Bir gün arkadaşımla alışveriş yaparken, “Bekle, sana çok güzel, kadim bir kitap
alacağım” dedi . Aldı da. İnsanın ona kitap hediye eden dostları olması
paha biçilemez… Bu kitap bir süre okunmayı bekledi. Birkaç sefer göz atıldı.
Çok ilgimi cezbetmedi. Rafta durdu durdu.. Derken araya başka kitaplar girdi.
Sonra birkaç ayrı kitapta bu kitaba ve yazarına yapılan atıflar duymaya
başladım. En son bir arkadaşımın bu kitaptaki organ temizleme işlemlerini bir
doktor kontrolünde yaptığını ve önemli iyileşmeler sağladığını bizzat
kendisinden dinleyince iyice merak ettim, okumaya başladım. Fakat alışık
olmadığım bir türdü. Kaynakçalar, referanslar gibi benim bu ayarda kaynak
kitapta olmasını beklediğim bölümler pas geçilmişti. Yazar hakkında özgeçmiş
mahiyetinde kısa özet bir paragraf vardı. Yazar, kitapta anlatımını pekiştirmek
için yer yer Kuran’dan ayetlere, sık sık hadislere başvuruyordu. Aslında kitap
daha çok İslami yaşam tarzına uygun olarak yaşayarak sağlıklı kalma ve mevcut hastalıklardan
kurtulma üzerine dizayn edilmiş. O nedenle bunu bilerek okumak gerekiyor.
Pozitif bilimler okumuş ve her şeyin bilimsel izahını görmeyi isteyen kitleyi
bu yönü ile rahatsız edebilecek bir kitap.
Peki Aidin Salih kim ?Ukrayna’da Tıp Fakültesini bitirmiş. Sovyetler Birliği’nde
yıllarca doktor olarak çalışmış. Daha sonra Taşkent Devlet Üniversitesi’nde
Biyoloji bölümünden mezun olmuş. Biyoloji eğitimi sırasında insan ve hayvan
hastalıkları konusunda detaylı çalışmış. Ortodoks bir aileden gelmesine rağmen
İslam dinini seçmiş.
Merhume Aidin Salih in bakış açısını kısaca
özetlemek gerekirse hastalıkların
beslenme hataları ve yanlış yaşam tarzından kaynaklandığını ileri sürüyor.
Aidin Salih’e göre beslenme hataları
sonucunda mide ve bağırsaklarda çürüyüp mayalanan gıdaların metobolizma
atıkları kısmen dışarı atılır kısmen de dokularda birikir. Dokulardaki atıklar
çoğaldıkça, iltihaplanmaya ve gaz oluşturmaya başlıyor. Bu yakıcı madde ve
gazlar dokularda ağrı, sızı, iltihap ve alerjiye yol açarak akla gelebilecek
her türlü hastalığa sebep oluyor. Fakat şu var ki insan her türlü hastalığı
kendi kendine iyileştirebilecek bağışıklık sistemi ile birlikte yaratılıyor.
Fakat yeterince çiğnememe, fazla yeme, karışık yeme, kullanılan parfüm deterjan
zirai ilaçlar, antibiyotikler, katkı maddeleri,
vb genetiği değiştirilmiş yapay ürünler bağışıklık sisteminin
tanıyamadığı formlara bürünerek hastalıklara sebep oluyor. Yapılması
gerekenleri ise bütün bu 431 sayfalık kitapta etraflıca anlatılmış.
Kitap içerisinde modern tıp ile çatışan pek
çok kısım var. Bu noktalara çok takılmadan okudum. Kimi konuları işaretledim
etraflıca araştırmam gerekiyor. Bunlardan benim için en önemlisi aşılar.
Bununla birlikte hemfikir olduğumuz da çok konu var. Mizaca göre beslenme, organları
temizleme, hacamat, sülük tedavisi gibi konular hakkında oldukça detay
içeriyor. Bilmediklerim konusunda öğretici ve aynı zamanda epeyce düşündüren
bir kitap oldu. Kendimce pek çok not aldım. Bir post ile bunları özetlemek pek
mümkün değil ama bir başlayalım bakalım.
Aidin Salih, hastalık sebepleri olarak
aşağıdaki temel hataları sıralamış. Bunları genel anlamda biliyor olsak da
nedenleri ile okuyunca hem daha anlaşılır hem de daha kalıcı oluyor. Mühim
olansa elbette hasta olmadan bu bilgilere vakıf olabilmekte. Çünkü herkesin her
gün verdiği en önemli karar ağzının içine neyi koyacağıdır.
Az çiğnemek
Ağızda çok fazla miktarda akupunktur noktası
bulunur. Her bir dişin dibinde 2 şer tane. Çiğneme esnasında besinlerden
ayrılan enerji bu akupunktur noktaları vasıtasıyla vücudun genel enerji
dolaşımına dağılır. Bu akupunktur noktaları vasıtasıyla besinin kimyasal yapısı
beyne iletilir. Beyin bu bilgiyi analiz eder ve sindirimini ona göre hazırlar.
Yani besin ne kadar iyi çiğnenirse, beyin sindirim sistemini o kadar iyi
hazırlar.
Hızlı yiyen daha çok yemeye mecbur kalır.
Ayrıca iyi çiğnenmemiş yemek, kütleler halinde mideye gelir ve mide bu
kütleleri hazmedemez, çürütür. Bu çürüme bağırsaklarda da devam eder. Buna
istinaden kandaki lökositler artar. Bağışıklık sistemi de bu duruma karşı
koruma programı geliştirmek zorunda kalır.
İyi bir çiğneme işlemi ile karaciğer,
pankreas ve bağırsakların işi kolaylaşır. Çok daha az enzim harcanır.
Fazla Yemek
Sağlıklı bir insanda mide 200-250 gr yemeğin
hazmını 3-5 saatte gerçekleştirir. Bunun 2 katı yemek yendiğinde ise kalbin 4-6
kat daha fazla çalışması gerekir.
Bu nedenle fazla yemek alışkanlık halini
alırsa atıklar giderek daha az atılmaya ve daha çok depolanmaya başlar. Kanla
dolaşan atıklar zamanla damarlarda birikir. Daralan ve tıkanan damarlardaki kan
dokuları yeterince besleyemez. Böylece hastalıklar ortaya çıkar.
Ayrıca genetiği değiştirilmiş ve katkı
maddeli ürünlerden kaçınmak neredeyse imkansızken az yemek bugün daha büyük bir
zorunluluktur.
Karışık Yemek
Birbirine uygun olmayıp hazmı için ayrı
enzimler gerektiren yemekler birbiriyle karıştırıldığında sindirilmeden çürür.
Mesela, karbonhidratlar ile proteinler, süt ürünleri ile balık, birkaç inekten
sağılarak karıştırılan süt, karışık et, balık ile et, karışık
yağlarbirbirlerine zıttır. Bunların
parçalanabilmesi için ihtiyaç duyulan enzimler birbirine zıttır. Bu
zıtlık, enzimlerin üretilmesine engel olur ya da üretilen enzimlerin birbirini
yok etmesine sebep olur ve yenen yemek sindirilmeden mayalanmaya veya çürümeye
başlar.
Çürüme veya mayalanma sonucu oluşan zehirli
ve asitli kalıntılar bağırsaklarda yaşayan faydalı mikroorganizmaları öldürür,
bağırsak hareketlerini yavaşlatır. Beslenmedeki hatalar devam ettikçe bağırsak
duvarları kanalizasyon boruları gibi yağlı atıklarla kaplanır, bağırsaklar
genişler. Yapısı bozulur.
Sık Yemek
Hastalıkların temel nedenlerinden biri de
alınan besinin tamamen sindirilmesini beklemeden üstüne başka bir yemek
yemektir. Çünkü sindirim sistemi belli kurallarla çalışır. Eski tabipler
“Hastalık nedir?” sorusuna “Yediğini sindirmeden üzerine yemektir” diyerek ne
de güzel tanımlamışlar.
200-250 gr lık bir yemeğin sindirimi midede
3-5 saatlik bir süreç geçirdikten sonra ince bağırsaklara inerek tamamlanır.
Buna birinci hazım denir. Yemeğin cinsine ve miktarına göre birinci hazım 6-10
saate uzayabilir. Birinci hazmı geçen besinler bağırsak mukozası ile emilerek
kana geçer ve ikinci hazım için karaciğere gönderilir. Karaciğer, birinci
hazımdan gelen protein, karbonhidrat, yağ gibi besin parçalarını daha küçük
parçalara ayırır ve bunların bir kısmından yağ, glikoz, enzim ve bazı
vitaminlerin sentezlenmesini sağlar. Böylece ikinci hazım da tamamlanır ve bu
temel maddeler kana geçer. Kandaki görevli hormonlar vasıtası ile hücrelere
ulaştırılır. Kanda gerçekleşen bu işlemle birlikte üçüncü hazım tamamlanmış
olur. Hücrede glikozdan enerji üretilir. Buna da dördüncü hazım denir. Bu
nedenle ikinci ve üçüncü hazımdan sonra yemek yemek yani günde 1-2 defa
yemekinsan için yeterlidir. Bu kitapta en çok
vurgulanan konulardan birisi
Yeme ve İçmede Sıraya Dikkat Etmemek
Et, yumurta, peynir gibi proteinli yiyecekler
midede hazmı uzun süren besinlerdir. Tatlılar ve meyveler midede fazla uzun
kalmadan bağırsağa geçerek, birinci hazmı burada tamalar. Su ise midede vücut
ısısına ulaştıktan sonra bağırsağa geçer. Bu sebeple önce su içmeli, sonra
birlikte yememek şartıyla, meyve veya
tatlı, sonra salata ve yemek yenmelidir.
İki çeşit yemek yeniyorsa hafif ve sulu olanı ağır ve kuru olandan önce yenmelidir.
İbn-i Sina sabah ekmek(karbonhidrat), akşam
et (protein) yemeyi tavsiye ederdi. Çünkü karbonhidrat sindiriminde gerekli
enzimler genellikle sabahtan öğleye kadar, protein sindiriminde gerekli
enzimler ise genellikle öğleden akşama kadar üretilir.
✔
Yemekten sonra meyve veya tatlı yendiğinde, meyve ve tatlı hazmını tamamlamak için
bağırsağa geçemez, midede mayalanır, çürür ve gaz oluşturur.
✔
Yemekten sonra içilen su da bağırsağa geçemez, mideyi genişletir, mide asidini
seyreltip zayıflatır, sindirimi uzatır ve zorlaştırır.
✔
Yemek arasında su içmek, sindirimi ağızdan itibaren bozar. Yeterli enzim
üretilemez. Mide asidinin seyrelip zayıflamasına, midenin genişlemesine sebep
olur. Karaciğer ve dalağın yükünü artırır.
Yemekten 1,5-3 saat sonra su içmek daha
uygundur.
Bayat ve Isıtılmış Yemekler
Mikroorganizmalar beklemiş yemeğin yapısını
değiştirir. Yemek ısıtıldığında ise, yeni kimyasal bağlar oluştuğu için
faydadan çok zararı vardır. Isıtılan yemeğin özü ve tadı değişir , hazmı
ağırlaşır, bazen imkansızlaşır.
Katkılı Hazır Yiyecek ve İçecekler
Dünya gıda endüstrisinde binlerce çeşit ve
milyonlarca ton katkı maddesi kullanılmaktadır. Bu sektörün içerisinde olan
biri olarak da maalesef pek çok defa şahit olmuşluğum vardır. Hazır gıda
kullanmakta sakınca görmeyen biri bir günde tatlandırıcı, tat verici, kıvam
verici, renklendirici, renk koruyucu, bozulmayı önleyici, topaklanmayı
önleyici, nem tutucu, boya, aroma gibi 100 lerce çeşit yapay katkı maddesi ve
türevlerini tüketmektedir. Basit bir sakızın içerisinde bile onlarca katkı
bulunur. (Kauçuk, vaks, elastomer, reçine, parafin, tatlandırıcılar, emülgatör,
lesitin, gliserol bunlardan bazıları) Çocuklara verirken iki kez düşünün. Hatta
mümkünse şu yazıyı okuyun.
Gıda üreticileri kullandığı katkı maddelerini
ambalaj üzerinde belirtmek zorundadır (gerçi bunda da çeşitli istisnalar var).
Fakat bu zorunluluk üreticinin sadece kendi kattıkları maddelere mahsustur.
Mesela bir pastane ürettiği bir üründe kullandığı katkıyı belirtmek zorunda
iken, kullandığı ürünlerin içerdiği
katkıyı, boya maddesini bildirmez. Örneğin yağ kullanır. Ama kullandığı yağda
da katkı vardır. Bununla birlikte katkı maddelerinin üretim metodunu da
bildirmez.
📍 Katkı maddelerini savunanlar “Katkı
maddelerinin içinde zararsız hatta faydalı olanlar vardır” diyorlar. Olabilir,
ancak, bugün katkı maddeleri değişik malzemelerden, değişik teknoloji ve
yöntemlerle elde edildiğinden, üretim metotlarının, kimyevi içeriğinin ve
kaynaklarının, güvenli, tehlikeli veya şüpheli olup olmadığının belirlenmesi
kesinlikle mümkün değildir. Örneğin, Karoten (E 160) Doğal A vitamini
kaynağıdır ve doğal bitki pigmentlerinden elde edilir. Betanin (E 162) ise
kırmızı pancardan elde edilebilir. 30 yıl önce bu şekilde doğal bitkilerden
elde edildiği için ikisinin de adı, 30 yıl önceki gibi hâlâ “güvenilir”
sınıfında yer alır. Ancak, bu süre zarfında yeni metotlar ve teknolojiler
kullanılır oldu ve bu katkı maddeleri, büyük oranda, GM bitkilerden üretilmeye
başlandı. Öyleyse bunlar artık “güvenilir” değildir, “tehlikeli” hale
gelmiştir. Görünen o ki, ürün ambalajlı veya ambalajsız olsun, ambalaj üzerinde
içindekiler belirtilsin veya belirtilmesin, üründe kullanılan gerçek katkı
maddelerini ve bunların sıfatlarını tespit etmek mümkün değildir. Dolayısıyla,
her üründe onlarca çeşit katkı maddesi kullanılır. Bazı katkı maddeleri tek
başına zararlı olmasa da, karıştırıldığında zararlı olabilir veya birbirinin
zararını yükseltebilir ya da vücuttaki her türlü madde ile, alınan ilaçlar ve
besinlerle, depolarda birikenlerle, üretilen enzimlerle tehlikeli bileşimler
oluşturabilir. Ancak en sık kullanılan katkı maddeleri tek başlarına da çok
zararlıdır. Hatta işletmelere gelen katkı maddeleri üzerinde solumayınız, elle
dokunmayınız gibi ibareler bile yer alır. Diğer önemli bir konu da katkı
maddesi ilavesinde dozajlama çok önemli. İzin verilen limiti aşmamak çok
önemli. Ama gel gör ki realitede bu hiç kolay değil.
Aspartam, sodyum nitrit, sodyum sülfit,
formaldehit ülkemizde en yaygın olarak kullanılan katkı maddeleri.
Deterjanlar, Kimyasal Bakım Ürünleri, Kozmetikler
Ekolojik dengeyi sağlayan mikroorganizmaların
insan hayatında büyük rolü var. Havayı suyu temizlerler, zenginleştirir ve
toprağın verimliliğini sağlarlar. Ölü insan, hayvan ve bitkileri çürüterek
dünya yüzeyini temizlerler. İnsanların ve hayvanların derilerini-kıllarını ve
bitkileri temizler; bütün canlıları çeşitli hastalıklardan korur; dünyadaki
yaşam sürecini dengeler. Her bir çeşit mikroorganizmanın vazifesi o kadar net,
o kadar ince ve farklıdır ki, bu engin dengeyi görmek ve idrak etmek kolay bir
iş değil. Fakat antimikrobiyal ilaçlar, dezenfektanlar, vücut bakım ürünleri,
temizlik maddeleri ve tarım ilaçları ile mikroorganizmalar ekolojik denge
gözedilmeksizin bilinçsizce yok edilmektedir. Ayrıca bu kimyasalların sadece mikroplara değil,
insanlara da zarar verdiği unutuluyor.
Tuz ruhu, çamaşır suyu, bulaşık deterjanı,
yağ çözücü, lavabo açıcı, çamaşır deterjanı, leke giderici ve benzerleri
organik kalıntı ve mikropları nasıl anında eritip yok ediyorsa, akciğer ve
beyin hücrelerini de etkilemektedir.
Hormonları olumsuz etkiler ve cilde zarar verir. Kan dolaşımına
karışarak damarlarda deformasyona, kan üretiminde ve kan dolaşımında
bozulmalara, MS ve alzheimer gibi nörolojik hastalıklara, akciğer, karaciğer ve
böbrek hastalıklarına yol açar.
Bulaşık makinesinden çıkan pırıl pırıl parlayan
bulaşıkların gerçekten yeterince durulandığına inanıyor musunuz? Ya da
çamaşırlarınızın. Çuvalla para harcayıp
sağlığımızı bozuyoruz. Düşününce ne kadar ironik değil mi? Bu tür temizlik
kimyasallarının önemli bir kısmını hayatımdan çıkardığım için çok mutluyum.
Karbonat, kaya tuzu, limon tuzu, sirke, arap sabunu, zeytinyağlı sabunlar,
çamaşır sodası, boraks, aromatik yağlar gibi doğal ürünler temizlik için
oldukça kullanışlı yardımcı maddeler. Araştırın derim. Yapabileceğiniz bir sürü
alternatif malzeme var ve düşünüldüğü kadar da zor değil.
Tarım İlaçları, Suni Gübreler, Hormonlar, Herbisitler, Pestisitler
Tarım ilaçları faydalı mikropları, solucan,
sinek ve böcekleri öldürerek toprağın verimini düşürür; ekolojik dengeyi,
insan, hayvan ve bitki sağlığını bozar. Toprağı öldürerek kendisinin sağlıklı
kalacağını zanneden dar görüşlü bir insanoğlu davranışı…Daha fazla, daha
da fazla ürün alacağım derken sonunda
aldığı şey ürün olmaktan çıkıyor.
Doğal hayvan gübresi yerine kullanılan
kimyasal gübreler verim almak için hızlı yarar sağlayabilir ama uzun vadede
zararlıdır. Toprak hayatiyetini kaybeder; sular kirlenir.Pestisitleri
kullandıkça da direnç gelişir ve daha fazla pestiside gereksinim duyulur.
DDT uzun zaman önce yasaklanmıştır ancak hala
dünyanın her yerinde besinlerde, canlıların kan ve dokularında DDT’ye rastlamak
mümkündür. DDT organizmalara, her türlü yolla, özellikle et, süt ve balık
ürünleri yoluyla girer ve dokularda depolanır. DDT hormonal dengeyi bozar, anne
sütünü azaltır, anemiye ve ağır karaciğer hastalıklarına sebep olur.
Sadece DDT ile başlayan problemlere bakılınca
şöyle bir sebep-sonuç zinciri ortaya çıkmaktadır: DDT kullanımı anne sütünü
azalttı, anne sütünün azalmasıyla hazır mama kullanılmaya başlandı. Mamalar
besin değil alerjen olduğu için bağışıklık sistemini zayıflattı. Mamaların
metabolik atıklarını atmakta zorlanan böbreklerin gelişmesi yavaşladı ve
çalışma kapasitesi düştü. Çocukluğunda mama kullananlar yetişkinlikte böbrek
yetmezliğiyle karşı karşıya kaldı. DDT seçici olarak beyinde ve karaciğerde
biriktiği için nörolojik hastalıklar ve karaciğer hastalıkları arttı. İşte bu
zinciri anlarsak ancak o zaman etrafa daha anlamlı bir gözle bakabiliriz.
Aromalar
Çoğu insan kokuların yıllar önceki gibi
çiçeklerden elde edildiğini, doğal ve masum olduğunu düşünmektedir. Fakat bugün parfümün içeriği %95 oranında petrol ve
kömür ürünü aromatik bileşikler, ftalatlar ve sentetik misktir.
Parfümlerin günlerce kalıcı kokularıyla
övünen insanlarız. Gün içerisinde
kullandığınız parfüm, losyon, oda kokusu, banyo kokusu vb ni bir düşünsenize.
Kimyasal aromatik bileşikler yersiz coşku hali, halüsinasyon, baş dönmesi,
depresyon, donukluk, kulak çınlaması, görme bozukluğu gibi olumsuz etkilere
sebep olmakta imiş. Benzer şekilde ‘doğala özdeş aromalar’ adı altında et
ürünlerinde, süt ürünlerinde, bal da kahvede pek çok gıdada da aromalar
kullanılıyor.
Sentetik kokular biz hiç farkında olmadan
içerdikleri nörotoksik kimyasallar ile unutkanlık, baş ağrısı, baş dönmesi,
zihin bulanıklığı, hafıza kaybı gibi nörolojik rahatsızlıkları, kaygı,
depresyon, panik atak, dikkat dağınıklığı, duygu ve kişilik bozukluğu gibi
ruhsal rahatsızlıkları tetiklemektedir.
Astım, sinüzit gibi alerjilere, böbrek, kalp,
karaciğer, akciğer ve bağışıklık sistemi hasarlarına, yumurta ve spermlerde DNA
bozulmalarına, kısırlık, doğum hasarları ve düşüklere, diyabet, hipertiroid
veya hipotiroide, kısırlığa, göğüs ve prostat kanserine, sperm kalitesinin
bozulmasına, cinsel hormonlarda dengesizliğe ve buna bağlı olarak eşcinselliğe,
anne sütüne karışarak birçok bebeğin sütten kesilmesine sebep olmaktadır.
Tıbbi İlaçlar
Bazı ilaçlar kullanıldıkları dönemde,
bazıları kullanımından haftalar, aylar, hatta yıllar sonra, bazıları ise doza
bağımlı olarak yan etki gösterir.
Birçok ilaç, kemik iliği dejenerasyonuna ve
bunun sonucunda kemik iliği yetmezliğine ve ağır anemilere, karaciğer
toksisitesine ve karaciğer yetmezliğine, böbrek yetmezliğine, kısırlığa ve
başka birçok hastalığa neden olabilir. Hormonal sistemde dengesizliğe, DNA’da
değişimlere, bağışıklık sisteminin felcine yol açabilir.
İlaçların en belirgin yan etkilerinden biri
de bu ilaçlara karşı oluşan fiziksel ve ruhsal bağımlılıktır. Fiziksel
bağımlılık, o ilacın sürekli kullanım gereksinimi ile kendisini gösterir
(Örneğin kortizon, insülin ve benzeri ilaçlar). İlaç kullanılmadığında ortaya
psikolojik dengesizlikler, baş dönmesi, baş ağrıları, bel ve bacaklarda ağrı,
tansiyon ve kan şekerinin yükselmesi gibi rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Psikolojik bağımlılık ise kendisini ruhsal rahatsızlık olarak gösterir
(örneğin: sigara, alkol, kokain). Morfin, kodein, antidepresan, uyarıcı, uyku
ilacı, fenilalanin vs gibi ilaçlar fiziksel olduğu kadar ruhsal bağımlılığa da
neden olur. İlaçlara bağımlılık organlarda ve dokularda tahribata neden olduğu
gibi genetik yapıyı da bozar.
E ne yapacağız diyorsanız tek cevabı
araştırmak, öğrenmek, bir yerlerden başlangıç yapmak, yanlış yaşam alışkanlıklarını düzeltmek ve
nihai olarak da bunu paylaşmak, yaymak.
İnsanların ilaçlarla değil, yedikleriyle ve
de yemedikleriyle iyileşeceğinin altını çizen bu kitabın elinizin altında
olmasını öneririm. Bedenimize yanlış yakıtı doldurup doğru sonucu bekleyemeyiz
öyle değil mi 😉? İşe marketten aldıklarınızın etiketlerini mutlaka
okuyarak, yemekleri yeterince çiğneyerek, birbirine karıştırmayarak, evdeki
cifi domestosu klozete boşaltarak, parfüm yerine aromatik yağları tercih ederek
başlayabilirsiniz. Gözünüzün önünde duran sebzeleri keşfedin. Hazır gıdaya
sığınıp kolaya kaçmayın. Saksılara maydanoz, papatya, lavanta, roka, tere,
biber, domates, sarımsak ekin. Bitki
temelli beslenmenin armağanlarını kısa sürede almaya başlayacaksınız. Ve dahası
yiyeceklerin çeşitliliğine şaşıracaksınız.
Aslında bu kadar uzatmasaydım bu postta Aidin
Salih’in Yitik Şifanın İzinde Gerçek Tıp kitabında organ temizleme konusunda
verdiği gerçekten çok değerli bilgilerden de bahsetmek istiyordum. Umarım bir
başka postta yazabilirim.Çünkü bu konu bana 2016 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü
kazanan Japon hücre biyoloğu Yoshinori Ohsumi'nin çalışmalarını anımsattı. Adı
üzerinde modern çağda yitirilmiş olan şifanın izini süren bir kitap..
Kimyasal silahların hunharca kullanıldığı bir
dönemde, kapitalist düzen uğruna masum insanların acımasızca katledildiği bir
dünyada ilk düzeltilmesi gereken insanın kendisi, özü, insani vasıfları…
Sevgiler, iyi geceler..
Teşekkürler.
YanıtlaSil