olmadan elektron akışı ve dolayısıyla enerji üretimi olmaz.
Koenzim Q10 nun elektron zincirinin kibriti olduğunu
söyleyebiliriz. Kompleks 3 e gelen
elektronları Kompleks 4 e taşıyan molekül ise Sitokrom C dir. Sitokrom C ETZ deki elektron akışını gerekirse kısan
bir düğme görevi görür. Normalden
fazla serbest radikal oluşuyorsa enerji üretiminin tamamen kapanmasını sağlayan
düğmedir. Yani ortamda verimsiz enerji üreten bir ETZ var ise Sitokrom C
bunu kapatır. Böylece vücudu bir miktar korumaya alır. Sitokrom C aracılığı le ETZ santrallerini
kapattıran ilk suçlu ÇOK YEMEK YEMEKTİR.
Yemek yenip yorgun hissedildiğinde olan
budur. Yemekten sonra uyku geliyorsa olan budur. Az yenilip kilo alınıyorsa
olan budur.
Ama
söyle bir durum var: Yaşlılıkta eskiyen mitokondrilerle ve yanlış beslenmeyle ETZ den o kadar çok serbest radikal kaçağı
olur ki artık bu şekilde lokal santral kapatma işi olayı çözmez. O yüzden
tüm hücreler devreden çıkarılır. Bu yüzden giderek azalan sayıda hücrelerle
hayata devam ederiz. Yaşlılık aslında
sayıları azalmış ve kötü çalışan eski püskü hücrelerle kalakaldığımız haldir.
Sağlıktaki amaç aynı hücreyi en yüksek
verimle en uzun süre kullanabilmektir. Bunun için en akıllı çözüm ETZ elektrik
santrallerini yani mitokondriyi korumaktır.
🔃TCA sürekli döner
🔃NAD/NADH sürekli birbirine döner.
🔃ATP motoru sürekli döner
🔃ADP/ATP sürekli birbirine döner
Tüm
bu döngülerdeki amaç ETZ deki elektron akış hızını sabit
tutmaktır. ETZ de elektronlar sürekli akar. Bu akışın hızı
yavaşlarsa yaşlanırız. Hızlı ve dengede kalırsa genç kalırız.
ETZ nin uzunluğu kısa
olursa hız daha da artar. Elektron Transport Zincirinin kötü beslenme ve yaşam
şekliyle boyunun uzaması hız düşürür. Enerji üretimi düşer, serbest radikal
artar. Yani yaşlanırız. Sözün özü ETS
yavaşladıkça yaşlanırız.
Soğuk buz terapileri,
duş sonrası soğuk duş vb uygulamalar ETZ nin boyunu küçülterek enerji ve
rejenerasyon sağlar.
Oluşan ATP yi harcayamazsak ne olur? Sızdıran Mitokondri
Döngü
bozulur. ATP üretimi derhal durur. Maalesef fazla ATP diye bir şey yoktur. Eğer
ATP yeterince hızlı kullanılmazsa ATP üretimi durur. ADP artar ATP azalır.
Hala yemek yiyorsak ETZ ye elektron girişi devam eder ama ATP ye dönüşemez Elektronlar ETZ zincirinde birikir. Ama
akamaz. Göllenir. İçlerindeki enerji çıkarılamaz. Protonlar zarın diğer tarafına aktarılamaz zar üstünde kalır. Voltaj
düşer. Zincirin ucu akmadığından başı da duracaktır. TCA nın dönmesi de
yavaşlayacaktır. TCA ya giren pirüvat
mitokondriye elektron gönderemez. ATP ihtiyacı olmadığına göre pirüvat
trigliserit yani yağ olarak depolanır. ATP çoksa ve kullanılmazsa sistem yediğini
depolamaya yönelik çalışır.
🔔Buradaki mantıktan egzersizin faydasını görüyoruz.
Egzersiz, ETZ den çıkan ATP yi harcamak demek oluyor.
🔔Az yemenin faydasını da görüyoruz. Az yemek ETZ yi
boğmayacak kadar elektron demek oluyor.
ETZ
ye çok hızlı elektron gelirse henüz Kompleks 1 elektronu diğer komplekse
gönderemeden gelen yenisi akışı tıkar. Akış
tıkandığında %0,4-4 arasında normal kabul edilen serbest radikal yüzdesi artar.
Zar voltajı da düşük olduğu için ortalıktaki yığınla serbest radikal zarın parçalanmasına sebep olur. Zarları oksitlerler, zarın bütünlüğünü
bozarlar. Bu zarın üzerindeki Sitokrom C serbest radikal hasarından parçalanan
mitokondriden dışarı sızar. Böylece mitokondri SIZDIRAN MİTOKONDRİ olur. Mitokondri zarı üzerinde delikler oluşur.
Tıpkı bağırsağın sızdırması gibi. Sitokram
C nin sızması hücrenin intihar sinyalidir. Yani apoptoziste mitokondrilerin
sözünün geçtiği açıktır. Bazen apoptoz gerçekleştirilemez. Apoptoz olamamış ama sızdıran mitokondri durumunda kalmış hücrelerin
yaşadığı da bir tür kronik inflamasyondur. Hasarlı hücre intihar edemez ve sızdırır halde
kalırsa ya kronik hastalık ya da kanser ortaya çıkar.
✔Yani ne kadar yemeliyiz
sorusunun cevabı açıktır. Ürettiğimiz ATP yi tüketebildiğimiz kadar
yiyeceğiz. ATP yi kullanmazsak yemeye devam etmeyeceğiz. ADP/ATP döngüsünü
koruyacak şekilde yiyeceğiz. Elektronların ETZ de geriye göllenmesini
engelleyecek kadar yiyeceğiz. Yani AZ YEMEK YE ve HAREKET ET. Yani akış ve
döngülerin aralıksız sürmesini sağlayacak kadar yemeli ve hareket etmeliyiz.
BASİT KARBONHİDRATLAR NEDEN SAĞLIKSIZ NEDEN KİLO
YAPAR?
Basit
karbonhidratlar dediğimiz işlenmiş un ,
şekerli gıdalar, yüksek ısıya maruz kalan gıdalardır. Yani bu gıdalar doğal
halindeki durumundan işlenerek uzaklaştırılmış, fabrikalarda bütünlüğü
bozularak yarı sindirilmiş hale getirilmiş gıdalardır. Mesela unun orijinali
buğday, şekerin orijinali pancardır. Bu bitkileri orijinal halleri ile yersek
onları sindirmek çok zaman alacaktır. Yani ağızdan koyduğun ile hücreye gelen
glikoz arasındaki süre uzayacaktır. İşlenmiş
karbonhidratlar kana HIZLI karışır ve hücre kapısına hızlı dayanırlar. Yani ETZ
nin üzerindeki elektron akış hızından daha hızlı gelen yiyecekler az da yesek
çok yemişiz gibi ETZ yi boğarlar. ETZ de elektronlar tıkanır akmaz.
Protonlar zarın ötesinde tutulamaz. Serbest radikal artışı olur. ETZ giderek
yavaşlar ve tamamen durur. Hücrenin mitokondrisinde ATP üretmek imkânsızlaşır.
Biz yemeye devam ettikçe de ETZ ye giremeyen NADH ve FADH2 ler TCA da kalır ve
trigliserite yani kan yağlarına döner. İşte bu yağlar kilolarımızdır. ETZ yi
kullanamamak demek oksijeni de kullanamamak demektir.
Bir
yandan trigliserit oluşurken diğer yandan da mitokondriye giremeyen pirüvat
glikolize geri döner. Böylece az enerji
bol laktik asit yani yorgunluk ve kilo oluşur.
📌 Karbonhidratlar ETZ ye kompleks
1 den girer ve bu kompleks çok serbest radikal oluşturur. Sağlıklı Yağlar kompleks 2 den girer ve daha
az serbest radikal sebebidir. Eğer ortalıkta Kompleks 1 den girecek basit
karbonhidratlar var ise ne kadar iyi yağ yerseniz yiyin Kompleks 2 den giren yağlar
enerjiye dönüşemez. Yine depoya giderler. Çünkü kompleks 1 den girenlerin daha
hızlı ETZ yi ele geçirmesi söz konusudur. Sistem önce glikozu yakmak ister. Yani mesela zeytinyağı yanında sebze yerine
basit karbonhidrat tüketilirse glikoz kompleks 1 den hızla girer ve
zeytinyağını enerji için kullanmak yerine trigliserit olarak depolanmasına
sebep olur. Ayrıca önemli bir ayrıntı şudur ki basit karbonhidratlar fazla
yendiğinde mitokondri zarları serbest radikalle bozulduğundan yağlar yakılsın
diye mitokondriye zarlar üstünden taşıyan KARNİTİN in çalışması da zorlaşır. Karnitin
zardan yağları taşıyamazsa yağlar yakılamaz.
İNSÜLİN REZİSTANSI
İnsülin
rezistansı sayısız hastalığın başlangıç işaretidir. Enerji üretimi hatalıdır ve
çok çöp çıkmaktadır. Sağlıksız beslenme sonucu serbest radikaller sadece
mitokondriye değil hücrenin geri kalanına da zarar verirler. Öncelikle zarlara
zarar verirler. Mitokondri zarı, hücre
iç zarı ve dış zarı gibi. Yani lipit peroksidasyonu gerçekleşir yani
zarların okside olması. Elektronlarını serbest radikallere kaptırarak okside
olan hücre zarları hücre dışı ile İLETİŞİMDE zorlanır. İnsülin hormonu ile
hücrenin iletişimi bozulur. İnsülin emirlerini reseptörü duymaz. İnsülin
giderek yükseleceği için kişi durmadan acıkır, tekrar yemek yer. Yanlış besin
seçimleri ve sirkadiyen ritme uygun olmayan saatlerde yemek yemek insülin
rezistansına sebep olur.
3. N :
NE ZAMAN YİYECEĞİZ?
📍Yemeği
yakıp ATP ye çevirebileceğimiz zamanlarda yemeliyiz. ATP yapamadan yemek kilo
almaya, hastalıklara, sızdıran mitoya sebep olur.
📍Koenzim
Q10
gündüz saat 15:27 de en yüksek, gece
saat 22:00 de ise en düşük aktivite zamanındadır. Koenzim Q10, ETS de
karbonhidratlardan Kompleks 1 e ; yalardan Kompleks2 ye gelen elektronları alıp
Kompleks 3 e taşıyan, ATP oluşturan, yediğimizi yakmamızı sağlayan bir taşıyıcı
idi.
📍ETS nin ilk istasyonu
olan ve karbonhidratları yakan Kompleks
1 in maksimum aktif olduğu saat sabah 09:02
ile 14:22 arasıdır. Minimum aktif olduğu saat ise 16:21 de başlar. Kompleks
1 in en önemli özelliği en çok serbest radikal üreten istasyon olmasıdır. Yani
yaklaşık 17:00 sonrası fazla gıdayla beslendiğimizde onu ATP yapmak yerine
serbest radikal yapımına yönlendirmiş oluruz. Uzun dönemde çeşitli hastalıklar
olarak karşımıza çıkan bir zincir böylece çalıştırılmış olur.
📍17:00 den sonra yemez
ve vaktinde uyursak mitokondrial sızdırmalar tamir olur. Ayrıca gereken enerji
depo yağlardan sağlanacağı için zayıflama gerçekleşir. Vücut yağlarının
elektronları FADH2 ile KOMPLEKS 2 den
ETZ ye gelir. Kompleks 2 de serbest radikal üretimi olmaz. Gece açlığında vücut kandaki yüksek trigliserit gibi kan yağlarını ve
istenmeyen iç organ etrafı yağları enerjiye çevirerek bunlardan kurtulmaya
çalışır.
📍Yapılan çalışmalar
sonucu az yemekle uzun yaşam genleri
SIRT ın aktive olduğu bulundu. Gece yemek SIRT genlerini inaktive eder.
Yani gece yemek yersen uzun yaşamı unut!
📍Tüm ETZ
komplekslerini(1-3-4-5) yöneten Mito-DNA olduğu halde Kompleks 2 nin yönetimi
çekirdek DNA dadır. Uzun yaşam genleri de ana DNA dadır.
4. N : NASIL
YİYECEĞİZ?
📍Ağızdaki tükürük salgısı sirkadiyendir. Gündüz daha çok
tükürük salgısı olurken gece azalır.
📍Çiğneme ile ağız
içerisindeki enzimler ile kimyasal,
diş ile mekanik parçalama yapılır.
📍Ağızdan da emilim yapılır. Dil altı çok hızlı
absorbe eden bir bölgedir. Mesela sebze, meyve, yağlar gibi bir gıdayı çok iyi çiğnersek
içindeki maddeler buradan kana karışır.
📍Ağız içi mukoza hücrelerinin sağlamlığı çok önemlidir. Lifli bitkiler ve yağla beslenme bu
bakımdan önemlidir. Bitkileri çiğnedikçe ve tereyağı hindistancevizi yağı gibi
yağlarla temas ettikçe bu hücreler sağlamlıklarını korur. Diş etleri
dediğimiz kısımlar da mukozadır. Dişi kavrayan diş eti sağlığı iyi değilse o bölgeden içeriye bakteri vb
işgalciler girecektir. Diş eti kanaması zaten mukozada sorun olduğunu, ağız ve
bakteri sınırının sağlam olmadığını gösterir. Diş ve diş eti sağlığı bütüncül
sağlıkta ilk başlangıç noktasıdır.
📍Ağız içi oksijenli bir ortamdır. Diş apselerindeki anaerobik
bakterilerin ağızda olması istenen bir durum değildir.
📍Bağırsakların içi ise oksijensiz bir ortamdır. Hızlı
yemek yiyip hava yutarsak bağırsaktaki oksijensiz ortamı dolayısıyla florayı bozarız.
📍Yavaş yemek birim zamanda sindirilip kana geçen
enerjinin miktarını azaltır. Aynı zamanda ETZ nin tıkanması ile sızdıran
mitoya sebep olan olaylar zinciri başlamamış olur.
📍Çoğu insanda MİDE ASİDİ azlığı vardır. Oysa bu
asitin miktarı çok önemlidir. Çünkü hayvansal ve bitkisel proteinin
sindirilmesi midede yapılır. Mide çeperinden mideye gereken asiti pompalamak
çok enerji ister. Bu nedenle iyi enerji üreten mide hücreleri mitokondrileri
lazımdır.
📍Mide asidinin az olmasına bağlı olarak yeterince
sindirilemeyen proteinler bağırsağa geçtiğinde eğer SIZDIRAN BAĞIRSAK problemi varsa içeri sızma söz konusu olacaktır.
Vücudun bağışıklık sistemi
tarafından bu tam sindirilmemiş proteinler yabancı olarak algılanacaktır. Pek
çok hastalık gelişmesinde önemli bir nedendir.
📍Mide asidi az ise bitkisel besinler de problem olabilir. Sebze
ve meyve ile gelen genelde zararsız olan bakteriler mide asidinde ölür. Ama
asit azsa sağlam kalanlar mideden ince bağırsağa geçip gaz ve şişkinlik
şikayetlerine sebep olabilirler. Bu duruma SİBO denir. Yemekle beraber bolca limon ve elma sirkesi kullanmak,
sebzeleri iyi yıkamak bunun için çok önemlidir.
📍Mide asidinin yetersizliği B12 vitamini ve demir emilimi için de olumsuz bir
durumdur. Kansızlık durumlarında bu konu akla getirilmelidir.
📍Mideden sonra gelen düodenum midenin kendini koruduğu gibi
asit koruyucu bir kılıfa sahip değildir. Mideden mide asidi bulamaçlı besinler
düodenuma yani ince bağırsağa geldiğinde yüksek mide asidi buradaki karbonat
içerikli alkali PANKREAS sıvısı ile
nötralize edilir.
📍Ne kadar hayvansal
gıda yersek midemiz de o oranda mide asiti yapmaya çalışacaktır. Pankreas da o
oranda pankreas alkali salgısı üretecektir.
📍Pankreas bu alkali
sıvı dışında yağ, karbonhidrat ve protein sindirmek için ENZİMLER de üretecektir. Ayrıca pankreas beta hücreleri denen
hücrelerden İNSÜLİN de salgılanır.
Beta hücreleri sirkadiyendir. Gündüz ve gece ritmine uygun çalışmak isterler.
Gece yiyerek kan şekerini yükseltmek ve pankreasa ters zamanda insülin
salgılatmak doğru değildir. Bitkisel beslenme pankreası yormaz.
📍 SAFRA KESESİ temel detoks organlarındandır. Karaciğerde
yapılan ve bağırsağa atılan toksinler bağırsağa safra ile gelir. Bunun için
safra kesesinin ağzının gevşemesi gerekir ve bu da çok fazla ATP yani enerji
gerektirir. Yoksa safra ile atılamayan toksinler karaciğere geri gider. Tekrar
temizlenmek için sıraya girerler, karaciğerin iş yükü artar. Safra ağzının
çalıştırmak için ACI BİBER de iyi
bir tercihtir.
📍KARACİĞERİMİZ zehirli maddeleri,
ilaçları, işlenmiş gıdaları, koruyucuları, dudağımıza sürdüğümüz ruju bile
detoksifiye ederken aslında temizlik için fazladan elektrona ihtiyaç duyar.
Detoksifikasyon işlemleri temelde elektronlar ile yapılır. Karacier mitokondri
fonksiyonunun azalması karaciğerde detoks fonksiyonunun azalması anlamına
gelir. Karaciğer sirkadiyen ritme
göre çalışır. GGT değeri karaciğerin vücuttaki toksinleri temizlemekte glutatyon depolarını ne kadar
tükettiğini gösterir. Glutatyon ana antioksandır. Brokoli grubu besinler, karnabahar, lahana grubu besinler, zerdeçal, zencefil,
berberin türü baharatlar, B grubu vitaminlerin tümü, C vitamini içeren taze
sebze meyveler, antosiyanin içeren koyu mor sebze meyveler, enginar, deve
dikeni gibi glutatyon artıran besinler, soğan sarımsak peynir altı suyu gibi sistein içeren besinler, selenyum
karaciğerin detoksifikasyon işleminde çok yardımcıdır.
📍SIZDIRAN BAĞIRSAK
Bağırsak
çeperi yüzey alanını genişletmek için villuslar denen pililer halindedir.
Villusları oluşturan hücreler birbirine sıkı sıkıya içeriye kontrolsüz geçişe
izin vermeyecek şekilde yapışıktır. Bağırsak hasarlandığında bu sıkı yapışık
bölgelerin araları açılır ve içeri girmemesi gereken maddeler girer. Buna
sızdıran bağırsak denir. Zonulin isimli
test bu sızdırmanın olup olmadığını gösterir. Sızdıran bağırsak aslında
sızdıran mitokondridir. Sızdıran bağırsaklar, sızdıran mitolarla dolu
hücrelerden oluşur. Uyku sorunlarında sızdıran bağırsak şikayetleri artar.
Çünkü gece sirkadiyen salınan büyüme hormonu ile bağırsak hücrelerinin uykuda
yenilenmesi sağlanır.
📍 LPS
LPS
nin açılımı LİPOPOLİSAKKARİT tir.
Yani bir tür yağ yapısıdır. Bu yağlı yapı gram negatif bakterilerin zarlarının
yapısıdır. ENDOTOKSİN
de denir. Yani LPS denildiğinde ölmüş
gram negatif bakterilerin dış zarlarının ortalıkta başıboş dolaşan toksin
gibi algılanan artıkları kastedilmektedir.
Gram
negatif bakterilerin zarları mitokondri zarlarına benzer. Bakteri bu zarın
üzerinde ATP üretir. Bakterinin dış zarı mitokondri gibi kıvrımlı olmadığı için
az yüzeyde az enerji üretir. Dolayısıyla kısa ömürlüdür. Bu bakteriler
öldüğünde endotoksinleri yani LPS leri
sızdıran bağırsak aralarından rahatlıkla içeriye girebilirler. İçeri sızan
LPS ler her neredeyseler immün sistem tarafından saldırı olarak algılanırlar ve
yok edilmek istenirler. Bağışıklık sistemi için çok antijeniktirler. Bağırsaktan
içeri ölmüş bakteri LPS leri sızdıkça bunlar vücutta her yere ulaşabilir. Her
yerde bağışıklığı dürterler. Kronik bir inflamasyon yaparak inflamasyon
kaynaklı tüm hastalıkları şiddetlendirirler. Yalnız kanla değil bağırsak beyin
arasındaki VAGUS SİNİRİ ile de beyine tırmanabilirler. Kan beyin bariyerinden
yani oradaki hasarlı mitolardan geçerek beyine ulaşırlar.
Dolayısıyla
LPS ler geçmesin diye bağırsak sınırı hücrelerini korumak, onların
mitokondrisini korumak gerekir. Bağırsakları korumak için
Basit
karbonhidratları ve ağır proteinleri azaltmak
Akşam yememek
Yavaş ve çok
çiğneyerek yemek
Lifli besin tüketmek
gereklidir.
Aç karna ghee, sadeyağ, tereyağ veya hindistancevizi yağı tüketmek ve 1 saat bir şey yememek.
Aç karna ghee, sadeyağ, tereyağ veya hindistancevizi yağı tüketmek ve 1 saat bir şey yememek.
LİF
varsa bakteriler ondan BÜTİRİK ASİT üretir.
Bütirik asit bir tür tereyağıdır. Yani sebze yenildiği halde bağırsakta
liflerden yağ oluşturulur. Bu yağ hem iyi bakteriler için enerji kaynağı hem de
en yakınlarındaki bağırsak çeperi hücreleri için enerji kaynağıdır. İyi bir
yakıttır. Kompleks 2 yi yani serbest
radikalsiz yolu kullanır.Hem de glikoza göre daha yüksek enerji üretir ki
bağırsak çeperi hücrelerinin yiyecekleri, vitaminleri içeri sokarken çok ATP ye
ihtiyaçları vardır. Bağırsak mitokondrisinde enerjiyi
artırmak eksik vitaminlerin ve minerallerin transportunu kolaylaştırır.
Böylece vitaminler, demir, mineraller emilimi yapılacak yüzeylerdeki hücrelerde
yeterince ATP üretileceği için taşınabilir. Yani özetle lif varsa iyi
bakteriler çoğalır bütirat üretirler. Bütiratta bağırsak mitokondrilerinde
çöpsüz enerjiye döner baırsak çeperini koruyarak LPS lerin içeri kaçması
engellenir, içeri alınacak gıda ve vitaminlerin taşınması için gereken enerji
sağlanmış olur (OH Be) Özetin özeti MİTO
SIZDIRMAZSA BAĞIRSAK SIZDIRMAZ.
📍 GLUTEN
İlk
sorun zor sindirilmesidir. İkinci sorun antijenik özelliğinin yüksek olmasıdır.
Bu sebeple bağırsak çeperinde lokal bir inflamasyon yaratabilir. Glüten ile
baışıklık hücrelerinin bir kolu olan işaretleyici bağışıklık hücreleri
birbirine bağlanır. Buna immün kompleksler denir.
İmmün komplekslerin yok edilmesi gerekir. Bu amaçla bunlara bağışıklık sisteminin
diğer hücreleri saldıracaktır. Üstelik bu immün
kompleksler bir tek bağırsakta durmaz vücut içinde hareket halindedir.
Ulaştıkları yerde yok edilme çalışmaları olacağından o organın da
haraplanmasına sebep olabilirler.
Tabi
diğer yandan glüten içeren gıdalar basit
karbonhidrattır. Hızlı sindirilip ETZ nin kapısına hızlı gelir. Kkompleks
karbonhidrat ise lif içeren besinler yani baklagiller, kuruyemişler, meyveler,
sebzeler vb olup kana karışmaları vakit alır.Lif içerikleri bağırsak
bakterilerince yağa çevrilir ve bitkisel beslenerek bağırsak hücrelerinin bu
yağı kullanarak enerji üretmesi sağlanabilir.
📍 PROBİYOTİKLER
Probiyotikler
yani iyi bakteriler yiyecekleri sindiriminde bize yardım ederler.Fermantasyon
işlemi elektrik üreten bir işlemdir. Bakteri besinleri fermente ederken bizim
için elektrik üretirler.
📍 IBS
İBS
bazen ishal ile çoğunlukla kabızlıkla
yan yanadır. Kabızlığın yaygın olmasının hücresel sebebi bağırsak kas
hücrelerindeki mitokondriyel ATP yetersizliğidir. Bağırsak kasları dediğimiz kaslar düz kas olup kol kası gibi bilinçle hareket ettirilemeyen parasempatik sistemin kontrolünde olan
istemsiz çalışan kaslardır. Kabızlık bağırsak kaslarının kasılı kalma hali
olarak betimlenebilir. Kasların kasılması gibi gevşemesi de enerji ister ve gevşeme kasılmadan daha fazla enerji ister.
Kasların kasılmasında basitçe kalsiyumun hücre
içine girmesi gerekir. Gevşemede
ise kalsiyumun hücre dışına atılması gerekir. İşte bu da çok fazla enerjiye
mal olur. Kalsiyumun antidotu
magnezyumdur.
Benzer
şekilde hipertansiyon yani hiper
gerginlikte de damar kasılması söz konusudur ve kullanılan kalsiyum kanal blokeri denen ilaçlar kalsiyumun hücre içerisine
girmesini engelleyerek hipertansiyonu engeller.
Kramplar: Kasın kasılı kalması
Fibromiyalji: sırt kaslarının
kasılı kalıp gevşeyememesi
Baş ağrısı: Ense kaslarının
sertliği
Diş sıkma: Çene kaslarının
kasılı kalması
Bağırsak
kaslarının kalsiyumu dışarı atacak enerji bulmama sebepleri:
1-)Mitokondriler
hasarlıysa glikolizle az miktarda enerji üretirler
2-)SCFA (bütirik asit
yani)
üretilmiyorsa, lif yenmiyorsa, iyi bakteriler yoksa, yağ yakma ve yüksek enerji
oluşturma söz konusu olamaz.
3-)Fermantasyonun
olmadığı durumlarda iyi bakterilerin ürettiği ekstra elektronları alıp ATP
yapamadığı için yeterlienerjiyi bulamazlar
4-)Bitki yoksa
gevşeyecek magnezyum da bulamazlar.
Magnezyum bitkilerin tam göbeğindedir.
Bir günlük açlıkta bağırsaktaki kök
hücrelerin tamir kapasitesinin iki katına çıktığı bulunmuştur.
5. N : NE
YİYECEĞİZ?
Ayşegül
Çoruhlu bütün kitaplarında sağlıklı beslenmenin temelinin BİTKİSEL BESLENME (sebze, meyve,
baharat, baklagil, kuruyemiş, otlar) olduğunu net bir şekilde ifade ediyor. Bitkiler
bizdeki NADH nin yerine NADPH elektron taşır. Bitkinin güneş ışığı ve suyla oluşturduğu
elektronu NADPH de birikir. Biz de bitki tükettikçe NADPH ile bitki elektronu
alırız. Yani antioksidan, elektron verici, alkali yapıcı diyebiliriz. Serbest
radikallerle baş ederler. GLUTATYON da master antioksidan olarak kendi
elektronlarını verir ve tekrardan şarj olabilmesi için kaybettiği elektronu
NADPH tan sağlar. NADPH detoks maddemiz
glutatyonumuzu bitirdiimizde onu şarj edendir. (SÜPER BİLGİ)
Normalde
NADPH bizim vücudumuzda da onlarca reaksiyonda vardır. Bizde de elektron
taşıyıcı olarak çalışır. NADPH içindeki elektrikler enerjiye dönüşmez
antioksidan olarak kullanılır.
NADPH
ın vücut içinde yapıldığı ana maddenin adı D-RİBOZ dur.D-riboz karacierdeki detoksifikasyon
sisteminde NADPH üreterek yardımcıdır .Ribozdan üretilen NADPH glutatyonu
temizler. Glutatyon depomuz sonsuz
değildir. Toksinlerle, stresle, uykusuzlukla, alkolle, yaşla, kimyasallarla
giderek azalır.
Vücuttaki
toksin yükü arttıkça mitokondrilere giren kötü gıdalar serbest radikal
miktarını artırdıkça daha çok NADPH ihtiyacı doğar. Bu yüzden neredeyse tüm
hastalıklarda bitkisel beslenmeye ağırlık verilmesi önerilir.Bitkiler yedikçe
bizi şarj eder.
Bitkisel
beslenmede elbette mevsiminde ve canlılıklarını
koruyarak yemek önemlidir. Bitkiler
de sirkadiyendir. Koyu renkli olanlar daha fazla güneş ışığı içerirler. Yani
daha çok NADPH içerirler. Bronz bitki tercih sebebidir.
Bitkinin
rengi ve canlılığı kadar yağ içermesi de
önemlidir. Mesela zeytin hem koyu renkli hem yağlıdır. Çörek otu, keten tohumu,
susam gibi.
UYKUNUN ÖNEMİNE DAİR NOTLAR
🔍 Sağlıklı
bir yaşam için en az 8 saat uyumak önemli. 7 saatten az uyuyanların kanser riski
ikiye katlanıyor.
🔍 Uyku
bir zaman kaybı değil bir kar. Şarj olmak için uyumamız gerekiyor. Beynimizi
resetlemek, öğrenme, hafıza, doğru karar alma kapasitemizi yükseltmek için uyku
çok önemli. Beynin lenfatik sistemi
beynin içindeki metabolizma artıklarını gece boyunca detoks eder.
🔍 Psikolojik sağlığımız ve duygusal beyin
yolaklarının kalibrasyonu için uyku çok önemli.
🔍 Uyku immün sistemi güçlendirir.
🔍 Uyku immün sistemi güçlendirir.
🔍 Şeker, insülin,
leptin metobolizmasını dengeler. Uykusuzluk kilo aldırır.
🔍 Bağırsak
mikrobiyatasını
dengeler.
🔍 Doğal melatonin güçlü bir
antioksidandır.
🔍 Uykusuzluk
biyolojik stres sebebidir.
🔍 Akşam 23:00 de
uyumamız ve bundan en az 3 saat önce elektronik aletlerin ışığıyla teması
kesmemiz
gerekiyor. Melatonin salgısını engeller kortizol salınımına sebep olur. Mavi
ışık gece yeme isteğini arttırır. Mavi ışığa 1 saat maruz kalmak melatonini %60
azaltır. MALİLLÜMİNASYON istenmeyen ışığa
maruz kalmaya veya gün ışığına yeterince maruz kalamamaya denir.
🔍 Cep telefonunuzu yatak odasına sokmayın
🔍 Akşam
tüketilen kahve uyku veriminin düşmesine, uykuya geçişin gecikmesine,
melatoninin azalmasına sebep olur. Sirkadiyen iç saat bozucudur. ATP
kullanıldıkça ATP/ADP/AMP şekillerinden geçerek fosfat biter ve adenozin kalır.
Yorgunluk başlar artık pilin tam anlamıyla bittiği beyne iletilir. Bunun adı
uyuma vakti. Bunu anlayacak Adenozin reseptörleri vardır. Kahve ise beyindeki
Adenozin reseptörlerine Adenozinden önce bağlanır.Uyku sinyalini erteler, sahte
bir uyanıklık ve enerji verir. Ancak sürekli içenlerde bu reseptör duyarsızlaşır.
Giderek artan miktarda kahveye ihtiyaç duyulur.
🔍 D-Riboz AMP nin ADP olmasını
hızlandıran besin desteğidir. Acil durumlarda kahve yerine D riboz da enerji
için düşünülebilir.
🔍 Günün
hangi saatinde olduğumuzu beyindeki zaman ölçer merkez bilir. Bu merkeze SCN= Suprakaizmatik Nükleus denir ve hipotalamusta bulunur.SCN
zaman sayacıdır.Tüm beyin, organlar ve hormonlarla ortak çalışır. SCN ye ışık
bilgisi taşıyan MELANOPSİN özellikle mavi ışık dalga boyuna hassastır. Mavi
ışık 400-500 nm boylarındadır (480) Günışığı bittiği halde bu dalga boyunu
algılayan melanopsin sirkadyen ritmin gece faslına geçtiğini bilemez. Gündüz
gibi algılar ve SCN vasıtasıyla tüm vücuda gündüz olduğu bilgisi yayılır.
Her şey o denli hızlı değişiyor ki adeta sürüklenircesine yaşıyoruz. Yapılması ve yetiştirilmesi gereken işlerin baskısı bir an olsun azalmıyor. Her günümüz koşturmaca içinde. Depresyon, anksiyete herkesin ruhunda farklı şekilde tezahür ediyor. Ancak bu koşturmacanın bedelini sağlığımızla ödeyeceğimizi unutmamak önemli. Sirkadiyen ritmin ne olduğunu anlamalı ve yaşam şeklimizi iyileştirmeliyiz.
Yaşadığımız hayattan mutlu olalım, iyi olalım, hayat bize ne getiriyorsa ve ne götürüyorsa anlamaya hazır olalım. Yaşarken bazı şeyler hiç geçmeyecek gibi geliyor. Oysa insan yine unutur, yine güler, küsenler barışır, ayrılanlar kavuşur. Her şey geçer. Bilse de insan bunu hep duymak ister.
Melatonimi kaçırmadan ben gidip aç aç yatayım. Apoptoz başlasın. İyi geceler.
Sağlık, iç huzuru, zihin berraklığı bizimle olsun
Sevgiler,
Yeliz
💣💣💣💣💣💣💣💣💣💣💣💣💣💣
Yaşadığımız hayattan mutlu olalım, iyi olalım, hayat bize ne getiriyorsa ve ne götürüyorsa anlamaya hazır olalım. Yaşarken bazı şeyler hiç geçmeyecek gibi geliyor. Oysa insan yine unutur, yine güler, küsenler barışır, ayrılanlar kavuşur. Her şey geçer. Bilse de insan bunu hep duymak ister.
Melatonimi kaçırmadan ben gidip aç aç yatayım. Apoptoz başlasın. İyi geceler.
Sağlık, iç huzuru, zihin berraklığı bizimle olsun
Sevgiler,
Yeliz
Teşekkür ederim..
YanıtlaSil