Lyme ile mücadele edip de bağırsak hasarı görmemiş olan yoktur sanırım. Bu bölümde genel olarak bağırsak hasarlarının neler olduğundan, olası kaynaklarından, doğru tanı için hangi testlere ihtiyaç olduğundan, ne tür bir beslenme rejiminin uygulanması gerektiğinden, probiyotiklerden ve etki mekanizmasından, bağırsak sağlığını iyileştirmek için kullanılabilecek supplementlerden ve çeşitli çözüm önerilerinden bahseden Dr Richard Horowitz in videosunda ve kitabında bahsettiği önerilerine ve anlattıklarına yer vereceğim. Gönderi oldukça uzun oldu. Başta iki post a bölmeyi düşünsem de daha sonra konu bütünlüğünü ve akışını bozmak istemedim.
Her hastalığı psikolojiye bağlayan doktorlardan, antibiyotiğin yanında probiyotik dahi öneremeyen sözde uzmanlardan sonra Horowitz bana sıcak yaz gününde serin su gibi aziz geldi. Ben artık semptoma yönelik değil de, nedene yönelik tedaviler, bağırsak sağlığının korunması vs. ile lyme ve pek çok otoimmün olarak adlandırılan hastalığın iyileşmesinde yol katedilebileceğini düşünüyorum. 👇
Bağırsak sağlığı konusu uzun yıllar boyunca tıp camiasında üvey evlat muamelesi görmüş ancak özellikle bağışıklık sistemimizin üçte ikisinin düzenini sağlayanın bu organ olduğu keşfedildikten sonra popüler araştırma konularından biri olmaya başlamış. Yalnızca görünürde olanı değil, geride kalan her şeyi de görebilirsek eğer dünya gerçekten eğlenceli bir hal alır. Tıpkı Küçük Prens’teki fil yutan boa yılanı nı görebilmek gibi..
LYME VE GASTROINTESTİNAL SAĞLIK
Gastrointestinal
bozukluklar, Lyme ve kene kaynaklı hastalıklarla ilişkili olsun ya da olmasın,
sık görülen bir sağlık şikayetidir. Sindirim bozuklukları, iş yerlerinden gelen
ikinci devamsızlık nedeni olarak gösterilmektedir. Amerika Birleşik
Devletleri'nde, 60 milyon ila 70 milyon insan tanısı konulmuş sindirim
bozukluğuna sahiptir ve her yıl gastroenterologlara 100 milyondan fazla ayakta
hasta ziyareti yapılmaktadır.
En sık görülen GI rahatsızlığı irritabl bağırsak sendromudur (IBS), bunu gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH ya da GERD denir), gastrik ve peptik ülser hastalığı, inflamatuar barsak hastalığı (Crohn ve ülseratif kolit dahil IBD) ve çölyak hastalığı (glütene karşı duyarlılık) izler. Hala daha tıptaki modern gelişmelere rağmen — IBS için antispazmodikler (bağırsaklarda spazmları azaltan ilaçlar), IBD için biyolojik modifiye edici anti-enflamatuar ilaçlar (Crohn's hastalığı gibi), GERD için Prilosec gibi proton pompası inhibitörleri (asit salınımını azaltan) ve ülser hastalığı (midedeki bir enfeksiyon hastalığı) için H. pylori' nin antibiyotik tedavisi gibi— pek çok insan bu tedavilerle tam bir rahatlama bulamamaktadırlar. Daha da kötüsü, bunlar yalnızca bu bozukluğun kaynağına ulaşamamakla kalmıyor, proton pompa inhibitörleri gibi bu tedavilerin bir kısmı yakın zamanda kardiyovasküler mortalite (ölüm oranı) ve muhtemelen demansta (bunama) iki kat artışla ilişkilendiriliyor. Alzheimer hastalığının ve demansın, enfeksiyonlar, iltihaplanma, çevresel toksinler, otoimmünite, hormonal düzensizlik, uyku bozuklukları ve uygun bir diyet ve egzersiz eksikliği gibi on altı nokta MSIDS haritasında (Yeliz'in notu: Sixteen-point MSIDS map bir nevi Horowitz in yol haritasıdır) nasıl birden fazla etkene bağlı olduğunu zaten gösterdik. Özellikle 2016'da JAMA'da bilimsel araştırmacıların reflü özofajit hastalığının gelişmesinin kimyasal hasarın sonucu olmasından ziyade sitokin kaynaklı olabileceğini rapor etmesinden bu yana risk faktörlerinde daha fazla artışa ihtiyacımız yok. Lyme hastalığı, eşlik eden ko-enfeksiyonlar ve MSIDS haritasında yer alan (gıda alerjileri dahil) birkaç anormallik, sitokin salımıyla inflamasyona yol açabilir ve geniş bir tedavi edilebilir GI yakınmalarına yol açabilir.
En sık görülen GI rahatsızlığı irritabl bağırsak sendromudur (IBS), bunu gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH ya da GERD denir), gastrik ve peptik ülser hastalığı, inflamatuar barsak hastalığı (Crohn ve ülseratif kolit dahil IBD) ve çölyak hastalığı (glütene karşı duyarlılık) izler. Hala daha tıptaki modern gelişmelere rağmen — IBS için antispazmodikler (bağırsaklarda spazmları azaltan ilaçlar), IBD için biyolojik modifiye edici anti-enflamatuar ilaçlar (Crohn's hastalığı gibi), GERD için Prilosec gibi proton pompası inhibitörleri (asit salınımını azaltan) ve ülser hastalığı (midedeki bir enfeksiyon hastalığı) için H. pylori' nin antibiyotik tedavisi gibi— pek çok insan bu tedavilerle tam bir rahatlama bulamamaktadırlar. Daha da kötüsü, bunlar yalnızca bu bozukluğun kaynağına ulaşamamakla kalmıyor, proton pompa inhibitörleri gibi bu tedavilerin bir kısmı yakın zamanda kardiyovasküler mortalite (ölüm oranı) ve muhtemelen demansta (bunama) iki kat artışla ilişkilendiriliyor. Alzheimer hastalığının ve demansın, enfeksiyonlar, iltihaplanma, çevresel toksinler, otoimmünite, hormonal düzensizlik, uyku bozuklukları ve uygun bir diyet ve egzersiz eksikliği gibi on altı nokta MSIDS haritasında (Yeliz'in notu: Sixteen-point MSIDS map bir nevi Horowitz in yol haritasıdır) nasıl birden fazla etkene bağlı olduğunu zaten gösterdik. Özellikle 2016'da JAMA'da bilimsel araştırmacıların reflü özofajit hastalığının gelişmesinin kimyasal hasarın sonucu olmasından ziyade sitokin kaynaklı olabileceğini rapor etmesinden bu yana risk faktörlerinde daha fazla artışa ihtiyacımız yok. Lyme hastalığı, eşlik eden ko-enfeksiyonlar ve MSIDS haritasında yer alan (gıda alerjileri dahil) birkaç anormallik, sitokin salımıyla inflamasyona yol açabilir ve geniş bir tedavi edilebilir GI yakınmalarına yol açabilir.
Lyme-MSIDS
hastalarında sıklıkla aralıklı karın ağrısı, bulantı, gaz, şişkinlik, kabızlık,
diyare veya reflü hastalığı dahil olmak üzere mide-bağırsak problemleri
görülür. Bu semptomlar yukarıda belirtilen yaygın GI sorunlarıyla veya gıda
intoleransları ya da jinekolojik sorunlar (diğer bir deyişle, ağrılı yumurtalık
kistleri veya endometriozis) gibi başka nedenlerle de bağlantılı olsa da, bu
semptomlar ayrıca Lyme hastalığının ve kene kaynaklı hastalıkların bazı
semptomları ile örtüşebilir. Örneğin, kene kaynaklı hastalıklarla ilişkili gastrointestinal
ve karaciğer problemlerinin gözden geçirildiği bir incelemede, erken evre Lyme
borreliosisi olanların % 5 ile % 23'ünde, bulantı, kusma, karın ağrısı, iştah
kaybı ile anoreksiya gibi çeşitli gastrointestinal semptomlarlave hepatit ve
hatta genişlemiş bir karaciğer ve dalak belirtileri ile başvuran hastaların
bulunduğunu göstermiştir. İshal nadirdi, vakaların sadece yüzde 2'sini
oluşturuyordu.
Lyme
hastalığı büyük bir taklitçi olabileceği gibi, diğer kene kaynaklı
ko-enfeksiyonların çeşitli gastrointestinal bulgularla da görülebileceğini
görüyoruz:
- Borrelia hermsii mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, hepatit, sarılık ve genişlemiş dalağa neden olabilir. Bu enfeksiyonların % 19'unda ishal görüldü ve kan kusması (hematemez) ya da kanlı diyare nadiren meydana geldi.
- Ehrlichiosis, özellikle hastalığın erken evrelerinde mide bulantısı, kusma, karın ağrısı gibi mide-bağırsak semptomları ve sarılık ile kendini gösterir. İshal, ehrlichiosis'li hastaların yüzde 10'una kadar görülür ve hatta birincil belirtilerden biri olabilir.
- Rickettsial hastalıklar (Rocky Mountain spotted fever ve Q humması), karın ağrısı ve hassasiyeti de dahil olmak üzere, hastalığın seyrinde erken dönemde gastrointestinal semptomlara neden olabilir, bu da karaciğer enzimlerindeki yükselmeler ile ilişkili olduğunda hepatit, apandisit, peritonit (karın boşluğunda iltihap) ve kolanjit (safra kesesinde iltihaplanma) gibi GI'nın diğer inflamatuar hastalıkları ile karıştırılabilir.
Çoğunlukla
ellerde ve ayak tabanlarındaki RMSF'li
(Rocky Mountain spotted fever) klasik döküntüleri semptomları gastroenterit ile
karıştırılan abdominal şikayetler takip edebilir. Kan damarlarındaki
inflamasyona bağlı olarak RMSF için de gastrointestinal kanama bildirilmiştir.
- Tularemi, çeşitli yaygın formlarda ortaya çıkabilir: bir ülseroglandüler form (genişlemiş lenf düğümleri ile deride ülserler), okülolandüler bir form (genişlemiş lenf düğümleri ile konjonktivit gibi göz semptomları), bir solunum formu ve tifoidal form. İkinci olarak, bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishale neden olabilir, bu da vakaların % 40'ına varan oranda şiddetli olabilir.
KOMPLEKS GI SİSTEMİ
Bağırsakların
en önemli işlevlerinden biri, besinlerin esansiyel amino asitlere, yağ
asitlerine ve karbonhidratlara sindirilmesinde yardımcı olmaktır. Bağırsak da bağışıklıkta önemli bir rol
oynar. Vücuttaki en büyük bağışıklık fonksiyonu organıdır. GI sistemi,
bağışıklık sistemimizin % 80'ini ve lenfositlerimizin % 70'ini barındırır, bu
da onu enfeksiyonlara karşı ilk savunma hattı haline getirir. GI sistemi ayrıca
bir nöroendokrin organ olarak işlev görür. Merkezi sinir sistemindeki her
nörotransmitter GI sisteminde bulunur. Sağlıklı ruh halleri için gerekli olan
vücut serotoninin çoğu ve ortosiyapatik
sinir sisteminin (OS) düzgün çalışması için gerekli olan vücudun norepinefrinin
yarısı bağırsakta bulunur. Aynı zamanda, bağırsak mikrobiyom olarak
adlandırılan 100 trilyon kadar mikrobu tutabilir. Vücuttaki memeli
hücrelerinden on kat daha fazla mikrobiyal hücre vardır, bu da hücresel bir
perspektiften bakıldığında, vücudumuzun
sadece yüzde 10'u insan ve yüzde 90'ı mikrobiyaldir! Mikrobiyomdaki bu
farklı bakteriler, birçok farklı biyolojik fonksiyonda önemli bir rol oynar.
Temel vitaminleri sağlamaya yardımcı olurlar; tehlikeli patojenlerle
savaşırlar; bağışıklık sistemini dengede tutar ve otoimmün hastalığı (MS ve
romatoid artrit gibi) modüle ederler; hormonları, iştahı, kiloyu, glikoz
metabolizmasını ve diyabeti modüle eder; kardiyovasküler risk, nörolojik ve
psikiyatrik hastalıkları modüle eder (Parkinson ve şizofreni gibi); epigenetiği
etkiler; Kanser riskini modüle eder ve alerjiler, astım, Crohn hastalığı ve
kolit dahil olmak üzere vücuttaki enflamatuar reaksiyonları etkilerler. Sağlıklı bir mikrobiyom, birçok kronik
hastalığımızın anahtarını elinde bulundurmaktadır, bu yüzden doğru bir şekilde
bakım yapmamız gerekiyor.
Doktorlar,
yaygın enfeksiyonlar —idrar yolu, sinüs ve üst solunum yolu —için
antibiyotikler yoluyla bakterilere karşı savaşırlar ve hiç bir zaman yok olan
yararlı bakterilerin yerini almayı düşünmezler. Bir doz antibiyotik bile,
kırılgan mikrobiyoma zarar verebilir. Bu ayrım gözetmeyen öldürme, maya
enfeksiyonları gibi yaygın sorunlara yol açar ve bağışıklık sistemi baskılanmış
kişiler için özellikle tehlikeli olan Clostridium
difficile'nin de dahil olduğu antibiyotik ile ilişkili diyareye yol
açabilir. Daha da kötüsü, Clostridium difficile bir kez yerleştiğinde, Lyme
hastalığı gibi diğer enfeksiyonlar için geniş spektrumlu antibiyotikleri
engeller. Bunun nedeni, bazı antibiyotiklerle bakteriyel bir enfeksiyonun tedavi
edilmesinin, gastrointestinal dengesizliği mayanın aşırı büyümesi ve diyaredan
sorumlu olan Clostridium türlerle daha da kötüleştirmesidir. Bununla birlikte,
Clostridium difficile'nin böyle bir yaklaşımla etkili bir şekilde
önlenebilmesine rağmen, hastalara
antibiyotik tedavisi sırasında ve sonrasında yüksek dozda probiyotikler ve
Saccharomyces boulardii gibi yararlı maya almalarını öğretmek yaygın bir
uygulama değildir.
Daha
önce tartıştığımız gibi, bakteriler GI kanserleri, inflamatuar bağırsak
hastalığı ve irritabl bağırsak sendromuyla ilişkilendirilmiştir. Bağırsakta sağlıklı bakteriler, maya ve parazitlerin
dengesizliği anlamına gelen dysbiosis,
tıpta yeni bir kavram değildir, birçok hastalık süreciyle ilişkisinin artık
yeni yollarla anlaşılmaya başlamasıdır. Neredeyse yüz yıldan beri GI florasının
ve artmış bağırsak geçirgenliğinin dermatolojik ve psikiyatrik bozukluklardan
sorumlu olduğunu biliyoruz. Daha sonra, 1980'lerde GI florasının artrit ve
inflamatuar barsak hastalığının gelişiminde rol oynayabileceği gösterilmiştir.
1990'ların sonlarında, irritabl bağırsak sendromunun nedenlerinden biri olduğu
düşünülen “ince bağırsak bakteriyel aşırı büyüme” (SIBO=Small Intestinal Bacterial Overgrowth) adı verilen yeni bir
kavram geliştirilmiştir. SIBO'nun daha sonra, Lyme-MSIDS'e benzer biyokimyasal
ve patolojik süreçleri paylaşan ve örtüşen sendromları olan CFS (Chronic Fatigue Syndrome =Kronik
Yorgunluk Sendromu) ve fibromiyalji ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Dysbiosis
ve GI bakterilerinin, benzer klinik bulgulara sahip olan bu farklı hastalık
süreçlerine katkıda bulunmada önemli bir rol oynadığını gösteren eksik linklerden
biri bu olabilir.
SIBO
ve disbiyoz işaretleri ve semptomları şunlardır:
- Yemeklerden sonra şişkinlik ve mide gazı
- Kabızlık
- İshal
- Yorgunluk
- Hazımsızlık
- Demir eksikliği, zayıf veya çatlamış tırnaklar (minerallerin zayıf emilimi)
- Mide bulantısı
- Rektal kaşıntı
- Gıda intoleransları ile yedikten sonra sistemik reaksiyonlar
- Dışkıda sindirilmemiş gıdalar veya yağlı dışkı (pankreatik enzim eksikliğini düşündüren)
SIBO için klinik çalışma şu testleri
içerir:
CBC,
CMP ve hormon testi ; gıda alerjileri
(IgG ve IgE) ve antigliadin antikorlarının kontrol edilmesi; pankreatik enzim
seviyelerinin kontrol edilmesi (amilaz ve lipaz); ortak parazitlere karşı
antikor testi (kan ve dışkı); bir dışkı CDSA sı (Comprehensive Digestive Stool
Analysis=Kapsamlı Sindirim Dışkı Analizi); H. pylori antikoru; ve özel SIBO nefes
testleri. Açık bir neden bulunmadığında, kronik dirençli semptomları olan
hastalar için bir üst endoskopi ve kolonoskopi düşünülmelidir. Bununla
birlikte, SIBO ile şişkinlik ve hazımsızlık için örtüşen nedenler de laktoz
intoleransı, fruktoz intoleransı veya Candida aşırı büyümesini içerebilir.
MSIDS
ve SIBO'lu birçok hasta, bağırsak mikroflorasındaki bir dengesizlik ile
ilişkili olan gıda alerjileri ve duyarlılıkları için pozitif testlere sahiptir.
Bu çoklu besin alerjileri, sitokin üretiminin artmasından sorumlu olabilir ve sızıntılı (geçirgen) bir bağırsak
anlamına gelebilir. Gıda alerjileri hakkında önceki bölümde tartıştığımız gibi,
sızan bağırsak, bağırsak bariyerinin GI kaplamasının bütünlüğünün kaybını
tanımlamak için kullanılan bir terimdir, burada gıda makromolekülleri bağırsak
bariyerinden geçer ve bunlara karşı antikorlar oluşur; bunlar da yabancı
işgalciler olarak görülür. Bağırsaktaki sıkı bağlantı sisteminin bütünlüğünün
kaybı; hastalar kanser olduğunda ve radyasyon veya kemoterapiye maruz
kaldıklarında; kronik bakteriyel ve / veya parazit enfeksiyonları veya önemli
maya aşırı büyümesi olduğunda; Candida ve diğer mantarların aşırı çoğalmasına
yol açan uzun vadede antibiyotik kullanıldığında; bazı otoimmün hastalıkları
mevcut olduğunda; veya bağırsak epitel hücreleri arasındaki sıkı bağlantıları
olumsuz yönde etkileyebilen yüksek civa yüküne maruz kalındığında
gerçekleşebilir.
Hem
gıda alerjilerinden hem de SIBO'dan muzdarip olanlar tedavi için şunları
yapabilir: 👉yemeklerden önce mide
asiditesini arttırmak için Betain hidroklorik asit kullanabilirler (ve proton
pompa inhibitörlerinden, yani SIBO ile ilişkili PPI'lardan kaçınmalı),
👉 yemeklerle birlikte sindirim enzimleri ve lifler (çözünür ve çözülmez, toprak keten tohumu dahil) alabilirler,
👉 ve öğünden önce, yemek sırasında ve sonrasında L-glutamin kullanabilirler.
👉 Bu hastalar ayrıca FOODMAP’s eliminasyon diyeti denemelerini yaparak karbonhidrat ve şeker alımını azaltmalıdırlar. (Yeliz'in notu : Bu diyeti daha detaylı incelemenizi; kurallarını öğrenmenizi öneririm.)
👉Fermente olabilen oligo-, di-, monosakkaritler ve polioller (yani FODMAP'ler) ince bağırsakta zayıfça emilen kısa zincirli karbonhidratlardır. İrritabl bağırsak sendromu olan bazı kişiler (ve Crohn's gibi inflamatuar bağırsak hastalığı olanlar) fruktozu, laktozu ve yapay tatlandırıcı maddeleri (sorbitol, manitol, ksilitol ve maltitol gibi) olan şeker alkollerini sindiremez, mikrobiyom ve besin emilimi üzerindeki uzun süreli etkilerine rağmen bu yaklaşım yeterince çalışılmamıştır.
👉SIBO'lu olanlar hidrojene yağlardan, alkol, nikotin, kafein, alerjik gıdalardan kaçınmalı ve mümkün olan hallerde Candida aşırı büyümesine katkıda bulunabilecek antibiyotikleri kullanmayı durdurmalıdır. Sağlıklı prebiyotiklerin artırılmasına yönelik diyet müdahaleleri, sauerkraut (lahana turşusu), kimchi, turşu, zencefil turşusu, zeytin ve kefir gibi fermente gıdaların alımını arttırmayı içerir (sistemik kandidiyazis veya histamin intoleransı tanısı almadığınız sürece). Sağlıklı probiyotik takviyesi, her gün iyi kalitede en az 10 milyar organizmayı içermelidir, fakat bir CDSA testinde görüldüğü üzere, ciddi dysbiosisli hastalar için daha yüksek dozda probiyotikler tercih edilir.
Hastalar genellikle antibiyotik kullanıyorsa ve / veya SIBO / IBS / IBD'den muzdarip olduklarında birden fazla yüksek-potensli probiyotik kombinasyonunu kullanırlar ve günde 200–300 milyardan fazla faydalı bakterinin alımını gerçekleştirir ve etkili olduğunu bulurlar.
👉 yemeklerle birlikte sindirim enzimleri ve lifler (çözünür ve çözülmez, toprak keten tohumu dahil) alabilirler,
👉 ve öğünden önce, yemek sırasında ve sonrasında L-glutamin kullanabilirler.
👉 Bu hastalar ayrıca FOODMAP’s eliminasyon diyeti denemelerini yaparak karbonhidrat ve şeker alımını azaltmalıdırlar. (Yeliz'in notu : Bu diyeti daha detaylı incelemenizi; kurallarını öğrenmenizi öneririm.)
👉Fermente olabilen oligo-, di-, monosakkaritler ve polioller (yani FODMAP'ler) ince bağırsakta zayıfça emilen kısa zincirli karbonhidratlardır. İrritabl bağırsak sendromu olan bazı kişiler (ve Crohn's gibi inflamatuar bağırsak hastalığı olanlar) fruktozu, laktozu ve yapay tatlandırıcı maddeleri (sorbitol, manitol, ksilitol ve maltitol gibi) olan şeker alkollerini sindiremez, mikrobiyom ve besin emilimi üzerindeki uzun süreli etkilerine rağmen bu yaklaşım yeterince çalışılmamıştır.
👉SIBO'lu olanlar hidrojene yağlardan, alkol, nikotin, kafein, alerjik gıdalardan kaçınmalı ve mümkün olan hallerde Candida aşırı büyümesine katkıda bulunabilecek antibiyotikleri kullanmayı durdurmalıdır. Sağlıklı prebiyotiklerin artırılmasına yönelik diyet müdahaleleri, sauerkraut (lahana turşusu), kimchi, turşu, zencefil turşusu, zeytin ve kefir gibi fermente gıdaların alımını arttırmayı içerir (sistemik kandidiyazis veya histamin intoleransı tanısı almadığınız sürece). Sağlıklı probiyotik takviyesi, her gün iyi kalitede en az 10 milyar organizmayı içermelidir, fakat bir CDSA testinde görüldüğü üzere, ciddi dysbiosisli hastalar için daha yüksek dozda probiyotikler tercih edilir.
Hastalar genellikle antibiyotik kullanıyorsa ve / veya SIBO / IBS / IBD'den muzdarip olduklarında birden fazla yüksek-potensli probiyotik kombinasyonunu kullanırlar ve günde 200–300 milyardan fazla faydalı bakterinin alımını gerçekleştirir ve etkili olduğunu bulurlar.
SIBO
ve IBS tedavisi için faz I, Xifaxan adındaki antibiyotiği kullanır,
ardından ince bağırsak bakteriyel aşırı büyümesinin eradikasyonunun olup
olmadığını doğrulamak için bir nefes testi uygular. Zaman zaman, SIBO için faz II tedavisine ihtiyaç duyulacaktır
ve Xifaxan'ın başarısız olması durumunda bakteriyel aşırı büyümeyi ortadan kaldırmaya
devam etmek için eritromisin gibi düşük
dozlu bir antibiyotiğe ihtiyaç olacaktır. Ancak NEJM'de yayınlanan yeni bir
bilimsel çalışma gösterdi ki Xifaxan tekrarlayan ishal baskın irritabl bağırsak
sendromunda ilk seferinde çalışır ve başarı ile tekrar tekrar kullanılabilir.
SİTOKİN BAĞLANTISI
Bağırsak
florası, inflamatuar sitokinlerin
üretimini doğrudan etkiler ve bu nedenle Lyme-MSIDS semptomlarına sessiz
katkıda bulunur. Şimdiye kadar insan mikrobiyomunun en iddialı araştırması olan
Human Microbiome Projesi, bakteriler,
virüsler ve mantarların mikrobiyomlarının vücudumuzla sürekli etkileşime
girerek sağlığımızı etkilediğini göstermiştir.
Bağırsaklarımızdaki
bakterilerin, Crohn hastalığı, ülseratif kolit ve astım ile ilişkili olduğu
düşünülmektedir. Çünkü bazı bakterilerin, bu
hastalıkların ayrılmaz bir parçası olan kronik düşük dereceli enflamasyonu
uyardığı bulunmuştur. Heyecan verici yeni araştırmalar bağırsak mikroplarının metabolik ve immün ağ aktivitesini de
şekillendirdiğini ve sonuçta obezite, diyabet ve kanserin yanı sıra otoimmün,
kardiyovasküler ve nöropsikiyatrik hastalıkların gelişimini etkileyebileceğini
göstermiştir. Bu, kısmen besin emilimi üzerindeki
bakteriyel etkilere bağlı olabilir: Gıdaların
bağırsaklardan geçtiği süreyi uzatırlar ve trigliseritlerin hücresel alımını
arttırırlar ve daha sonra vücudumuzdaki yağların değiştirilmiş doku
kompozisyonu ile bu trigliseritlerin yağ içine depolanmasını arttırırlar
(obezite ve metabolik sendromun birincil bileşeni, diyabet için öncüller). Bu,
kısmen besin emilimi üzerindeki bakteriyel etkilere bağlı olabilir: Gıdaların
bağırsaklardan geçtiği süreyi uzatırlar ve trigliseritlerin hücresel alımını
arttırırlar ve daha sonra vücudumuzdaki yağların değiştirilmiş doku
kompozisyonu ile bu trigliseritlerin yağ içine depolanmasını arttırırlar
(obezite ve metabolik sendromun birincil bileşeni, diyabet için öncüller). Mikrobiyomun, epigenetiklerimizi ve genlerin
kendilerini nasıl ifade ettiklerini etkileyerek, kalp hastalığını etkileyerek
metilasyon paternlerini de etkilediği gösterilmiştir. Araştırmacılar GI bakterilerinin (Bacteroides,
Firmicutes, Proteobacteria) ve metilasyonun rolüne baktılar. Metilasyon,
genleri “susturmaya” yardımcı olur ve Firmicute ların baskın olduğu grup, artan
kardiyovasküler hastalık riski ile bağlantılıdır (bakteri lipid
metabolizmasını, obeziteyi ve inflamatuar cevabı etkilediği için). Diğer
çalışmalar GI sistemindeki Prevotella ve Clostridium türleri gibi bakterilerin,
romatoid artrit ve MS insidansını artırabildiğini gösterirken, B. Fragilis gibi
bakterilerin otoimmün hastalık insidansını azaltabileceğini göstermektedir.
Bilim
adamları şimdi bu araştırmanın pratik uygulamalarına bakmaya başlıyor ve farklı
probiyotik takviyenin farklı hastalıklara etkilerini incelemeye başladılar.
Örneğin, Lactobacillus rhamnosus HN001'in,
NK hücrelerinin sitotoksisitesini ve bakterilerin fagositozu arttırdığını,
bağırsak ve solunum yolu hastalığını azalttığını, Bifidobacterium infantis'in depresyonu azaltabildiğini (Biological
Psychiatry, Kasım 2013) ve diğer bakterilerin gıda alerjilerini ve gluten
duyarlılığını azaltmaya yardımcı olabileceğini bulmuşlardır. Toprak bazlı organizmalarla prebiyotik-probiyotik
kompleks olan Prescript-Assist adlı
ürünün, IBS semptomlarını azalttığı gösterilmiştir. Bu bakteriler, inflamasyon
süreçlerini ve sitokin üretimini etkileyerek tedavi için yeni yollar sağlar.
Bakterilerin bağırsaklardaki rolleri ve
bunların sitokin üretimi üzerindeki etkileri, uykuda bile bir rol oynar. Gece yarısı, kortizol üretiminin düşük olması
gerektiğinde, GI florasından bakteriyel peptitler sitokin üretimini arttırmak
için gastrointestinal sistemimizin immün hücrelerini uyarır. Bu sitokinler,
non- REM uykusunu (erken derin uyku) ve gece boyunca, IL-1 beta azaldıkça,
non-REM uykusundan REM uykusuna dönüşümü başlatmaya yardımcı olur. Geceleri
yüksek kortizol seviyelerine sahip olan ve uykuya dalayamayan, ağır hasta olan
bazı Lyme hastaları, derin uykunun indüksiyonu için gerekli olan sitokin
düzeylerini ve doğru sitokinleri üretmeyecek veya çok fazla sitokin üretecek ve
gün içinde uykulu hale gelecektir.
Bağırsaktaki
makrofajlar ve T hücreleri ve GI kanalında mevcut olan bakteri türleri de, uyku
ve inflamasyonu etkileyen hangi tür sitokin üretildiği üzerinde bir etkiye
sahiptir. GI sistemimizde yüzlerce farklı bakteri türü bulunmakla birlikte,
sitokin üretiminde özellikle önemli olan iki ana tip bağırsak bakterisi vardır:
Lactobacilli ve bifidobacteria. Çoğu Lactobacilli suşları bu sitokinlerin güçlü
üreticileridir, ancak çoğu bifidobakter suşları zayıf sitokin üreticileridir.
Bifidobakteriler, Lactobacilli'den sitokinlerin üretimini azaltarak,
immünolojik etkilerini değiştirebilirler. Bu nedenle, bağırsak bakterilerinin
tiplerini manipüle ederek, sitokin üretimini etkileyebilir ve alttaki
inflamasyonu azaltabiliriz.
İshale birkaç farklı sitokinin neden olduğu bilinmektedir: TNF-α ve IL-6, hem ateş hem de diyare vakalarının sayısı ile doğrudan
ilişkilidir ve genel olarak sitokinler, doğrudan bağırsak hasarı ve ishalin
şiddetiyle ilgilidir. TNF-α, bağırsak iltihabının merkezi bir aracısıdır ve
TNF-α Lyme'de olduğu gibi İltihaplı Bağırsak Hastalıklarında da
(IBD=Inflammatory Bowel Disease) artmaktadır.
İnflamatuar
sitokinler GI hastalıkları ile ilişkili olduğundan, Lyme alevlenmeleri
sitokinlerin sistemik düzeylerini daha da arttırarak IBD'de bağırsak
iltihaplanmasını kötüleştirir mi? Yüksek sitokin üretilmiş olan İBD tersine,
Lyme hastalığının semptomlarını kötüleştirir mi? Sitokinlerin aşağı regülasyonu Crohn
hastalığının yönetiminde kullanılan başlıca tedavilerden biridir ve LDN (Low-Dose Naltrexone = düşük doz naltrekson) tıbbi
literatürde Crohn hastalığındaki bağırsak iltihabının kontrol edilmesine
yardımcı olmada etkili olarak kabul edilmiştir. Ayrıca LDN'nin Lyme-MSIDS hastalarında
fibromiyaljinin semptomlarını kontrol etmede son derece faydalı olduğunu
görüyoruz. Aktif Lyme hastalığı olan bir
Crohn's hastalığı hastasına Enbrel gibi
bir TNF-α blokeri vererek inflamasyonu azaltmayı denemek bu ilaçlar, Lyme
hastalığı semptomlarını önemli ölçüde kötüleştireceğinden, tehlikeli olabilir.
Bununla birlikte, LDN doğru tipte probiyotikler gibi bağışıklık cevabını
dengelemeye yardımcı olabilir ve bunlar her iki hastalıktan aynı anda acı
çekenlerde iltihabı azaltma potansiyeline sahiptir.
GASTROINTESTİNAL BAKTERİ VE NÖROTOKSİNLER
Bağırsak
bakterileri, siroz hastalarında sıklıkla yüksek seviyelerde bulunan amonyak gibi nörotoksinleri de salgılayabilir. Bu hastaların
düşük proteinli bir diyet uygulaması gereklidir, çünkü Klebsiella, Proteus ve
Bacteroides gibi kolonik bakterilerde üreaz enzimi tetiklenmiştir, yüksek
proteinli bir diyetle artan amonyak oluşturmak üzere üre yıkılır. Amonyak
ayrıca kolon kanseri için daha yüksek bir risk ile ilişkili olan dışkı pH'sını
yükseltir. Bazen, siroz kanıtı olmasa bile, Lyme-MSIDS hastalarında yüksek
amonyak seviyeleri görürüz.
Bağırsak
bakterilerinde bulunan diğer nörotoksinler, D-laktik asit
ve oktopamin olup sindirilmemiş protein
üzerindeki kolonik bakterilerin etkisiyle oluşan kimyasallardır. Karaciğer
sirozu olan hastalarda, bu bileşikler kanın içine girer ve karaciğer
yetmezliğinde görülen kafa karışıklığına ve ensefalopatiye katkıda bulunurlar.
MSIDS'li bazı kişiler detoksifikasyon sorunlarından muzdariptir ve bu
kimyasallar Lyme hastalığı olanlarda bilişsel zorlukları artırmada rol
oynayabilir. Diğer biyotoksinler canlı organizmalar (staph, strep, bazı
mavi-yeşil algler ve küf gibi), gıda maddeleri (koruyucu maddeler) ve
ksenobiyotikler (dioksinler ve PCB'ler gibi kimyasallar) tarafından üretilen
kimyasalları içerebilir.
MSIDS'li
hastalar da bazen sistemik kandidiyazdan
(candidiasis) muzdariptir ve hiç tüketmediklerinde bile kanlarında yüksek
alkol seviyelerine sahip oldukları bulunmuştur. Bağırsaktaki şeker ve maya
fermantasyonu, daha sonra etanol haline dönüştürülen asetaldehit üreterek
sürekli sarhoş hissetmelerini sağlamıştır. Bu, ilk olarak Japonya'da keşfedildi
ve “sarhoş hastalık” olarak etiketlendi. Kandidiyaz hastalarımdan biri, yakın
zamanda tüm şekerlerden kaçınması gerektiğini ve diyetinden kaynaklanan bu tür
sarhoş hislerden kaçınmak için küçük sıklıkta yemek yediğini bildirdi.
MSIDS'deki kognitif semptomları potansiyel olarak etkileyen olası bir nörotoksin kaynağı olarak gastrointestinal
sistemi dahil etmeliyiz.
NORMAL BAĞIRSAK MİCROFLORASININ BAKIMI
Bağırsaklarımızdaki
sağlıklı bakterileri sadece probiyotik alarak değil aynı zamanda FOS
(fruktooligosakkaritler) içeren
prebiyotikler ve fermente sebzeler yiyerek de artırabiliriz. Bu, kolitli enflamatuar bağırsak hastalığından muzdarip olanlar veya
antibiyotik ve probiyotik kullanımı ile bağırsakta yeterli düzeyde yararlı
bakterileri korumayan hastalarda faydalı olabilir.
Geçirgen
bağırsakların tedavisi için önerilerimiz glutamin
kullanılması; Bağırsak astarını iyileştirmek için OptiCleanse GHI (Xymogen) ve fosfatidilkolin;
yüksek dozlu probiyotikler; sindirim enzimleri; gama-linoleik
asit (hodan tohumu yağı gibi); ve
alerjik gıdalardan kaçınılması (hassas olan insanlarda
histamin salıcı gıdalar dahil); rotasyon
diyetinin uygulanması. Geçirgen bağırsağı etkileyen Candida ve / veya civa problemi olan bazı
hastaların da GI sistemindeki inflamasyonu azaltmak için bu problemleri
gidermeleri gerekir. Candidaya karşı Lauricidin
(monolaurin) ve Biocidin (Bio
Botanical Research) kekik yağı,
sarımsak, berberin, Pau D'Arco gibi
diğer bitkisel tedavilerle birleştirilerek , katı şekersiz mayasız bir diyetle
antifungal ilaçla (Diflucan gibi) veya antifungal ilaç olmadan
etkili olabilir.
Lyme
hastalığı için antibiyotik aldığınızda, biz acidophilus içeren probiyotikler
(200 milyarın üzerinde koloni oluşturan ünite / CFU'lar içermeli) ve
Clostridium difficile ishal vakalarını azaltmak için etkinliği kanıtlanmış
yararlı bir maya olan Saccharomyces
boulardii yi almanızı tavsiye ederiz . Klinik Gastroenteroloji Dergisi'nde
2011 yılında yayınlanan bir meta-analize göre, üç tip probiyotik (Lactobacillus rhamnosus GG, probiyotik karışımlar ve
Saccharomyces boulardii), antibiyotik ilişkili ishalin insidansını önemli
ölçüde azalttığı gösterilmiştir, fakat sadece S. boulardii, Clostridium
difficile diyarenin önlenmesinde etkilidir.
Bazı
hastalar, probiyotik kullanmasına rağmen C. difficile ishali
geliştireceklerdir, ancak , Flagyl, oral Vancocin veya Dificid gibi bir
antibiyotik tedavisi ile tedavi edilmeleri gerekecektir. Dirençli vakalarda, fekal
transplantasyon, alt bağırsağı kolonize ettiği ve bağışıklığı arttırdığı,
inflamasyonu azalttığı (anti-inflamatuar sitokin IL-10 üretiminin arttırır) ve
fonksiyonel bağırsak bozukluklarına yardımcı olduğu bilinen (örn., HN-019, BI-04
ve Bi-07 suşları) Bifidobacterium suşları (TruBifido'da bulunur,
Master Takviyeler) dahil 500 milyardan fazla yararlı bakteriyi kullanarak
probiyotik lavmanları denenmelidir. Küçük bir grup hasta faydalı etkiler
bildirmiştir. Bu yaklaşımın etkinliğini değerlendirmek için plasebo kontrollü,
randomize bir çalışma yapılmalıdır.
Probiyotikler bağırsak mikroflorasını
dengeledikleri için özellikle sağlığa yararlı olmalarına izin veren çok sayıda
etki mekanizmasına sahiptir. Bağırsak geçirgenliğinin azaltılmasına, geçirgen
bağırsağın ve çoklu besin alerjilerinin önlenmesine yardımcı olurlar. Aynı
zamanda bağışık sistemimiz üzerinde de olumlu bir etkiye sahiptirler; şöyle ki
enflamatuar sitokin üretimini azaltır ve GI sisteminde bulunan bağışıklık
sistemine yardımcı olurlar. Bu, enfeksiyöz diyarenin nedenlerini düşündüğümüzde
özellikle önemlidir. Bakteriyel ve viral enfeksiyonlar ve bazı parazitler
inflamasyona sebep olur ve mikroflorayı bozabilirler. Yaygın paraziter
enfeksiyonlar arasında giardiyazis, amebiasis,
cryptosporidium, kancalı kurt, kıl kurdu, yuvarlak kurt (filariasis
dahil) ve strongyloides bulunur. MSIDS'in dirençli semptomları olan bazı
hastaların bağırsak parazitleri tespit ve tedavi edildiğinde iyileştiğini
gördük. Bu enfeksiyonlar farklı şekilde tedavi edilir ve maalesef parazitlerin
testi de Lyme hastalığı ve ilişkili ko-enfeksiyonlarda olduğu gibi çok da
güvenilir değildir. Bu nedenle, standart GI testlerinin sınırlamalarını anlayabilmemiz ve gastrointestinal sağlığın parametrelerini belirlemek için diğer yöntemleri incelememiz önemlidir.
COMPREHENSIVE DIGESTIVE STOOL ANALİZİ (CDSA) (KAPSAMLI SİNDİRİM DIŞKI ANALİZİ) KULLANARAK GI SAĞLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Gastrointestinal sağlığınızı değerlendirmek için çeşitli yöntemler vardır.
En yaygın testler Comprehensive
Digestive Stool Analizi (CDSA) (Kapsamlı Sindirim
Dışkı Analizi) olup bu testler bağırsak mikrobiyomunuzu ve bağırsak sağlığını
belirleyen parametreleri (Genova
Diagnostics, Doktor'un Verileri veya Diagnos-Techs gibi fonksiyonel tıp
laboratuvarları ve µBiome ve Amerikan gibi şirketleri aracılığıyla) ölçerek değerlendirir.
Ne yazık ki, mikrobiomun ticari testinin mükemmelleştirilmesi, Firmicutes /
Bacteroides oranlarına bakmak, farklı laboratuvarların farklı test protokolleri
kullanması nedeniyle, çalışmalar arasında tekrarlanabilirlik olmaması
nedeniyle, hala erken aşamalarındadır. Bu nedenle, Genova'nın gastrointestinal
fonksiyon profili en sık kullandığımız şeydir. Bağırsak sağlığının
belirleyicilerinin birçoğunu değerlendirir ve CDSA genel olarak tıp
fakültesinde hekimlere öğretilmemiş olsa da, rutin testlerle açıklanamayan
gastrointestinal rahatsızlıkları olan hastalar için GI çalışmasının genişletilmesinde
çok değerli olduğunu buldum. Şunlar için testleri içerir:
- Bakteriler: CDSA 2.0, bağırsaktaki baskın bakterileri tanımlar. Bu test ayrıca, sindiriminizi, besleyicilerin emilimini, pH ve bağışıklık durumunu etkileyebilen H. pylori, Shigella, E. coli, Campylobacter spp. ve Clostridium difficile gibi patojenik bakterilerin varlığını da değerlendirir.
- Maya: CDSA üzerinde mayanın anormal derecede yüksek bir miktarda büyümesi, antifungal ajanlarla tedavi gerektiren olası kandidiyazlara işaret edebilir.
- Parazitler: Parazitler Lyme-MSIDS belirtilerini artırabilir. Hastalarımızın çoğunluğu, diğer paraziter enfeksiyonların ortaya çıkmasına izin veren bağışıklık sistemini baskılayan Babesia ile birlikte enfekte olmaktadır. Parazitler, aynı zamanda, gaz ve şişkinlik gibi mayanın aşırı büyümesine benzer GI semptomlarına neden olarak klinik tabloyu karıştırmaktadır. Standart parazit testini yapmak zor olabilir ve yerel laboratuvar değerlendirmeleri negatif olduğunda, uzman laboratuarlardan CDSA testi ile ilgili gizli parazitlerin varlığını buluruz.
- Enflamasyon: CDSA kolonda iltihap belirtileri arar, bunun için enflamasyon ve / veya enfeksiyonda yüksek seviyelerde bulunan FDA onaylı bir biyomarker olan Eosinophil Protein X, laktoferrin ve Calprotectin dahil olmak üzere özel proteinlerin düzeylerini kontrol eder. Bu Crohn hastalığı ve ülseratif kolit gibi iltihaplı bağırsak bozukluklarında ortaya çıkar, ancak irritabl bağırsak sendromunda (ikisini ayırt etmeye yardımcı) yoktur.
- Beta-glukuronidaz: Normal seviyeler dengeli mikrobiyal aktivite ile ilişkilidir. Yüksek seviyeler, meme, prostat ve kolorektal kanser riskini artırabilen, bağırsaklar ve karaciğer arasında dolaşan ilaçlar, toksinler ve hormonları gösterir.
- Lithocholic: Deoxycholic Acit Oranı (LCA: DCA): anormal seviyeler SIBO, safra kesesi ve önemli bir karaciğer enzimi olan glutatyon-S-transferazın inhibisyonunu ve yine meme ve kolorektal kanser riskini artırır.
- Bağırsak pH'sı: CDSA, pH düşürücü organik asitler ve bazı bakterilerden pH yükselterek amonyak seviyeleri ile ilişkili intestinal pH değerini değerlendirir.
- Sindirim ve Emilimin Temel Belirteçleri: CDSA pankreatik enzim salgısını değerlendirir ki bu da düşükse malabsorbsiyonun bir belirtisi olabilir. Ayrıca kısa zincirli yağ asitleri (SCFA'lar) ve uzun zincirli yağ asitleri (LCFA'lar) düzeylerini de değerlendirir. Kısa zincirli yağ asitleri, diyetlerimizdeki gıdaların fermantasyonuyla (diyetsel polisakkaritler ve lif) üretilir ve onların ürünlerinden biri olan N-bütiratın kolit ve kolorektal kanser riskini azalttığı gösterilmiştir. Antibiyotikler, yetersiz lif alımının ve yavaş geçiş süresinin yaptığı gibi N-bütirat seviyelerini düşürür. Düşük N-bütirat seviyeleri, kolonda sağlıklı bir dengeyi yeniden kurmak için lif, prebiyotikler ve probiyotiklerin artırılmasına duyulan ihtiyacı göstermektedir.
Mikrobiyomun
sindirim, kilo kontrolü, glikoz metabolizması, kalp hastalığı, nörolojik
bozukluklar, inflamasyon, bağışıklık ve otoimmün süreçlerde önemli bir rol
oynadığı gösterildiğinden, aynı zamanda vücudun epigenetiklerini de
etkilediğinden, sağlığımızı iyi bir şekilde sürdürmek istiyorsak biz de
mikrobiyomumuza dikkat etmeliyiz.
Standart antibiyotik protokollerine yeterince
cevap vermeyen, Lyme-MSIDS'in dirençli semptomları olan birçok hasta, aslında, CDSA üzerinde
birden fazla anormallik için pozitif teste sahiptir. Bu bilgileri kullanarak ve inflamasyon ve
detoksifikasyon seviyelerini düzeltirken, maya aşırı büyümesinin, dysbiosisin,
enzim eksikliklerinin ve paraziter enfeksiyonların tedavisi, bir sonraki sağlık
seviyesine ulaşmada bir dönüm noktası olabilir.
Bu gönderiyi sonuna kadar okuyan herkesin gerçekten iyileşmek istediğine inanıyorum. Dilerim faydalı olmuştur. İyileşmeye olan inancımızı
kaybetmeyelim. Biz görünür olandan daha fazlasını görmesek de unutmayalım ki derimizin
altında sürekli bir hareketlilik söz konusu: Akıyoruz, pompalıyoruz,
çarpıyoruz, eziyoruz, patlıyoruz, onarıyoruz, yıkıyoruz ve yeniden
oluşturuyoruz. Sağlıklı ve sevgi dolu günler dilerim💜
Kaynaklar: How Can I Get Better; Richard Horowitz; youtube video
Kaynaklar: How Can I Get Better; Richard Horowitz; youtube video
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.