Şayet bir hastalık ile mücadele ediyorsanız iyi bir sağlık kitaplığınız olmalı.
Hastalıklarda bağırsak sağlığının yeri ve önemi tartışılamaz.
Giulia Enders’ın kaleme aldığı Büyüleyici Bağırsak bu önemli organımızı tanımada gerçekten iyi bir rehber.
Yazar Giulia Enders 1990
doğumlu. 17 yaşındayken bacağında bir yara açılıyor ve sonra bir türlü
iyileşmeyerek tüm vücuduna dağılıyor. Hiç bir doktorun çare bulamadığı
bu hastalığa hasta olmadan bir hafta önce kullandığı antibiyotiğin sebep olduğunu anlıyor.
Bu süreçte kendi üzerinde sağlıkla ilgili pek çok deneme ve keşif
yapıyor. Nihayetinde tıp okumaya karar veriyor ve okuyor. Tıpta
uzmanlaşma aşamasında okul eğitimi aşamasınca ‘üvey evlat’ muamelesi
gören bağırsağı tercih etmesinin nedenini bağırsak ve beyin arasındaki bağlantı karşısında büyülenmiş olmasına bağlıyor. Bağırsağın fiziksel ve ruhsal sağlığımızı nasıl etkilediğini derinlemesine araştırmak istiyor.
Yazar bağırsakta neler olup bittiğini, araştırmaların bu konuda
getirdiği yenilikleri, rahatsızlıklarla nasıl mücadele edilebileceğini
eğlenceli bir dille anlatmış. Akıcı olmasına rağmen anlaşılması çok da
kolay bir kitap değil. Bazı tıbbi terimlere, anatomi ve fizyoloji
bilgisine aşina olmak gerekiyor. Ama yazarın bağırsaklarımız konusunda okuru bilgilendirmek hususundaki coşkusu adeta kitaptan taşıyor diyebilirim. Ve kız kardeşi Jill Ender’sın illüstrasyonları gerçekten çok tatlıydı. Sadece hoş değil aynı zamanda konuyu daha iyi anlamayı sağlayacak kadar da başarılı çizimler.
Elbette ki lisedeki biyoloji derslerimizde bize sindirim sisteminin
temellerini öğrettiler: Yiyecekler yemek borusundan geçerek mideye
girerler, sekiz metre uzunluğundaki ince bağırsaklardan geçerler,
kolonda dinlenirler ve nihayet vücuttan dışarı atılırlar. Ama asıl kilit
noktası bu sürecin detaylarındadır; özellikle de beyin kadar karmaşık
olan bu sistemin tüm otoimmün sistemimizi nasıl kontrol ettiği, bizi
hangi yollarla hasta ettiğidir.
Bu tür kitaplar okumaktaki aldığım keyfin temeli vücudu daha iyi
tanımama vesile olmaları. Artık şuna iyice eminim ki yirmi, otuz, kırk,
elli, altmış ve hatta yetmiş yıl yaşamış olsak bile, vücudumuzu
sandığımız kadar da iyi tanımıyoruz. Daha vahimi bu konuda bilgilenmeye
pek de gerek duymuyoruz. Kendi vücudumuzun kontrolünü doktorlara teslim edip kendimizi geri çekiyoruz. Oysa ancak vücudumuzu tanıyarak, sağlığımızı koruma, kendimizi güçlendirme konusunda kontrol sahibi olabiliriz.
Bu kitap benim için gerçekten de büyüleyici bir kitaptı ve daha önce
bilmediğim ya da bilip de mantığını tam olarak bilemediğim birçok şeyi
öğrendim. Bu kitabı okurken not almak için bir dizüstü bilgisayar veya kalem bulundurmanızı tavsiye ederim. Zira
bu değerli bilgilerin havaya uçmaması lazım. Kendi notlarımı burada
kısımlar halinde özetleyeceğim. Baştan uyarayım uzun sürecek bir özet
olacak bu 😉
📌 3 bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde bağırsak ve
genel olarak sindirim sistemimizin yapısı ve fonksiyonu anlatılmış.
Alerjiler, intoleranslar gibi konular ele alınmış. İkinci bölümde bağırsağın, beyin ve dolayısıyla sinir sistemi ve duygularımızla olan etkileşimine değinilmiş. Üçüncü bölümde ise
bağırsak bakterileri, florası, kötü niyetli bakteriler, parazitler,
antibiyotikler, probiyotikler ve prebiyotiklerden bahsetmiş yazar.
Kitabı bitirdiğimde keşke bir dördüncü bölüm olsaydı ve
bağırsakla ilgili hastalıklar (ibs, ülseratif kolit, Crohn vb gibi)
hakkında daha çözümsel öneriler içerseydi diye düşündüm. Evet yazar bu
hastalıklara satır aralarında değinmiş ama bir başlık olarak ele alıp
onlara neyin sebep olduğu ve bunların belirtilerini yönetmek için neler
yapılabileceğini bahsetseydi süper olurdu.
📌Yazar çinko içeren ürünlerden birkaç hafta boyunca fazlaca tükettiğinde koku alma duyusunun çok güçlendiğini fark ediyor.
📌 Bağırsakla bağışıklık sistemimiz arasında olağanüstü
bir ilişki var ve nihayet artık bu konu hakkında yavaş yavaş
bilinçleniyoruz. Bağırsak bağışıklık sisteminin üçte ikisinin düzenini sağlar, aynı anda küçük ekmekleri ve sosisleri öğütür ve kendine özgü yirmiden fazla hormon üretir.
📌Tuvaletimizi yaparken en eski zamanlardan beri doğalında kullandığımız pozisyon “çömelmek” tir. Modern bir alışkanlık olan “oturma alışkanlığı” 18.
yy ın sonlarında ortaya çıkmıştır ve evlerimizde bulunan alafranga
tuvaletler hayatımıza girmiştir. Bununla birlikte hemoroid, diverkül
gibi bazı modern hastalıklar da hayatımıza girmiştir. Yapılan
araştırmalar çömelmenin kasları gevşettiği, yolu düzleştirdiği ve bu
sayede dışkının çıkmasının yollarını açtığını göstermiştir. Çünkü
bağırsak sistemimiz klozette oturarak işimizi hallettiğimiz süreçte
boşaltım kanalının tamamen açılacağı biçimde tasarlanmamıştır ! Dünya çapında çömelerek işlerini halleden 1,2 milyar insan içinde Diverkül hastalığına yakalanana neredeyse yoktur ve Hemoroid hastalığına yakalananların
oranı da oldukça düşüktür. Ne yani şimdi porselenden yapılmış
tahtlarımızı bırakıp işimizi çömelerek mi halledeceğiz diye
düşünebilirsiniz. Buna gerek yok. Yapılan araştırmalar klozete oturarak
çömelmenin sağlıklı olacağını göstermiştir. Bunun için yapılması gereken vücudun üst kısmı hafif bir şekilde öne doğru eğip, ayakların altına ufak bir tabure koymaktır. Aşağıdaki temsili çizim de gayet açıklayıcı.
📌 Günde ortalama 0,7 – 1 litre kadar tükürük üretiyoruz.
Tükürük bezlerinde üretilen bu kadar tükürük ağzımızın içindeki 4
noktadan geliyor. İkisi yanağın iç kısmında, sağ ve sol kısımda hafif
kabarıklık şeklinde hissedilen yerlerde. Diğer iki nokta dilin altında.
Ancak asıl şaşırdığım bilgi tükürüğün filtrelenmiş kan olduğunu öğrenmek oldu.
Kan, tükürük bezlerinden süzülerek geçerek alyuvarları geride
bırakıyor.Buna karşın kalsiyum, hormonlar ve bağışıklık sistemindeki
antikorlar kandan ayrılarak tükürüğümüze karışıyor. Bununla birlikte
tükürük bezlerimiz de farklı maddelerin ilave edilmesini sağlayabiliyor.
Tükürüğümüzün içinde morfinden bile daha etkili bir ağrı kesici olan opiorfin bulunmaktadır. Elbette çok az miktarda. Uyurken
ise hemen hemen hiç tükürük üretmiyoruz. Bu mikroplar için geçiş
serbest demek. Ağız kokusu ve boğaz ağrısında bu önemli bir etken. Bu
yüzden uykudan önce ve sonra diş fırçalamak akıllıca bir eylem. Hatta son üç-beş aydır Zeytinyağı veya Hindistan cevizi yağı ile oil pulling (yağ çekme) yapıyorum
ki insana kendini çok iyi hissettiriyor. Tavsiye ederim. Aslında bu
ayrı bir post konusu olabilecek kadar da kapsamlı.
📌 Aynada dilimize baktığımızda dilin göremediğimiz içinde kalan kısmında dil kökü vardır. Burada pembe kubbeler vardır. Bu kubbelerin görevi yuttuğumuz her şeyi gözden geçirmektir. Burada
dış dünyadan gelen yabancı maddelere alıştırılmayı bekleyen, bağışıklık
sistemine ait hücrelerden oluşan bir ordu mevcuttur. Burası lenf sistemimizin bir
parçasıdır. Meraklı bir biçimde yabancı maddeleri tadarlar. Mesela elma
parçacıklarını rahat bırakırken boğaz ağrısına sebep olabilecek
parçacıkları yakalamakla yükümlüdürler.
📌 Kitapta yer alan bilgilerden bir diğeri de bademciklerin alınması gerekiyorsa 7 yaşını geçtikten sonra alınmasının daha uygun olacağıdır (çok acil değilse). Bademcikler
kalp sağlığı ve kilo konusunda da son derece önemli organlar ve 7
yaşından önce alınması durumunda kişiler kilo problemi
yaşayabilmekteymiş.
📌 Sedef Hastalığı (Psoriasis) ile ilgili ilginç
bir araştırmaya değinmiş. Diyor ki Psoriasis hastalarında boğaz ağrısı
normalde görüldüğünden daha yoğun görülür. Bu hastalığın olası
faktörleri arasında sürekli olarak bademciklerde saklanabilen ve bu
nedenle bağışıklık sistemiyle uğraşıp duran bakteriler yer alır. Pek
çok vakada bademciklerin alınmasına müteakiben bu hastalığın iyileştiği
veya iyiye gittiği gözlemlenmiş. Benzeri durum romatizmal hastalıklarda da kaynak bademcikler olabilmektedir.
📌 Ağzımızın gerisinde 2 cm genişliğinde bir yemek borusu bulunur. Bu yemek borusu midenin tepesini ıskalayarak midenin yan tarafından bir yerden mideye bağlanır.
Midenin sağ tarafı sol tarafından çok daha kısadır - bu yüzden şekli
de yarım ay biçiminde, yamuk, küçük bir torba gibidir. Midemiz sindirim
sistemimizin Quasimodo’sudur 😊 İnce bağırsağımız ise 7 metrelik uzunluğuyla yön duygusu olmaksızın bir sağa bir sola kıvrılır; ta ki kalın bağırsağıgeçene
kadar. Ayrıca göründüğü kadarıyla iltihaplanması dışında hiçbir işlevi
olmayan apandis de bu bağırsağa bağlıdır. Ayrıca kalın bağırsakta bir
sürü kabartı mevcuttur. Boncuk dolu bir kolyeye benzer. Ya da spiral
hortuma.
📌 Yemek borusunun yemekleri midenin direkt ortasına
değil de yandan girerek sağ tarafına ulaştırması sebepsiz değildir.
Böylelikle yemek sonrası attığımız her adımda karnımız midemizi
sıkıştırıp geğirmemize neden olmaz. Zengin bir yemek sonrasında dik
oturmak mideden ağıza doğru ekşi bir tadın gelmemesi açısından, kambur
oturmaktan daha etkilidir.
📌 Midemiz yalnızca yamuk değildir. Farklı uzmanlık
alanları olan iki ayrı bölüme de sahiptir. Bir bölümün uzmanlık alanı
sıvılarken diğer bölümün uzmanlık alanı katılardır.
📌 İnce bağırsakta besinler alabilecekleri en ufak
hali almaları için parçalanır. Sindirim enzimlerimiz küçük makaslar gibi
çalışarak hücrelerimize girebilecek molekül formuna getirirler. Tek 1
milimetrekare ince bağırsak dokusu üzerinde 30 adet tüy bulunur.
Bu tüyler sindirim aşamasında olan besinlerin daha kolay aktarılmasını
sağlarlar. İnce bağırsakta bizim neyi sindirip sindiremediğimiz, laktozu
kaldırıp kaldıramadığımız, hangi yemeğin alerjiye sebep olduğu ortaya
çıkar.
📌 Aslında apandis kalın bağırsağın oldukça önemli bir parçasıdır.
Ameliyatla alınan kısım ise apandisin alt kısmında asılı duran “solucan
şeklindeki uzantı” dır. Yani bağlı olduğu organla aynı isimle alınan
bir parça. Ve bu uzantının ait olduğu yer bademciklere bağlı lenf sistemidir.
Apandis iltihabına yönelik belirtiler ateş ve göbek deliğinin sağ alt
kısmında hissedilen ağrıdır. Sağ alt kısmı elle bastırmak acıya sebep
olur. Sol kısma bastırılınca bu acı azalır fakat parmağınızı
bastırdığınız yerden çektiğinizde acı yeniden hissedilir.
📌 Kalın bağırsağımız ince bağırsağın bünyesine
katmadığı şeylerle ilgilenir. Bir yılan gibi kıvrılarak ilerlemez. Kalın
bir çerçeve gibi ince bağırsağın etrafından dolanır. Yemeklerden artakalanlar üzerinde yaklaşık 16 saat titizlikle çalışır.
📌 Çeşitli alerjiler, intoleranslar ince bağırsaklar ile bağlantılı olarak gerçekleştiği üzerinde kitap oldukça durmuş. Alerjik hastalıkların meydana gelişi konusunda bir teoriye göre bağırsak duvarımız kısa bir süreliğine daha geçirgen bir hal alabilir ve bundan dolayı yemek artıklarının bağırsak dokusuna veya kana geçişine izin verebilir. Gluten intoleransı, çölyak, laktoz intoleransı, früktoz intoleransı bu konuda ilk aklımıza gelen rahatsızlıklar. Gluten intoleransı tahminimizden fazla insanda var. Çölyak hastalığında gluten ve türevlerini tüketmek büyük iltihaplara yol açabilir; bağırsaktaki tüylere zarar verebilir . Laktoz intoleransta ise
durum biraz daha farklıdır. Laktozu parçalayan enzim eksik olduğunda
görülür. Sindirilemeyen laktoz parçacıkları ince bağırsak duvarından
geçemeyerek direkt kalın bağırsağa geçer ve orada gaz üreten bakterileri
beslerler. Yani süt ürünleri tükettiğimizde yaşadığımız gaz sorunları,
mide bulantısı vb. bize beslenmiş olan bu bakterilerin ufak bir
teşekkürüdür. Ayrıca yaş ne kadar ilerlerse vücudun sütte bulunan şekeri parçalama ihtimali de o kadar düşer.
📌 Kitapta yer alan çok yeni bir araştırma sonucuna göre früktoz intoleransı insanı
depresif hale sürükleyebilir. Früktoz intoleransının arkasına saklanan
mekanizma şöyledir: Früktoz zaten tek bir şeker molekülüdür.
Parçalanmasına gerek yoktur. Tek işlem bağırsak duvarından geçiştir.
Vücut sindiremediği bir kısım früktozu kalın bağırsağa gönderir. Bu da bakteriler için besin oluşturur. Gaz sancıları da sonuçtur. Sağlığımıza olumsuz diğer bir etkisi de şudur:Şeker
diğer pek çok maddenin kana alımına yardımcı bir moleküldür.
Aminoasitlerden biri olan triptofan sindirim sürecinde früktoza
yapışmayı sever. Fakat karnımızda hepsinin transfer edilmesi
imkansız olacak kadar fazla miktarda früktoz bulunması durumunda, mevcut
triptofanı da kaybederiz. Vücudun serotonin üretmesi için triptofana ihtiyaç
duyarız. Serotonin, mutluluk hormonları için uyarıcı madde olarak
bilinir çünkü serotonin eksikliği depresyonu da beraberinde getirebilir.
Bundan dolayı da uzun süre fark edilmemiş bir früktoz intoleransı insanı depresif hale sürükleyebilir. Serotonin
yalnızca keyifli olmamızı sağlamaz, aynı zamanda o memnuniyet verici
tokluk hissinden de sorumlu olan odur. Çabuk acıkmak veya sürekli bir
şeyler atıştırmak früktoz intoleransının da yan etkisi olabilir, tabi
buna bir de karın ağrısı eşlik eder.
📌 Bağırsak sağlığı ve beyin sağlığı birbiriyle çok ilişkilidir.
Son zamanlarda pek çok makale ya da tv programı, sindirim bölgesi ve
vücudun geri kalanı arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Karnımızda oluşan
hisler çoğunlukla mevcut ruh halimizi etkilerler. Korktuğumuz zaman
“altımıza kaçırırız”. Bir şeyi halledemediğimiz zaman “harekete
geçemeyiz”. “Endişeleri yutarız”, kimi durumları önce
”sindirmemiz”gerekir ve olumsuz bir eleştiri “öğürtüyü beraberinde
getirir”. Aşık olduğumuz zaman “midemizde kelebekler uçuşur”.
Haksızlıkları “hazmedemeyiz”.
📌 Pek çok Alzheimer ve Parkinson rahatsızlığı hastaları kabızdır. İlk olarak beyni veya merkezi sinir sistemini etkilediğini düşündüğümüz bir hastalık, bağırsağı da etkiler. (dolayısıyla LYME)
📌 Kitap içerisindeki her bölüm benim için ilgi çekiciydi. Fakat ‘Bakterilerin Dünyası’ adını taşıyan 3. Bölüm çok bilgilendiriciydi.
📌 Vücudumuzdaki bakteriler ne işe yarar diye düşünebilirsiniz. Çünkü biz bakteriyi hep hastalıkla özdeşleştiririz. Bakteriler
bünyemizde yer alan gıdaları ufaltırlar, bağırsağımıza enerji
depolarlar, vitamin üretirler, zehirli maddeleri veya ilaçları yok
ederler ve bağışıklık sistemimizin çalışması konusunda katkıda
bulunurlar. Çeşitli bakteri türleri vardır ve bunlar birbirlerinden
farklı maddeler üretirler. Mesela asitler, gazlar, yağlar.. Yani
bakteriler minik üreticilerimizdir.
📌 Vücudumuzun içinde koşuşturan mikroorganizmaların tümüne ve onların genlerine bilim dünyasında mikrobiyota deniliyor. Ve mikrobiyotanın yaklaşık %99 u bağırsaklarda bulunuyor. (Ağız, burun akciğer, idrar yolu… diğer flora olan yerlerden bazıları)Bağırsaklarımızda ise 1000 den fazla bakteri türü bulunduğu
tespit edilmiştir. Biz en çok dışkı analizlerinden dolayı E. Coli ye
aşinayız. Ancak E. Coli nin bağırsak bakterilerinin sadece %1 den daha
az yer kapladığı bugün bilinen bir gerçek.
📌 Bağırsak mikrobiyotamız yaklaşık 1,5 - 2 kg ağırlığındadır ve bünyesinde yaklaşık olarak 100 milyar bakteri barındırır. 1 gr dışkının içinde dünyadaki insan nüfusundan daha fazla bakteri yer alır.
📌 Bakteriler ince bağırsakta yok denecek kadar azdırlar,
bu yüzden de bu kısımda gerçekleşen parçalama ve emme gibi işlemler
bizim başımıza kalmıştır. En yüksek bakteri miktarı, sindirimin
neredeyse tamamlanmış olduğu ve sindirilemeyen besinlerin transfere
uğradığı bölgelerdedir. Kitaptan bakteri yoğunluğunu gösteren bir
illüstrasyon.
📌 Kan gruplarımızın bağırsak bakterileri sayesinde meydana gelmekte olduğu yine kitabın satır aralarında okuduğum bir bilgi.
📌 Bağışıklık sistemimizin büyük bir kısmı yani yaklaşık %80 i bağırsaklarda yer alır. Yani bu şu demek bağışıklık sisteminiz ile ilgili şüpheleriniz var ise ibreyi bağırsaklara çevirmek doğru
olacaktır. Savunma mekanizmamızdan sorumlu bağışıklık sistemi
hücrelerimiz, bu sayede yeni bakteri türlerini keşfeder. Bağışıklık
sistemine bağlı bir hücremizin bağırsağa henüz ulaşmamış tanıdık bir
bakteriye rastlaması durumu, daha hızlı tepki vermesini sağlar. Bu
nedenle bağışıklık sistemimizin bağırsakta yer alan bölümü sürekli
uyanık davranmak zorundadır. Çünkü bağırsakta yer alan sayısız
bakterinin hayatını sürdürmesi, bünyemiz için büyük bir önem taşır.
Tehlikeli bakterileri hızla tanımalı ve aradan çıkarabilmelidir.
📌 Bağışıklık sistemimiz bakterileri seçerken bakteri hücreleri ile insan hücrelerini ayırt
etmek zorundadır. Bu da her zaman kolay olmayabilir. Çünkü bazı
bakterilerin üst tabakasında vücudumuzda yer alan hücreleri epey andıran
şekiller mevcuttur. Bu yüzden kızıl hastalığına sebebiyet veren bakteriler söz
konusu olduğunda antibiyotik alımı geciktirilmemelidir. Zamanında
müdahale edilmemesi durumunda, afallayan bağışıklık sistemi yanlışlıkla
eklemlere veya başka organlara müdahalede bulunabilir.
- Bilim adamları, erken yaşta diyabet hastalığına yakalanan insanlarda da benzer bir etki gözlemlemiş. Burada bağışıklık sistemi, insülin salgılamakla görevli olan ve kendi bünyesinde yer alan hücreleri tahrip eder. Bunun bir sebebi, bağırsak hücreleriyle iletişim kopukluğu olabilir. Başka bir sebep ise kötü huylu olmaları veya bağışıklık sisteminin onları yanlış anlaması olabilir.
- Yeni içinde yaşadığımız kocaman dünya bizi nasıl etkiliyorsa, içimizde bulunan küçük dünya da bir o kadar etkiler.
📌 Annesinin memesini sıkça emme lüksüne sahip olan bebekler, bakterilere karşı her daim daha fazla koruma altındadırlar. Emme işlemi sayesinde bağırsak bakterileri florasına katkıda bulunulur. Örneğin anne sütü sever bifidobakterileri gelişir.
Bu bakteriler erken zamanda yayılmaları durumunda bağışıklık sistemi ve
nefes alışverişi gibi alanlarda katkıda bulunurlar. Birinci yılını
henüz doldurmamış olan bir bebeğin bağırsağında bifido bakterilerinin sayısının az olması, ileriki yaşlarda daha kilolu olmasına sebebiyet verebilir.
- Anne memesinin emilmesinin bir diğer faydası da gluten tahammülsüzlüğü gibi çeşitli riskleri azaltmasıdır.
- Anne sütünün salgıladıkları arasında, zararlı bakterileri önleyici (örneğin ev hayvanlarını sevmekten dolayı ortaya çıkan bakterileri) özelliğe sahip antikorlar da yer alır.
📌 Gelelim normal doğum vs sezeryan konusuna. Normal yollarla doğan bebekler doğum esnasında adeta bir “probiyotik kazanı”na
düşmüşlerdir. Sezeryanla dünyaya gelen bebekler ise bu probiyotik
kazanına düşmeden hemşirenin elinden, hastane ortamından, alet
edavattan, babanın kucağından, odaya gelen çiçekten çeşitli bakterilerle
karşılaşırlar. Bu bebekler ancak üç ayda veya daha uzun bir zaman içerisinde bağırsak bakterilerine kavuşurlar. Yeni doğan ve hastaneden tipik bakteriler kapan bebeklerin dörtte üçü sezeryan ile doğmuş bebeklerdir. Ayrıca onların alerji ve astıma yakalanma riskleri de daha yüksektir.
📌 Yine ilk defa bu kitapta karşılaştığım bir bilgi;
bağırsak bakterileri flora içinde yaygın bulunan 3 ayrı familyaya göre
kategoriye ayrılıyor. Bu familyalar Bacteroid, Prevotella, Ruminococcus .
Bacteroid familyası en bilindik bağırsak familyasıdır.
Karbonhidratları parçalama konusunda ustadır. Karşılarına ne çıktığı
farketmez onu kullanarak enerji üretmesini bilirler. Besin olarak
özellikle eti ve doymuş yağları tercih ederler. Sosis ve benzeri
besinleri tüketmeyi seven insanların bağırsağında daha çok miktarda
bacteroid yer alır. Prevotella familyası daha çok vejeteryan insanlarda kendilerini gösterirler.
📌 Okuduklarım arasında şaşırdığım bir konu başlığı da “Bakteriler şişmanlamaya nasıl sebep olurlar?” idi.
Bu başlık altında bağırsak bakterilerinin kilo alınmasına nasıl sebep
olduğu etraflıca anlatılmış. Yani belki başkaları ile aynı miktarda ve
hatta daha az miktarda ve de kaloride besin alıyor ama daha fazla
yağlanıyorsanız bu başlık ilginizi çekebilir. Belki bu işin faili
bağırsak bakterilerinizdir. Aşırı kilolu insanlar üzerinden yapılan
araştırmalar, bağırsak florasında yer alan türlerin daha az olduğunu ortaya çıkarmıştır ve aynı zamanda, belirli bakteri türlerinin daha yoğun olduğunu, bu türlerin de özellikle karbonhidrat üzerinden çalıştıklarını ortaya koymuştur. Bu birinci sebeptir. Bununla birlikte ortaya atılan hipotezlerden bir diğeri bağırsak bakterilerinin içinde yaşadıkları canlının iştahını etkileyebildiğidir.
📌 Kitabın en sevdiğim yanlarından birisi de pek çok güncel çalışmaya yer vermesi oldu. Kapsamlı bir araştırma sürecinden geçtiği belli oluyor. Yine son yıllarda yapılan çalışmalardan biri kollestrol ve bağırsak bakterileri arasındaki
ilişkiyi ortaya koymakta. Yani kollestrol değerinizi bağırsak floranızı
düzelterek dengeleyebileceğiniz anlamı taşımasından dolayı bence önemli
bir bilgi.
📌 Kitabın son bölümlerinde Salmonella, helikobakter, toksoplazma, kıl kurdu gibi kötü huylu bakterilere ve parazitlere oldukça kapsamlı bir yer ayırmış. Bu kısım gerçekten pek çok faydalı bilgi ile dolu.
Salmonella adı verilen ve gıda zehirlenmesinde rol alan bakteriler en çok yumurta ve tavuk eti ile
bulaşır. Bağırsaklarımızdaki hareketlilikle kendisini gösterir. Hiç
unutmuyorum üniversite öğrencilik yıllarımda kampüsteki kocaman Feycan Cafe bir
mayonezde tespit edilen Salmonella bulaşısına bağlı olarak gelişen gıda
zehirlenmeleri yüzünden kapatılmıştı ve bir daha da açılmadı.
Salmonellalar kaplumbağa ve kertenkele gibi sürüngen hayvanların bağırsak florasının bir parçasıdır ve bu nedenle dışkılarında bulunur. Tavuğa ve yumurtaya nereden geçiyor derseniz yemlerden geçiyor.
Tavuk yemleri özellikle bu tür sürüngenlerin bol bulunduğu Afrika
ülkelerinde ucuz ve hatırı sayılır bir kısmı buradan ithal ediliyor. Bol
miktarda bulunan bu sürüngenler tavuğa yem olacak tahılların üzerine
dışkılar ve bu tahıllar yem olarak aç tavuklar tarafından yenilir.
Tavuklarda bu Salmonelları dışkıyla ve tabiki yumurta ile dışarı atar.
Böylece Salmonellalar yumurta kabuklarında ve eğer kabuk çatlarsa
yumurta içinde yerini alır. Salmonellanın tavuk etine geçişi ise daha
hazin bir hikayedir. Ucuz yemlerle beslenen tavukların fabrikalarda kesilip büyük havuzlara atılmasıyla bulaşma gerçekleşir. Ancak çok iyi bir şekilde haşlanırsa veya kızartılırsa bu Salmonellalar ölür. Problemli süreç ise çiğ tavukların derin dondurucuda dondurulması ve ardından çözünmesi aşamasında
başlar. Çünkü bu aşama bulaşma için çok risklidir. Örneğin tavuğu bir
salata süzgecinde süzdürerek donunu çözerseniz Salmonellalar hayatlarına
mutlu bir şekilde devam edebilir. Hızla da çoğalırlar. O nedenle olası bir enfeksiyon kızarmış tavuktan değil de aynı kapta veya lavaboda yıkanmış bir salatadan olabilir. Bununla birlikte kesme tahtaları, bıçaklar ve süngerler de
bu tür bulaşmalar için ideal yerlerdir. O nedenle çiğ et, çiğ yumurta
ve kabukları ile temas eden her şey sıcak su ile iyice yıkanmalıdır.
📌 Wayne Dyer ın çok sevdiğim bir sözü var “Cehaletin en yüksek hali, hiçbir şey bilmediğin bir konuyu reddetmektir!” diyor.
Neden bunu yazdım çünkü yakın bir geçmişe kadar pek çok mide ağrısı
“stresle” ilişkilendirildi ta ki Avustralyalı Barry Marshall adlı bir
doktor helikobakter isimli bakteriyi keşfedene kadar. Doktor
keşfetmiş keşfetmesine fakat bilim camiasını yıllarca buna
inandıramamış. Hastalıkların altında yatan psikolojik etkenlerin ortaya
çıkarılmaması ne kadar önemli bir bilimsel eksiklikse, tıp dünyasında
çoğu hastalığa “psikolojik” deme modası da o kadar büyük bir eksiklik.
Neyse son derece sağlıklı olan Marshall sonunda çaresizce son bir hamle
yaparak bir miktar helikobakter piloriyi ayrıştırdı ve bunu yuttu.
Birkaç hafta sonra kendisine yaptığı endoskopide mide ve on iki parmak
bağırsağının ülserle dolu olduğunu tüm tıp dünyasına ispatlamış oldu
böylece. İşte bu çalışmalardan sonra insanlığın neredeyse yarısının
midesinde helikobakter pilori nin yaşadığı keşfedilmiştir.Hem de bu
bolca asit ve ayrışmış enzimler içeren tünelin içinde. H. pilori’nin
özelliği, mideyi döşeyen asitten zengin mukoza tabakası içinde
yaşamasını sağlayan koruyucu ve güçlü bir hücre zarına sahip olmasıdır.
Bu mikrop asit salgısını arttırmasının yanı sıra midenin iç yüzeyini
döşeyen mukoza tabakasına zarar veren toksinler salgılamaktadır. Çeşitli
antibiyotikler yardımı ile Helicobakter piloriden kurutulunabilinir ve
mideyle ilgili sıkıntılar da yok olabilir. Ayrıca antibiyotikler dışında bir alternatif de brokoliden üretilmiş olan bir maddedir - sülforofan. Bu
madde, içinde helikobakter bulunan enzimi bloke edici özelliğe
sahiptir; böylece mide asidini nötralize eder. Antibiyotik yerine bunu
denemek isteyenler kullandıkları ürünün kalitesine dikkat etmeliler.
📌 Yine son yıllarda yapılan çalışmalarda Helikobakter ve Parkinson hastalığı arasında
bir bağ bulunmuştur. Ancak beni asıl şaşırtan hep kötü olarak
bildiğimiz bu Helikobakter lerin aslında insanlık için iyi yanlarının da
olması. Şöyle ki pek çok insanın vücudu bu bakteriyle senelerce
savunmasız bir şekilde yaşıyor. Bağışıklık sistemimiz bu bakterileri
uzun bir süre tolere ediyor. Tabi bunu fark eden bilim adamları bu
konuyu merak etmiş ve başta fareler üzerinde çeşitli araştırmalar
yapmışlardır. Gelinen noktada helikobakter oranı azaldıkça astım, alerji, diyabet ve nörodermit gibi hastalıkların arttığını görmüşler.
📌 Kedi besleyenleri toxoplasma konusuna alalım. Çünkü Toxoplasma adı verilen parazitler kedi bağırsaklarında çoğalırlar. Bir kedi hayatında yalnızca bir kere toxoplasma sahibi olur ve yalnızca bu süreçte bizim için tehlikeli bir hal alır. Yaşça olgun kediler çoğunlukla toxoplasma enfeksiyonlarını geride bırakmış olurlar, bu sayede bize bir şey bulaştırma ihtimalleri olmaz. Yeni kapılmış bir enfeksiyon esnasında toxoplasmalar hayvanların dışkılarından çıkarlar, yaklaşık iki gün sonra kedi kumunda görülür
ve bir sonraki kediye bulaşırlar. Ya da yollarına kedi yerine çıkacak
herhangi bir memeli canlıya. Ya da bahçedeki çiğ sebzelerin üzerine.
Toxoplasma enfeksiyonlarına dair sıkıntı yaşaması muhtemel insanlardan
bir kısmı da hamilelerdir. Parazitler, kandan geçerek çocuğa kadar
varabilir. Çeşitli anomalilere ve hatta düşüğe bile sebep olabilir. Fark
edilmesi kolay değildir. Bu nedenle özellikle kedi besleyen hamileler
bu olasılığı aklında bulundurmalı.
📌 Toxoplasmaların yetişkin sağlıklı insanların üzerinde görünür
çok hastalık belirtisi yoktur. Gribe benzer semptomlar izlenebilir.
Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar toxoplasma denilen bu küçük
parazitlerin insan davranışlarını çok etkilediğini ortaya koymuştur.
Fare deneyleri göstermiştir ki parazit bulaşmamış bir fare evin içinde
kediden mümkün olabilecek en uzak noktada konuşlanırken parazit taşıyıcı
fare kedinin en yakınında gezinmektedir. Yani yanlış refleksler, reaksiyonlar ve korkusuzluklar sergilememize toxoplasmalar sebep olabilmektedir. Mesela
bir toxoplasma taşıyıcısı olma durumunda kaza yapma olasılığı
yüksektir. Özellikle de enfeksiyonun aktif olup öylece uyuklamadığı
zamanlarda. Yine benzer şekilde şizofreni hastalarında toxoplasma taşıma oranı oldukça yüksek bulunmuştur. Özellikle kan grubu RH – olanlar toxoplasma enfeksiyonlarından daha fazla etkilenirler. Bu şu anlama geliyor küçük bir parça kedi dışkısı bütün hayatınızı etkileyebilir.
O nedenle temel önlemlere dikkat edin. Kedi kumu küreği, veteriner
kontrolü, iyi pişmiş et, iyice yıkanmış sebze meyveler ve ellerin
düzenli yıkanması gibi.
📌 Kıl kurdu yumurtası insan tarafından yutulunca yumurta ince
bağırsağa varır ve sonrasında yetişkin bir kıl kurdu olarak kalın
bağırsağa ulaşır. Kalın bağırsağın arka tarafına yerleşir ve asalak
olarak yaşar. Kıl kurtlarının dişileri sakin olduğumuz zamanı tahmin
ederler, yatay durduğumuz zamanı bilirler veya kalkmaya niyetimiz yoksa
bunu sezerler. Tam da o anda anüse doğru yol alırlar. Yumurtalarını anüs
kıvrımlarına yerleştirirler ve kaşınana dek etrafına sürünürler.
Ardından hızlıca bağırsağa geri dönerler; çünkü deneyimlerinde bilirler
ki, şimdi bir el gelip gerisini halledecektir. Oysa kaşınan deriyi
kaşıma sırasında parmaklara bulaşan yumurtaların bir şekilde ağza
ulaşmasıyla hasta yeniden enfekte olur. Kıl kurdunun bıraktığı
yumurtalar anal bant yöntemi ile görüntülenebilir. Evet aynen
öyle anüs çevresine bant yapıştırılır ve çekilir. Kıl kurdu için bilinen
en yaygın ilaç Mebendazol dür. Ayrıca yatak çarşaflarını,
çamaşırları, pijamaları her gün değiştirmek, yüksek sıcaklıkta yıkamak,
el ve vücut temizliğini aksatmamak, her gün bir diş sarımsak tüketmek alınacak önlemler arasındadır.
📌 Kitapta temizlik hakkında çok çarpıcı ve ezber bozan bir paragraf var.
Şöyle diyor : “Bir ülkedeki hijyen standartları ne kadar yüksek olursa,
alerjiler ve bağışıklık sistemiyle bağlantılı hastalıklar da o kadar
yoğun olur. Bir evin içi ne derecede steril olursa, o evde yaşayanların
alerji olma veya bağışıklıkla ilgili sıkıntı yaşama ihtimali de o kadar
artar.30 yıl öncesinde her 10 insandan birinin bir şeye karşı alerjik
olduğu gözlemlenmiştir. Bugün ise her 3 insandan biri alerjiktir. Aynı
zamanda, o dönemden beri, enfeksiyonların da sayısı pek azalmamıştır.
Dünyadaki bütün bakterilerin % 95 inden daha fazlasının bize herhangi bir
zararı yoktur. Hatta çoğunluğu bize yardım eder. Dezenfeksiyonların
normal ev koşullarında kullanılmamaları gerekir – tabi aileden birisi
hasta değilse veya evin köpeği salona kakasını yapmadıysa.” Yani
özetle temizlik bakteriyel anlamda her şeyden kurtulmak manası taşımaz.
Temizlik aslında yeterli sayıda iyi ve az sayıda kötü bakterilerden
oluşan bir dengedir.
Yine bu bölümde mutfakta kullandığımız süngerler ve nemli havluların nasıl bakteri yuvası olabileceği hakkında hatırlatmalar var.
📌 Yazar en son olarak antibiyotikler, probiyotikler ve prebiyotikler hakkında çeşitli bilgiler vermiş.
Sağlık sorunu olsun olmasın her kim bu kitabı okursa mutlaka oldukça
bilgilenecek ve pek çok fayda sağlayacaktır. Hem kendisine hem de
sevdiklerine..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.