Sağlığını Korumayı Öğren: GERÇEK TIP - AİDİN SALİH - KİTAP NOTLARIM 📖

10 Mayıs 2019 Cuma

GERÇEK TIP - AİDİN SALİH - KİTAP NOTLARIM 📖



Bir gün arkadaşımla alışveriş yaparken, “Bekle, sana çok güzel, kadim bir kitap alacağım” dedi . Aldı da. İnsanın ona kitap hediye eden dostları olması paha biçilemez… Bu kitap bir süre okunmayı bekledi. Birkaç sefer göz atıldı. Çok ilgimi cezbetmedi. Rafta durdu durdu.. Derken araya başka kitaplar girdi. Sonra birkaç ayrı kitapta bu kitaba ve yazarına yapılan atıflar duymaya başladım. En son bir arkadaşımın bu kitaptaki organ temizleme işlemlerini bir doktor kontrolünde yaptığını ve önemli iyileşmeler sağladığını bizzat kendisinden dinleyince iyice merak ettim, okumaya başladım. Fakat alışık olmadığım bir türdü. Kaynakçalar, referanslar gibi benim bu ayarda kaynak kitapta olmasını beklediğim bölümler pas geçilmişti. Yazar hakkında özgeçmiş mahiyetinde kısa özet bir paragraf vardı. Yazar, kitapta anlatımını pekiştirmek için yer yer Kuran’dan ayetlere, sık sık hadislere başvuruyordu. Aslında kitap daha çok İslami yaşam tarzına uygun olarak yaşayarak sağlıklı kalma ve mevcut hastalıklardan kurtulma üzerine dizayn edilmiş. O nedenle bunu bilerek okumak gerekiyor. Pozitif bilimler okumuş ve her şeyin bilimsel izahını görmeyi isteyen kitleyi bu yönü ile rahatsız edebilecek bir kitap.

Peki Aidin Salih kim ?Ukrayna’da Tıp  Fakültesini bitirmiş. Sovyetler Birliği’nde yıllarca doktor olarak çalışmış. Daha sonra Taşkent Devlet Üniversitesi’nde Biyoloji bölümünden mezun olmuş. Biyoloji eğitimi sırasında insan ve hayvan hastalıkları konusunda detaylı çalışmış. Ortodoks bir aileden gelmesine rağmen İslam dinini seçmiş.


Merhume Aidin Salih in bakış açısını kısaca özetlemek gerekirse hastalıkların beslenme hataları ve yanlış yaşam tarzından kaynaklandığını ileri sürüyor. Aidin Salih’e göre beslenme hataları sonucunda mide ve bağırsaklarda çürüyüp mayalanan gıdaların metobolizma atıkları kısmen dışarı atılır kısmen de dokularda birikir. Dokulardaki atıklar çoğaldıkça, iltihaplanmaya ve gaz oluşturmaya başlıyor. Bu yakıcı madde ve gazlar dokularda ağrı, sızı, iltihap ve alerjiye yol açarak akla gelebilecek her türlü hastalığa sebep oluyor. Fakat şu var ki insan her türlü hastalığı kendi kendine iyileştirebilecek bağışıklık sistemi ile birlikte yaratılıyor. Fakat yeterince çiğnememe, fazla yeme, karışık yeme, kullanılan parfüm deterjan zirai ilaçlar, antibiyotikler, katkı maddeleri,  vb genetiği değiştirilmiş yapay ürünler bağışıklık sisteminin tanıyamadığı formlara bürünerek hastalıklara sebep oluyor. Yapılması gerekenleri ise bütün bu 431 sayfalık kitapta etraflıca anlatılmış.


Kitap içerisinde modern tıp ile çatışan pek çok kısım var. Bu noktalara çok takılmadan okudum. Kimi konuları işaretledim etraflıca araştırmam gerekiyor. Bunlardan benim için en önemlisi aşılar. Bununla birlikte hemfikir olduğumuz da çok konu var. Mizaca göre beslenme, organları temizleme, hacamat, sülük tedavisi gibi konular hakkında oldukça detay içeriyor. Bilmediklerim konusunda öğretici ve aynı zamanda epeyce düşündüren bir kitap oldu. Kendimce pek çok not aldım. Bir post ile bunları özetlemek pek mümkün değil ama bir başlayalım bakalım.


Aidin Salih, hastalık sebepleri olarak aşağıdaki temel hataları sıralamış. Bunları genel anlamda biliyor olsak da nedenleri ile okuyunca hem daha anlaşılır hem de daha kalıcı oluyor. Mühim olansa elbette hasta olmadan bu bilgilere vakıf olabilmekte. Çünkü herkesin her gün verdiği en önemli karar ağzının içine neyi koyacağıdır.

Az çiğnemek
Ağızda çok fazla miktarda akupunktur noktası bulunur. Her bir dişin dibinde 2 şer tane. Çiğneme esnasında besinlerden ayrılan enerji bu akupunktur noktaları vasıtasıyla vücudun genel enerji dolaşımına dağılır. Bu akupunktur noktaları vasıtasıyla besinin kimyasal yapısı beyne iletilir. Beyin bu bilgiyi analiz eder ve sindirimini ona göre hazırlar. Yani besin ne kadar iyi çiğnenirse, beyin sindirim sistemini o kadar iyi hazırlar.

Hızlı yiyen daha çok yemeye mecbur kalır. Ayrıca iyi çiğnenmemiş yemek, kütleler halinde mideye gelir ve mide bu kütleleri hazmedemez, çürütür. Bu çürüme bağırsaklarda da devam eder. Buna istinaden kandaki lökositler artar. Bağışıklık sistemi de bu duruma karşı koruma programı geliştirmek zorunda kalır.
İyi bir çiğneme işlemi ile karaciğer, pankreas ve bağırsakların işi kolaylaşır. Çok daha az enzim harcanır.

Fazla Yemek
Sağlıklı bir insanda mide 200-250 gr yemeğin hazmını 3-5 saatte gerçekleştirir. Bunun 2 katı yemek yendiğinde ise kalbin 4-6 kat daha fazla çalışması gerekir.
Bu nedenle fazla yemek alışkanlık halini alırsa atıklar giderek daha az atılmaya ve daha çok depolanmaya başlar. Kanla dolaşan atıklar zamanla damarlarda birikir. Daralan ve tıkanan damarlardaki kan dokuları yeterince besleyemez. Böylece hastalıklar ortaya çıkar.
Ayrıca genetiği değiştirilmiş ve katkı maddeli ürünlerden kaçınmak neredeyse imkansızken az yemek bugün daha büyük bir zorunluluktur.

Karışık Yemek
Birbirine uygun olmayıp hazmı için ayrı enzimler gerektiren yemekler birbiriyle karıştırıldığında sindirilmeden çürür. Mesela, karbonhidratlar ile proteinler, süt ürünleri ile balık, birkaç inekten sağılarak karıştırılan süt, karışık et, balık ile et, karışık yağlarbirbirlerine zıttır. Bunların  parçalanabilmesi için ihtiyaç duyulan enzimler birbirine zıttır. Bu zıtlık, enzimlerin üretilmesine engel olur ya da üretilen enzimlerin birbirini yok etmesine sebep olur ve yenen yemek sindirilmeden mayalanmaya veya çürümeye başlar.

Çürüme veya mayalanma sonucu oluşan zehirli ve asitli kalıntılar bağırsaklarda yaşayan faydalı mikroorganizmaları öldürür, bağırsak hareketlerini yavaşlatır. Beslenmedeki hatalar devam ettikçe bağırsak duvarları kanalizasyon boruları gibi yağlı atıklarla kaplanır, bağırsaklar genişler. Yapısı bozulur.

Sık Yemek
Hastalıkların temel nedenlerinden biri de alınan besinin tamamen sindirilmesini beklemeden üstüne başka bir yemek yemektir. Çünkü sindirim sistemi belli kurallarla çalışır. Eski tabipler “Hastalık nedir?” sorusuna “Yediğini sindirmeden üzerine yemektir” diyerek ne de güzel tanımlamışlar.

200-250 gr lık bir yemeğin sindirimi midede 3-5 saatlik bir süreç geçirdikten sonra ince bağırsaklara inerek tamamlanır. Buna birinci hazım denir. Yemeğin cinsine ve miktarına göre birinci hazım 6-10 saate uzayabilir. Birinci hazmı geçen besinler bağırsak mukozası ile emilerek kana geçer ve ikinci hazım için karaciğere gönderilir. Karaciğer, birinci hazımdan gelen protein, karbonhidrat, yağ gibi besin parçalarını daha küçük parçalara ayırır ve bunların bir kısmından yağ, glikoz, enzim ve bazı vitaminlerin sentezlenmesini sağlar. Böylece ikinci hazım da tamamlanır ve bu temel maddeler kana geçer. Kandaki görevli hormonlar vasıtası ile hücrelere ulaştırılır. Kanda gerçekleşen bu işlemle birlikte üçüncü hazım tamamlanmış olur. Hücrede glikozdan enerji üretilir. Buna da dördüncü hazım denir. Bu nedenle ikinci ve üçüncü hazımdan sonra yemek yemek yani günde 1-2 defa yemekinsan için yeterlidir. Bu kitapta en çok  vurgulanan konulardan birisi

Yeme ve İçmede Sıraya Dikkat Etmemek
Et, yumurta, peynir gibi proteinli yiyecekler midede hazmı uzun süren besinlerdir. Tatlılar ve meyveler midede fazla uzun kalmadan bağırsağa geçerek, birinci hazmı burada tamalar. Su ise midede vücut ısısına ulaştıktan sonra bağırsağa geçer. Bu sebeple önce su içmeli, sonra birlikte yememek şartıyla,  meyve veya tatlı,  sonra salata ve yemek yenmelidir. İki çeşit yemek yeniyorsa hafif ve sulu olanı ağır ve kuru olandan önce yenmelidir.

İbn-i Sina sabah ekmek(karbonhidrat), akşam et (protein) yemeyi tavsiye ederdi. Çünkü karbonhidrat sindiriminde gerekli enzimler genellikle sabahtan öğleye kadar, protein sindiriminde gerekli enzimler ise genellikle öğleden akşama kadar üretilir.

Yemekten sonra meyve veya tatlı yendiğinde, meyve ve tatlı hazmını tamamlamak için bağırsağa geçemez, midede mayalanır, çürür ve gaz oluşturur.
Yemekten sonra içilen su da bağırsağa geçemez, mideyi genişletir, mide asidini seyreltip zayıflatır, sindirimi uzatır ve zorlaştırır.
Yemek arasında su içmek, sindirimi ağızdan itibaren bozar. Yeterli enzim üretilemez. Mide asidinin seyrelip zayıflamasına, midenin genişlemesine sebep olur. Karaciğer ve dalağın yükünü artırır.

Yemekten 1,5-3 saat sonra su içmek daha uygundur.

Bayat ve Isıtılmış Yemekler
Mikroorganizmalar beklemiş yemeğin yapısını değiştirir. Yemek ısıtıldığında ise, yeni kimyasal bağlar oluştuğu için faydadan çok zararı vardır. Isıtılan yemeğin özü ve tadı değişir , hazmı ağırlaşır, bazen imkansızlaşır.

Katkılı Hazır Yiyecek ve İçecekler
Dünya gıda endüstrisinde binlerce çeşit ve milyonlarca ton katkı maddesi kullanılmaktadır. Bu sektörün içerisinde olan biri olarak da maalesef pek çok defa şahit olmuşluğum vardır. Hazır gıda kullanmakta sakınca görmeyen biri bir günde tatlandırıcı, tat verici, kıvam verici, renklendirici, renk koruyucu, bozulmayı önleyici, topaklanmayı önleyici, nem tutucu, boya, aroma gibi 100 lerce çeşit yapay katkı maddesi ve türevlerini tüketmektedir. Basit bir sakızın içerisinde bile onlarca katkı bulunur. (Kauçuk, vaks, elastomer, reçine, parafin, tatlandırıcılar, emülgatör, lesitin, gliserol bunlardan bazıları) Çocuklara verirken iki kez düşünün. Hatta mümkünse şu yazıyı okuyun.

Gıda üreticileri kullandığı katkı maddelerini ambalaj üzerinde belirtmek zorundadır (gerçi bunda da çeşitli istisnalar var). Fakat bu zorunluluk üreticinin sadece kendi kattıkları maddelere mahsustur. Mesela bir pastane ürettiği bir üründe kullandığı katkıyı belirtmek zorunda iken, kullandığı  ürünlerin içerdiği katkıyı, boya maddesini bildirmez. Örneğin yağ kullanır. Ama kullandığı yağda da katkı vardır. Bununla birlikte katkı maddelerinin üretim metodunu da bildirmez.
📍 Katkı maddelerini savunanlar “Katkı maddelerinin içinde zararsız hatta faydalı olanlar vardır” diyorlar. Olabilir, ancak, bugün katkı maddeleri değişik malzemelerden, değişik teknoloji ve yöntemlerle elde edildiğinden, üretim metotlarının, kimyevi içeriğinin ve kaynaklarının, güvenli, tehlikeli veya şüpheli olup olmadığının belirlenmesi kesinlikle mümkün değildir. Örneğin, Karoten (E 160) Doğal A vitamini kaynağıdır ve doğal bitki pigmentlerinden elde edilir. Betanin (E 162) ise kırmızı pancardan elde edilebilir. 30 yıl önce bu şekilde doğal bitkilerden elde edildiği için ikisinin de adı, 30 yıl önceki gibi hâlâ “güvenilir” sınıfında yer alır. Ancak, bu süre zarfında yeni metotlar ve teknolojiler kullanılır oldu ve bu katkı maddeleri, büyük oranda, GM bitkilerden üretilmeye başlandı. Öyleyse bunlar artık “güvenilir” değildir, “tehlikeli” hale gelmiştir. Görünen o ki, ürün ambalajlı veya ambalajsız olsun, ambalaj üzerinde içindekiler belirtilsin veya belirtilmesin, üründe kullanılan gerçek katkı maddelerini ve bunların sıfatlarını tespit etmek mümkün değildir. Dolayısıyla, her üründe onlarca çeşit katkı maddesi kullanılır. Bazı katkı maddeleri tek başına zararlı olmasa da, karıştırıldığında zararlı olabilir veya birbirinin zararını yükseltebilir ya da vücuttaki her türlü madde ile, alınan ilaçlar ve besinlerle, depolarda birikenlerle, üretilen enzimlerle tehlikeli bileşimler oluşturabilir. Ancak en sık kullanılan katkı maddeleri tek başlarına da çok zararlıdır. Hatta işletmelere gelen katkı maddeleri üzerinde solumayınız, elle dokunmayınız gibi ibareler bile yer alır. Diğer önemli bir konu da katkı maddesi ilavesinde dozajlama çok önemli. İzin verilen limiti aşmamak çok önemli. Ama gel gör ki realitede bu hiç kolay değil.

Aspartam, sodyum nitrit, sodyum sülfit, formaldehit ülkemizde en yaygın olarak kullanılan katkı maddeleri.

Deterjanlar, Kimyasal Bakım Ürünleri, Kozmetikler
Ekolojik dengeyi sağlayan mikroorganizmaların insan hayatında büyük rolü var. Havayı suyu temizlerler, zenginleştirir ve toprağın verimliliğini sağlarlar. Ölü insan, hayvan ve bitkileri çürüterek dünya yüzeyini temizlerler. İnsanların ve hayvanların derilerini-kıllarını ve bitkileri temizler; bütün canlıları çeşitli hastalıklardan korur; dünyadaki yaşam sürecini dengeler. Her bir çeşit mikroorganizmanın vazifesi o kadar net, o kadar ince ve farklıdır ki, bu engin dengeyi görmek ve idrak etmek kolay bir iş değil. Fakat antimikrobiyal ilaçlar, dezenfektanlar, vücut bakım ürünleri, temizlik maddeleri ve tarım ilaçları ile mikroorganizmalar ekolojik denge gözedilmeksizin bilinçsizce yok edilmektedir. Ayrıca  bu kimyasalların sadece mikroplara değil, insanlara da zarar verdiği unutuluyor.

Tuz ruhu, çamaşır suyu, bulaşık deterjanı, yağ çözücü, lavabo açıcı, çamaşır deterjanı, leke giderici ve benzerleri organik kalıntı ve mikropları nasıl anında eritip yok ediyorsa, akciğer ve beyin hücrelerini de etkilemektedir.  Hormonları olumsuz etkiler ve cilde zarar verir. Kan dolaşımına karışarak damarlarda deformasyona, kan üretiminde ve kan dolaşımında bozulmalara, MS ve alzheimer gibi nörolojik hastalıklara, akciğer, karaciğer ve böbrek hastalıklarına yol açar.
Bulaşık makinesinden çıkan pırıl pırıl parlayan bulaşıkların gerçekten yeterince durulandığına inanıyor musunuz? Ya da çamaşırlarınızın.  Çuvalla para harcayıp sağlığımızı bozuyoruz. Düşününce ne kadar ironik değil mi? Bu tür temizlik kimyasallarının önemli bir kısmını hayatımdan çıkardığım için çok mutluyum. Karbonat, kaya tuzu, limon tuzu, sirke, arap sabunu, zeytinyağlı sabunlar, çamaşır sodası, boraks, aromatik yağlar gibi doğal ürünler temizlik için oldukça kullanışlı yardımcı maddeler. Araştırın derim. Yapabileceğiniz bir sürü alternatif malzeme var ve düşünüldüğü kadar da zor değil.

Tarım İlaçları, Suni Gübreler, Hormonlar, Herbisitler, Pestisitler
Tarım ilaçları faydalı mikropları, solucan, sinek ve böcekleri öldürerek toprağın verimini düşürür; ekolojik dengeyi, insan, hayvan ve bitki sağlığını bozar. Toprağı öldürerek kendisinin sağlıklı kalacağını zanneden dar görüşlü bir insanoğlu davranışı…Daha fazla, daha da  fazla ürün alacağım derken sonunda aldığı şey ürün olmaktan çıkıyor.

Doğal hayvan gübresi yerine kullanılan kimyasal gübreler verim almak için hızlı yarar sağlayabilir ama uzun vadede zararlıdır. Toprak hayatiyetini kaybeder; sular kirlenir.Pestisitleri kullandıkça da direnç gelişir ve daha fazla pestiside gereksinim duyulur.
DDT uzun zaman önce yasaklanmıştır ancak hala dünyanın her yerinde besinlerde, canlıların kan ve dokularında DDT’ye rastlamak mümkündür. DDT organizmalara, her türlü yolla, özellikle et, süt ve balık ürünleri yoluyla girer ve dokularda depolanır. DDT hormonal dengeyi bozar, anne sütünü azaltır, anemiye ve ağır karaciğer hastalıklarına sebep olur.

Sadece DDT ile başlayan problemlere bakılınca şöyle bir sebep-sonuç zinciri ortaya çıkmaktadır: DDT kullanımı anne sütünü azalttı, anne sütünün azalmasıyla hazır mama kullanılmaya başlandı. Mamalar besin değil alerjen olduğu için bağışıklık sistemini zayıflattı. Mamaların metabolik atıklarını atmakta zorlanan böbreklerin gelişmesi yavaşladı ve çalışma kapasitesi düştü. Çocukluğunda mama kullananlar yetişkinlikte böbrek yetmezliğiyle karşı karşıya kaldı. DDT seçici olarak beyinde ve karaciğerde biriktiği için nörolojik hastalıklar ve karaciğer hastalıkları arttı. İşte bu zinciri anlarsak ancak o zaman etrafa daha anlamlı bir gözle bakabiliriz.

Aromalar
Çoğu insan kokuların yıllar önceki gibi çiçeklerden elde edildiğini, doğal ve masum olduğunu düşünmektedir. Fakat  bugün parfümün içeriği %95 oranında petrol ve kömür ürünü aromatik bileşikler, ftalatlar ve sentetik misktir.

Parfümlerin günlerce kalıcı kokularıyla övünen insanlarız.  Gün içerisinde kullandığınız parfüm, losyon, oda kokusu, banyo kokusu vb ni bir düşünsenize. Kimyasal aromatik bileşikler yersiz coşku hali, halüsinasyon, baş dönmesi, depresyon, donukluk, kulak çınlaması, görme bozukluğu gibi olumsuz etkilere sebep olmakta imiş. Benzer şekilde ‘doğala özdeş aromalar’ adı altında et ürünlerinde, süt ürünlerinde, bal da kahvede pek çok gıdada da aromalar kullanılıyor.

Sentetik kokular biz hiç farkında olmadan içerdikleri nörotoksik kimyasallar ile unutkanlık, baş ağrısı, baş dönmesi, zihin bulanıklığı, hafıza kaybı gibi nörolojik rahatsızlıkları, kaygı, depresyon, panik atak, dikkat dağınıklığı, duygu ve kişilik bozukluğu gibi ruhsal rahatsızlıkları tetiklemektedir.

Astım, sinüzit gibi alerjilere, böbrek, kalp, karaciğer, akciğer ve bağışıklık sistemi hasarlarına, yumurta ve spermlerde DNA bozulmalarına, kısırlık, doğum hasarları ve düşüklere, diyabet, hipertiroid veya hipotiroide, kısırlığa, göğüs ve prostat kanserine, sperm kalitesinin bozulmasına, cinsel hormonlarda dengesizliğe ve buna bağlı olarak eşcinselliğe, anne sütüne karışarak birçok bebeğin sütten kesilmesine sebep olmaktadır.

Tıbbi İlaçlar
Bazı ilaçlar kullanıldıkları dönemde, bazıları kullanımından haftalar, aylar, hatta yıllar sonra, bazıları ise doza bağımlı olarak yan etki gösterir.

Birçok ilaç, kemik iliği dejenerasyonuna ve bunun sonucunda kemik iliği yetmezliğine ve ağır anemilere, karaciğer toksisitesine ve karaciğer yetmezliğine, böbrek yetmezliğine, kısırlığa ve başka birçok hastalığa neden olabilir. Hormonal sistemde dengesizliğe, DNA’da değişimlere, bağışıklık sisteminin felcine yol açabilir.

İlaçların en belirgin yan etkilerinden biri de bu ilaçlara karşı oluşan fiziksel ve ruhsal bağımlılıktır. Fiziksel bağımlılık, o ilacın sürekli kullanım gereksinimi ile kendisini gösterir (Örneğin kortizon, insülin ve benzeri ilaçlar). İlaç kullanılmadığında ortaya psikolojik dengesizlikler, baş dönmesi, baş ağrıları, bel ve bacaklarda ağrı, tansiyon ve kan şekerinin yükselmesi gibi rahatsızlıklar ortaya çıkar. Psikolojik bağımlılık ise kendisini ruhsal rahatsızlık olarak gösterir (örneğin: sigara, alkol, kokain). Morfin, kodein, antidepresan, uyarıcı, uyku ilacı, fenilalanin vs gibi ilaçlar fiziksel olduğu kadar ruhsal bağımlılığa da neden olur. İlaçlara bağımlılık organlarda ve dokularda tahribata neden olduğu gibi genetik yapıyı da bozar.

E ne yapacağız diyorsanız tek cevabı araştırmak, öğrenmek, bir yerlerden başlangıç yapmak,  yanlış yaşam alışkanlıklarını düzeltmek ve nihai olarak da bunu paylaşmak, yaymak.

İnsanların ilaçlarla değil, yedikleriyle ve de yemedikleriyle iyileşeceğinin altını çizen bu kitabın elinizin altında olmasını öneririm. Bedenimize yanlış yakıtı doldurup doğru sonucu bekleyemeyiz öyle değil mi 😉? İşe marketten aldıklarınızın etiketlerini mutlaka okuyarak, yemekleri yeterince çiğneyerek, birbirine karıştırmayarak, evdeki cifi domestosu klozete boşaltarak, parfüm yerine aromatik yağları tercih ederek başlayabilirsiniz. Gözünüzün önünde duran sebzeleri keşfedin. Hazır gıdaya sığınıp kolaya kaçmayın. Saksılara maydanoz, papatya, lavanta, roka, tere, biber, domates, sarımsak ekin.  Bitki temelli beslenmenin armağanlarını kısa sürede almaya başlayacaksınız. Ve dahası yiyeceklerin çeşitliliğine şaşıracaksınız.

Aslında bu kadar uzatmasaydım bu postta Aidin Salih’in Yitik Şifanın İzinde Gerçek Tıp kitabında organ temizleme konusunda verdiği gerçekten çok değerli bilgilerden de bahsetmek istiyordum. Umarım bir başka postta yazabilirim.Çünkü bu konu bana 2016 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan Japon hücre biyoloğu Yoshinori Ohsumi'nin çalışmalarını anımsattı. Adı üzerinde modern çağda yitirilmiş olan şifanın izini süren bir kitap..

Kimyasal silahların hunharca kullanıldığı bir dönemde, kapitalist düzen uğruna masum insanların acımasızca katledildiği bir dünyada ilk düzeltilmesi gereken insanın kendisi, özü, insani vasıfları…

Sevgiler, iyi geceler..

1 yorum:

Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.