Sağlığını Korumayı Öğren: LYME VE BAĞIRSAK SAĞLIĞI - DR. RICHARD HOROWITZ

13 Haziran 2018 Çarşamba

LYME VE BAĞIRSAK SAĞLIĞI - DR. RICHARD HOROWITZ



Lyme ile mücadele edip de bağırsak hasarı görmemiş olan yoktur sanırım. Bu bölümde genel olarak bağırsak hasarlarının neler olduğundan,  olası kaynaklarından,  doğru tanı için hangi testlere ihtiyaç olduğundan, ne tür bir beslenme rejiminin uygulanması gerektiğinden, probiyotiklerden ve etki mekanizmasından, bağırsak sağlığını iyileştirmek için kullanılabilecek supplementlerden ve çeşitli çözüm önerilerinden  bahseden Dr Richard Horowitz in videosunda ve kitabında bahsettiği önerilerine ve anlattıklarına yer vereceğim. Gönderi oldukça uzun oldu. Başta iki post a bölmeyi düşünsem de daha sonra konu bütünlüğünü ve akışını bozmak istemedim. 





Bağırsak sağlığı konusu uzun yıllar boyunca tıp camiasında üvey evlat muamelesi görmüş ancak özellikle bağışıklık sistemimizin üçte ikisinin düzenini sağlayanın bu organ olduğu keşfedildikten sonra popüler  araştırma konularından biri olmaya başlamış. Yalnızca görünürde olanı değil, geride kalan her şeyi de görebilirsek eğer dünya gerçekten eğlenceli bir hal alır. Tıpkı Küçük Prens’teki fil yutan boa yılanı nı görebilmek gibi..

Her hastalığı psikolojiye bağlayan doktorlardan, antibiyotiğin yanında probiyotik dahi öneremeyen sözde uzmanlardan sonra Horowitz bana sıcak yaz gününde serin su gibi aziz geldi. Ben artık semptoma yönelik değil de, nedene yönelik tedaviler, bağırsak sağlığının korunması vs. ile lyme ve pek çok otoimmün olarak adlandırılan hastalığın iyileşmesinde yol katedilebileceğini düşünüyorum. 👇








LYME VE GASTROINTESTİNAL SAĞLIK

Gastrointestinal bozukluklar, Lyme ve kene kaynaklı hastalıklarla ilişkili olsun ya da olmasın, sık görülen bir sağlık şikayetidir. Sindirim bozuklukları, iş yerlerinden gelen ikinci devamsızlık nedeni olarak gösterilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde, 60 milyon ila 70 milyon insan tanısı konulmuş sindirim bozukluğuna sahiptir ve her yıl gastroenterologlara 100 milyondan fazla ayakta hasta ziyareti yapılmaktadır.  


En sık görülen GI rahatsızlığı irritabl bağırsak sendromudur (IBS), bunu gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH ya da GERD denir), gastrik ve peptik ülser hastalığı, inflamatuar barsak hastalığı (Crohn ve ülseratif kolit dahil IBD) ve çölyak hastalığı (glütene karşı duyarlılık) izler. Hala daha tıptaki modern gelişmelere rağmen — IBS için antispazmodikler (bağırsaklarda spazmları azaltan ilaçlar), IBD için biyolojik modifiye edici anti-enflamatuar ilaçlar (Crohn's hastalığı gibi), GERD için Prilosec gibi proton pompası inhibitörleri (asit salınımını azaltan) ve ülser hastalığı (midedeki bir  enfeksiyon hastalığı) için H. pylori' nin antibiyotik tedavisi gibi— pek çok insan bu tedavilerle tam bir rahatlama bulamamaktadırlar. Daha da kötüsü, bunlar yalnızca bu bozukluğun kaynağına ulaşamamakla kalmıyor, proton pompa inhibitörleri gibi bu tedavilerin bir kısmı yakın zamanda kardiyovasküler mortalite (ölüm oranı) ve muhtemelen demansta (bunama) iki kat artışla ilişkilendiriliyor. Alzheimer hastalığının ve demansın, enfeksiyonlar, iltihaplanma, çevresel toksinler, otoimmünite, hormonal düzensizlik, uyku bozuklukları ve uygun bir diyet ve egzersiz eksikliği gibi on altı nokta MSIDS haritasında (Yeliz'in notu: Sixteen-point MSIDS map bir nevi Horowitz in yol haritasıdır) nasıl birden fazla etkene bağlı olduğunu zaten gösterdik. Özellikle  2016'da JAMA'da bilimsel araştırmacıların reflü özofajit hastalığının gelişmesinin kimyasal hasarın sonucu olmasından ziyade sitokin kaynaklı olabileceğini rapor etmesinden bu yana risk faktörlerinde daha fazla artışa ihtiyacımız yok. Lyme hastalığı, eşlik eden ko-enfeksiyonlar ve MSIDS haritasında yer alan  (gıda alerjileri dahil) birkaç anormallik, sitokin salımıyla inflamasyona yol açabilir ve geniş bir tedavi edilebilir GI yakınmalarına yol açabilir.


Lyme-MSIDS hastalarında sıklıkla aralıklı karın ağrısı, bulantı, gaz, şişkinlik, kabızlık, diyare veya reflü hastalığı dahil olmak üzere mide-bağırsak problemleri görülür. Bu semptomlar yukarıda belirtilen yaygın GI sorunlarıyla veya gıda intoleransları ya da jinekolojik sorunlar (diğer bir deyişle, ağrılı yumurtalık kistleri veya endometriozis) gibi başka nedenlerle de bağlantılı olsa da, bu semptomlar ayrıca Lyme hastalığının ve kene kaynaklı hastalıkların bazı semptomları ile örtüşebilir. Örneğin, kene kaynaklı hastalıklarla ilişkili gastrointestinal ve karaciğer problemlerinin gözden geçirildiği bir incelemede, erken evre Lyme borreliosisi olanların % 5 ile % 23'ünde, bulantı, kusma, karın ağrısı, iştah kaybı ile anoreksiya gibi çeşitli gastrointestinal semptomlarlave hepatit ve hatta genişlemiş bir karaciğer ve dalak belirtileri ile başvuran hastaların bulunduğunu göstermiştir. İshal nadirdi, vakaların sadece yüzde 2'sini oluşturuyordu.


Lyme hastalığı büyük bir taklitçi olabileceği gibi, diğer kene kaynaklı ko-enfeksiyonların çeşitli gastrointestinal bulgularla da görülebileceğini görüyoruz:

  • Borrelia hermsii mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, hepatit, sarılık ve genişlemiş dalağa neden olabilir. Bu enfeksiyonların % 19'unda ishal görüldü ve kan kusması (hematemez) ya da kanlı diyare nadiren meydana geldi.
  • Ehrlichiosis, özellikle hastalığın erken evrelerinde mide bulantısı, kusma, karın ağrısı gibi mide-bağırsak semptomları ve sarılık ile kendini gösterir. İshal, ehrlichiosis'li hastaların yüzde 10'una kadar görülür ve hatta birincil belirtilerden biri olabilir.
  • Rickettsial hastalıklar (Rocky Mountain spotted fever ve Q humması), karın ağrısı ve hassasiyeti de dahil olmak üzere, hastalığın seyrinde erken dönemde gastrointestinal semptomlara neden olabilir, bu da karaciğer enzimlerindeki yükselmeler ile ilişkili olduğunda hepatit, apandisit, peritonit (karın boşluğunda iltihap) ve kolanjit (safra kesesinde iltihaplanma) gibi GI'nın diğer inflamatuar hastalıkları ile karıştırılabilir.


Çoğunlukla ellerde ve ayak tabanlarındaki RMSF'li (Rocky Mountain spotted fever) klasik döküntüleri semptomları gastroenterit ile karıştırılan abdominal şikayetler takip edebilir. Kan damarlarındaki inflamasyona bağlı olarak RMSF için de gastrointestinal kanama bildirilmiştir.


  • Tularemi, çeşitli yaygın formlarda ortaya çıkabilir: bir ülseroglandüler form (genişlemiş lenf düğümleri ile deride ülserler), okülolandüler bir form (genişlemiş lenf düğümleri ile konjonktivit gibi göz semptomları), bir solunum formu ve tifoidal form. İkinci olarak, bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishale neden olabilir, bu da vakaların % 40'ına varan oranda şiddetli olabilir.



KOMPLEKS GI SİSTEMİ

Bağırsakların en önemli işlevlerinden biri, besinlerin esansiyel amino asitlere, yağ asitlerine ve karbonhidratlara sindirilmesinde yardımcı olmaktır. Bağırsak da bağışıklıkta önemli bir rol oynar. Vücuttaki en büyük bağışıklık fonksiyonu organıdır. GI sistemi, bağışıklık sistemimizin % 80'ini ve lenfositlerimizin % 70'ini barındırır, bu da onu enfeksiyonlara karşı ilk savunma hattı haline getirir. GI sistemi ayrıca bir nöroendokrin organ olarak işlev görür. Merkezi sinir sistemindeki her nörotransmitter GI sisteminde bulunur. Sağlıklı ruh halleri için gerekli olan vücut serotoninin çoğu ve  ortosiyapatik sinir sisteminin (OS) düzgün çalışması için gerekli olan vücudun norepinefrinin yarısı bağırsakta bulunur. Aynı zamanda, bağırsak mikrobiyom olarak adlandırılan 100 trilyon kadar mikrobu tutabilir. Vücuttaki memeli hücrelerinden on kat daha fazla mikrobiyal hücre vardır, bu da hücresel bir perspektiften bakıldığında, vücudumuzun sadece yüzde 10'u insan ve yüzde 90'ı mikrobiyaldir! Mikrobiyomdaki bu farklı bakteriler, birçok farklı biyolojik fonksiyonda önemli bir rol oynar. Temel vitaminleri sağlamaya yardımcı olurlar; tehlikeli patojenlerle savaşırlar; bağışıklık sistemini dengede tutar ve otoimmün hastalığı (MS ve romatoid artrit gibi) modüle ederler; hormonları, iştahı, kiloyu, glikoz metabolizmasını ve diyabeti modüle eder; kardiyovasküler risk, nörolojik ve psikiyatrik hastalıkları modüle eder (Parkinson ve şizofreni gibi); epigenetiği etkiler; Kanser riskini modüle eder ve alerjiler, astım, Crohn hastalığı ve kolit dahil olmak üzere vücuttaki enflamatuar reaksiyonları etkilerler. Sağlıklı bir mikrobiyom, birçok kronik hastalığımızın anahtarını elinde bulundurmaktadır, bu yüzden doğru bir şekilde bakım yapmamız gerekiyor.


Doktorlar, yaygın enfeksiyonlar —idrar yolu, sinüs ve üst solunum yolu —için antibiyotikler yoluyla bakterilere karşı savaşırlar ve hiç bir zaman yok olan yararlı bakterilerin yerini almayı düşünmezler. Bir doz antibiyotik bile, kırılgan mikrobiyoma zarar verebilir. Bu ayrım gözetmeyen öldürme, maya enfeksiyonları gibi yaygın sorunlara yol açar ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler için özellikle tehlikeli olan Clostridium difficile'nin de dahil olduğu antibiyotik ile ilişkili diyareye yol açabilir. Daha da kötüsü, Clostridium difficile bir kez yerleştiğinde, Lyme hastalığı gibi diğer enfeksiyonlar için geniş spektrumlu antibiyotikleri engeller. Bunun nedeni, bazı antibiyotiklerle bakteriyel bir enfeksiyonun tedavi edilmesinin, gastrointestinal dengesizliği mayanın aşırı büyümesi ve diyaredan sorumlu olan Clostridium türlerle daha da kötüleştirmesidir. Bununla birlikte, Clostridium difficile'nin böyle bir yaklaşımla etkili bir şekilde önlenebilmesine rağmen, hastalara antibiyotik tedavisi sırasında ve sonrasında yüksek dozda probiyotikler ve Saccharomyces boulardii gibi yararlı maya almalarını öğretmek yaygın bir uygulama değildir.


Daha önce tartıştığımız gibi, bakteriler GI kanserleri, inflamatuar bağırsak hastalığı ve irritabl bağırsak sendromuyla ilişkilendirilmiştir. Bağırsakta sağlıklı bakteriler, maya ve parazitlerin dengesizliği anlamına gelen dysbiosis, tıpta yeni bir kavram değildir, birçok hastalık süreciyle ilişkisinin artık yeni yollarla anlaşılmaya başlamasıdır. Neredeyse yüz yıldan beri GI florasının ve artmış bağırsak geçirgenliğinin dermatolojik ve psikiyatrik bozukluklardan sorumlu olduğunu biliyoruz. Daha sonra, 1980'lerde GI florasının artrit ve inflamatuar barsak hastalığının gelişiminde rol oynayabileceği gösterilmiştir. 1990'ların sonlarında, irritabl bağırsak sendromunun nedenlerinden biri olduğu düşünülen “ince bağırsak bakteriyel aşırı büyüme” (SIBO=Small Intestinal Bacterial Overgrowth) adı verilen yeni bir kavram geliştirilmiştir. SIBO'nun daha sonra, Lyme-MSIDS'e benzer biyokimyasal ve patolojik süreçleri paylaşan ve örtüşen sendromları olan CFS (Chronic Fatigue Syndrome =Kronik Yorgunluk Sendromu) ve fibromiyalji ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Dysbiosis ve GI bakterilerinin, benzer klinik bulgulara sahip olan bu farklı hastalık süreçlerine katkıda bulunmada önemli bir rol oynadığını gösteren eksik linklerden biri bu olabilir.
SIBO ve disbiyoz işaretleri ve semptomları şunlardır:

  • Yemeklerden sonra şişkinlik ve mide gazı
  • Kabızlık
  • İshal
  • Yorgunluk
  • Hazımsızlık
  • Demir eksikliği, zayıf veya çatlamış tırnaklar (minerallerin zayıf emilimi)
  • Mide bulantısı
  • Rektal kaşıntı
  • Gıda intoleransları ile yedikten sonra sistemik reaksiyonlar
  • Dışkıda sindirilmemiş gıdalar veya yağlı dışkı (pankreatik enzim eksikliğini düşündüren)



SIBO için klinik çalışma şu testleri içerir:
CBC, CMP ve hormon testi ;  gıda alerjileri (IgG ve IgE) ve antigliadin antikorlarının kontrol edilmesi; pankreatik enzim seviyelerinin kontrol edilmesi (amilaz ve lipaz); ortak parazitlere karşı antikor testi (kan ve dışkı); bir dışkı CDSA sı (Comprehensive Digestive Stool Analysis=Kapsamlı Sindirim Dışkı Analizi);  H. pylori antikoru; ve özel SIBO nefes testleri. Açık bir neden bulunmadığında, kronik dirençli semptomları olan hastalar için bir üst endoskopi ve kolonoskopi düşünülmelidir. Bununla birlikte, SIBO ile şişkinlik ve hazımsızlık için örtüşen nedenler de laktoz intoleransı, fruktoz intoleransı veya Candida aşırı büyümesini içerebilir.


MSIDS ve SIBO'lu birçok hasta, bağırsak mikroflorasındaki bir dengesizlik ile ilişkili olan gıda alerjileri ve duyarlılıkları için pozitif testlere sahiptir. Bu çoklu besin alerjileri, sitokin üretiminin artmasından sorumlu olabilir ve sızıntılı (geçirgen) bir bağırsak anlamına gelebilir. Gıda alerjileri hakkında önceki bölümde tartıştığımız gibi, sızan bağırsak, bağırsak bariyerinin GI kaplamasının bütünlüğünün kaybını tanımlamak için kullanılan bir terimdir, burada gıda makromolekülleri bağırsak bariyerinden geçer ve bunlara karşı antikorlar oluşur; bunlar da yabancı işgalciler olarak görülür. Bağırsaktaki sıkı bağlantı sisteminin bütünlüğünün kaybı; hastalar kanser olduğunda ve radyasyon veya kemoterapiye maruz kaldıklarında; kronik bakteriyel ve / veya parazit enfeksiyonları veya önemli maya aşırı büyümesi olduğunda; Candida ve diğer mantarların aşırı çoğalmasına yol açan uzun vadede antibiyotik kullanıldığında; bazı otoimmün hastalıkları mevcut olduğunda; veya bağırsak epitel hücreleri arasındaki sıkı bağlantıları olumsuz yönde etkileyebilen yüksek civa yüküne maruz kalındığında gerçekleşebilir.


Hem gıda alerjilerinden hem de SIBO'dan muzdarip olanlar tedavi için şunları yapabilir: 👉yemeklerden önce mide asiditesini arttırmak için Betain hidroklorik asit kullanabilirler (ve proton pompa inhibitörlerinden, yani SIBO ile ilişkili PPI'lardan kaçınmalı), 
👉 yemeklerle birlikte sindirim enzimleri ve lifler (çözünür ve çözülmez, toprak keten tohumu dahil) alabilirler, 
👉 ve öğünden önce, yemek sırasında ve sonrasında L-glutamin kullanabilirler. 

👉 Bu hastalar ayrıca FOODMAP’s eliminasyon diyeti denemelerini yaparak karbonhidrat ve şeker alımını azaltmalıdırlar. (Yeliz'in notu : Bu diyeti daha detaylı incelemenizi; kurallarını öğrenmenizi öneririm.) 
👉Fermente olabilen oligo-, di-, monosakkaritler ve polioller (yani FODMAP'ler) ince bağırsakta zayıfça emilen kısa zincirli karbonhidratlardır. İrritabl bağırsak sendromu olan bazı kişiler (ve Crohn's gibi inflamatuar bağırsak hastalığı olanlar)  fruktozu, laktozu  ve yapay tatlandırıcı maddeleri (sorbitol, manitol, ksilitol ve maltitol gibi) olan şeker alkollerini sindiremez, mikrobiyom ve besin emilimi üzerindeki uzun süreli etkilerine rağmen bu yaklaşım yeterince çalışılmamıştır. 
👉SIBO'lu olanlar hidrojene yağlardan, alkol, nikotin, kafein, alerjik gıdalardan kaçınmalı ve mümkün olan hallerde Candida aşırı büyümesine katkıda bulunabilecek antibiyotikleri kullanmayı durdurmalıdır. Sağlıklı prebiyotiklerin artırılmasına yönelik diyet müdahaleleri, sauerkraut (lahana turşusu), kimchi, turşu, zencefil turşusu, zeytin ve kefir gibi fermente gıdaların alımını arttırmayı içerir (sistemik kandidiyazis veya histamin intoleransı tanısı almadığınız sürece). Sağlıklı probiyotik takviyesi, her gün iyi kalitede en az 10 milyar organizmayı içermelidir, fakat bir CDSA testinde görüldüğü üzere, ciddi dysbiosisli hastalar için daha yüksek dozda probiyotikler tercih edilir. 

Hastalar genellikle antibiyotik kullanıyorsa ve / veya SIBO / IBS / IBD'den muzdarip olduklarında birden fazla yüksek-potensli probiyotik kombinasyonunu kullanırlar ve günde 200–300 milyardan fazla faydalı bakterinin alımını gerçekleştirir ve etkili olduğunu bulurlar.


SIBO ve IBS tedavisi için faz I, Xifaxan adındaki antibiyotiği kullanır, ardından ince bağırsak bakteriyel aşırı büyümesinin eradikasyonunun olup olmadığını doğrulamak için bir nefes testi uygular. Zaman zaman, SIBO için faz II tedavisine ihtiyaç duyulacaktır ve Xifaxan'ın başarısız olması durumunda bakteriyel aşırı büyümeyi ortadan kaldırmaya devam etmek için eritromisin gibi düşük dozlu bir antibiyotiğe ihtiyaç olacaktır. Ancak NEJM'de yayınlanan yeni bir bilimsel çalışma gösterdi ki Xifaxan tekrarlayan ishal baskın irritabl bağırsak sendromunda ilk seferinde çalışır ve başarı ile tekrar tekrar kullanılabilir.

SİTOKİN BAĞLANTISI

Bağırsak florası, inflamatuar sitokinlerin üretimini doğrudan etkiler ve bu nedenle Lyme-MSIDS semptomlarına sessiz katkıda bulunur. Şimdiye kadar insan mikrobiyomunun en iddialı araştırması olan Human Microbiome Projesi, bakteriler, virüsler ve mantarların mikrobiyomlarının vücudumuzla sürekli etkileşime girerek sağlığımızı etkilediğini göstermiştir.


Bağırsaklarımızdaki bakterilerin, Crohn hastalığı, ülseratif kolit ve astım ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Çünkü bazı bakterilerin, bu hastalıkların ayrılmaz bir parçası olan kronik düşük dereceli enflamasyonu uyardığı bulunmuştur. Heyecan verici yeni araştırmalar bağırsak mikroplarının metabolik ve immün ağ aktivitesini de şekillendirdiğini ve sonuçta obezite, diyabet ve kanserin yanı sıra otoimmün, kardiyovasküler ve nöropsikiyatrik hastalıkların gelişimini etkileyebileceğini göstermiştir. Bu, kısmen besin emilimi üzerindeki bakteriyel etkilere bağlı olabilir: Gıdaların bağırsaklardan geçtiği süreyi uzatırlar ve trigliseritlerin hücresel alımını arttırırlar ve daha sonra vücudumuzdaki yağların değiştirilmiş doku kompozisyonu ile bu trigliseritlerin yağ içine depolanmasını arttırırlar (obezite ve metabolik sendromun birincil bileşeni, diyabet için öncüller). Bu, kısmen besin emilimi üzerindeki bakteriyel etkilere bağlı olabilir: Gıdaların bağırsaklardan geçtiği süreyi uzatırlar ve trigliseritlerin hücresel alımını arttırırlar ve daha sonra vücudumuzdaki yağların değiştirilmiş doku kompozisyonu ile bu trigliseritlerin yağ içine depolanmasını arttırırlar (obezite ve metabolik sendromun birincil bileşeni, diyabet için öncüller).  Mikrobiyomun, epigenetiklerimizi ve genlerin kendilerini nasıl ifade ettiklerini etkileyerek, kalp hastalığını etkileyerek metilasyon paternlerini de etkilediği gösterilmiştir. Araştırmacılar GI bakterilerinin (Bacteroides, Firmicutes, Proteobacteria) ve metilasyonun rolüne baktılar. Metilasyon, genleri “susturmaya” yardımcı olur ve Firmicute ların baskın olduğu grup, artan kardiyovasküler hastalık riski ile bağlantılıdır (bakteri lipid metabolizmasını, obeziteyi ve inflamatuar cevabı etkilediği için). Diğer çalışmalar GI sistemindeki Prevotella ve Clostridium türleri gibi bakterilerin, romatoid artrit ve MS insidansını artırabildiğini gösterirken, B. Fragilis gibi bakterilerin otoimmün hastalık insidansını azaltabileceğini göstermektedir.

Bilim adamları şimdi bu araştırmanın pratik uygulamalarına bakmaya başlıyor ve farklı probiyotik takviyenin farklı hastalıklara etkilerini incelemeye başladılar. Örneğin, Lactobacillus rhamnosus HN001'in, NK hücrelerinin sitotoksisitesini ve bakterilerin fagositozu arttırdığını, bağırsak ve solunum yolu hastalığını azalttığını, Bifidobacterium infantis'in depresyonu azaltabildiğini (Biological Psychiatry, Kasım 2013) ve diğer bakterilerin gıda alerjilerini ve gluten duyarlılığını azaltmaya yardımcı olabileceğini bulmuşlardır.  Toprak bazlı organizmalarla prebiyotik-probiyotik kompleks olan Prescript-Assist adlı ürünün, IBS semptomlarını azalttığı gösterilmiştir. Bu bakteriler, inflamasyon süreçlerini ve sitokin üretimini etkileyerek tedavi için yeni yollar sağlar.

Bakterilerin bağırsaklardaki rolleri ve bunların sitokin üretimi üzerindeki etkileri, uykuda bile bir rol oynar. Gece yarısı, kortizol üretiminin düşük olması gerektiğinde, GI florasından bakteriyel peptitler sitokin üretimini arttırmak için gastrointestinal sistemimizin immün hücrelerini uyarır. Bu sitokinler, non- REM uykusunu (erken derin uyku) ve gece boyunca, IL-1 beta azaldıkça, non-REM uykusundan REM uykusuna dönüşümü başlatmaya yardımcı olur. Geceleri yüksek kortizol seviyelerine sahip olan ve uykuya dalayamayan, ağır hasta olan bazı Lyme hastaları, derin uykunun indüksiyonu için gerekli olan sitokin düzeylerini ve doğru sitokinleri üretmeyecek veya çok fazla sitokin üretecek ve gün içinde uykulu hale gelecektir.

Bağırsaktaki makrofajlar ve T hücreleri ve GI kanalında mevcut olan bakteri türleri de, uyku ve inflamasyonu etkileyen hangi tür sitokin üretildiği üzerinde bir etkiye sahiptir. GI sistemimizde yüzlerce farklı bakteri türü bulunmakla birlikte, sitokin üretiminde özellikle önemli olan iki ana tip bağırsak bakterisi vardır: Lactobacilli ve bifidobacteria. Çoğu Lactobacilli suşları bu sitokinlerin güçlü üreticileridir, ancak çoğu bifidobakter suşları zayıf sitokin üreticileridir. Bifidobakteriler, Lactobacilli'den sitokinlerin üretimini azaltarak, immünolojik etkilerini değiştirebilirler. Bu nedenle, bağırsak bakterilerinin tiplerini manipüle ederek, sitokin üretimini etkileyebilir ve alttaki inflamasyonu azaltabiliriz.

İshale birkaç farklı sitokinin neden olduğu bilinmektedir: TNF-α ve IL-6, hem ateş hem de diyare vakalarının sayısı ile doğrudan ilişkilidir ve genel olarak sitokinler, doğrudan bağırsak hasarı ve ishalin şiddetiyle ilgilidir. TNF-α, bağırsak iltihabının merkezi bir aracısıdır ve TNF-α Lyme'de olduğu gibi İltihaplı Bağırsak Hastalıklarında da (IBD=Inflammatory Bowel Disease) artmaktadır.

İnflamatuar sitokinler GI hastalıkları ile ilişkili olduğundan, Lyme alevlenmeleri sitokinlerin sistemik düzeylerini daha da arttırarak IBD'de bağırsak iltihaplanmasını kötüleştirir mi? Yüksek sitokin üretilmiş olan İBD tersine, Lyme hastalığının semptomlarını kötüleştirir mi? Sitokinlerin aşağı regülasyonu Crohn hastalığının yönetiminde kullanılan başlıca tedavilerden biridir ve LDN (Low-Dose Naltrexone = düşük doz naltrekson) tıbbi literatürde Crohn hastalığındaki bağırsak iltihabının kontrol edilmesine yardımcı olmada etkili olarak kabul edilmiştir. Ayrıca LDN'nin Lyme-MSIDS hastalarında fibromiyaljinin semptomlarını kontrol etmede son derece faydalı olduğunu görüyoruz.  Aktif Lyme hastalığı olan bir Crohn's hastalığı hastasına Enbrel gibi bir TNF-α blokeri vererek inflamasyonu azaltmayı denemek bu ilaçlar, Lyme hastalığı semptomlarını önemli ölçüde kötüleştireceğinden, tehlikeli olabilir. Bununla birlikte, LDN doğru tipte probiyotikler gibi bağışıklık cevabını dengelemeye yardımcı olabilir ve bunlar her iki hastalıktan aynı anda acı çekenlerde iltihabı azaltma potansiyeline sahiptir.

GASTROINTESTİNAL BAKTERİ VE NÖROTOKSİNLER

Bağırsak bakterileri, siroz hastalarında sıklıkla yüksek seviyelerde bulunan amonyak gibi nörotoksinleri de salgılayabilir. Bu hastaların düşük proteinli bir diyet uygulaması gereklidir, çünkü Klebsiella, Proteus ve Bacteroides gibi kolonik bakterilerde üreaz enzimi tetiklenmiştir, yüksek proteinli bir diyetle artan amonyak oluşturmak üzere üre yıkılır. Amonyak ayrıca kolon kanseri için daha yüksek bir risk ile ilişkili olan dışkı pH'sını yükseltir. Bazen, siroz kanıtı olmasa bile, Lyme-MSIDS hastalarında yüksek amonyak seviyeleri görürüz.

Bağırsak bakterilerinde bulunan diğer nörotoksinler, D-laktik asit ve oktopamin olup sindirilmemiş protein üzerindeki kolonik bakterilerin etkisiyle oluşan kimyasallardır. Karaciğer sirozu olan hastalarda, bu bileşikler kanın içine girer ve karaciğer yetmezliğinde görülen kafa karışıklığına ve ensefalopatiye katkıda bulunurlar. MSIDS'li bazı kişiler detoksifikasyon sorunlarından muzdariptir ve bu kimyasallar Lyme hastalığı olanlarda bilişsel zorlukları artırmada rol oynayabilir. Diğer biyotoksinler canlı organizmalar (staph, strep, bazı mavi-yeşil algler ve küf gibi), gıda maddeleri (koruyucu maddeler) ve ksenobiyotikler (dioksinler ve PCB'ler gibi kimyasallar) tarafından üretilen kimyasalları içerebilir.


MSIDS'li hastalar da bazen sistemik kandidiyazdan (candidiasis) muzdariptir ve hiç tüketmediklerinde bile kanlarında yüksek alkol seviyelerine sahip oldukları bulunmuştur. Bağırsaktaki şeker ve maya fermantasyonu, daha sonra etanol haline dönüştürülen asetaldehit üreterek sürekli sarhoş hissetmelerini sağlamıştır. Bu, ilk olarak Japonya'da keşfedildi ve “sarhoş hastalık” olarak etiketlendi. Kandidiyaz hastalarımdan biri, yakın zamanda tüm şekerlerden kaçınması gerektiğini ve diyetinden kaynaklanan bu tür sarhoş hislerden kaçınmak için küçük sıklıkta yemek yediğini bildirdi. MSIDS'deki kognitif semptomları potansiyel olarak etkileyen olası bir nörotoksin kaynağı olarak gastrointestinal sistemi dahil etmeliyiz.


NORMAL  BAĞIRSAK  MİCROFLORASININ BAKIMI

Bağırsaklarımızdaki sağlıklı bakterileri sadece probiyotik alarak değil aynı zamanda FOS (fruktooligosakkaritler) içeren  prebiyotikler ve fermente sebzeler yiyerek de  artırabiliriz. Bu, kolitli enflamatuar bağırsak hastalığından muzdarip olanlar veya antibiyotik ve probiyotik kullanımı ile bağırsakta yeterli düzeyde yararlı bakterileri korumayan hastalarda faydalı olabilir.


Geçirgen bağırsakların tedavisi için önerilerimiz glutamin kullanılması; Bağırsak astarını iyileştirmek için OptiCleanse GHI (Xymogen) ve fosfatidilkolin; yüksek dozlu probiyotikler; sindirim enzimleri; gama-linoleik asit (hodan tohumu yağı gibi); ve alerjik gıdalardan kaçınılması (hassas olan insanlarda histamin salıcı gıdalar dahil); rotasyon diyetinin uygulanması. Geçirgen bağırsağı etkileyen  Candida ve / veya civa problemi olan bazı hastaların da GI sistemindeki inflamasyonu azaltmak için bu problemleri gidermeleri gerekir. Candidaya karşı Lauricidin (monolaurin) ve Biocidin (Bio Botanical Research) kekik yağı, sarımsak, berberin, Pau D'Arco gibi  diğer bitkisel tedavilerle birleştirilerek , katı şekersiz mayasız bir diyetle  antifungal ilaçla (Diflucan gibi) veya antifungal ilaç olmadan etkili olabilir.


Lyme hastalığı için antibiyotik aldığınızda, biz acidophilus içeren probiyotikler  (200 milyarın üzerinde koloni oluşturan ünite / CFU'lar içermeli) ve Clostridium difficile ishal vakalarını azaltmak için etkinliği kanıtlanmış yararlı bir maya olan Saccharomyces boulardii yi almanızı tavsiye ederiz . Klinik Gastroenteroloji Dergisi'nde 2011 yılında yayınlanan bir meta-analize göre, üç tip probiyotik (Lactobacillus rhamnosus GG, probiyotik karışımlar ve Saccharomyces boulardii), antibiyotik ilişkili ishalin insidansını önemli ölçüde azalttığı gösterilmiştir, fakat sadece S. boulardii, Clostridium difficile diyarenin önlenmesinde etkilidir.



Bazı hastalar, probiyotik kullanmasına rağmen C. difficile ishali geliştireceklerdir, ancak , Flagyl, oral Vancocin veya Dificid gibi bir antibiyotik tedavisi ile tedavi edilmeleri gerekecektir. Dirençli vakalarda, fekal transplantasyon, alt bağırsağı kolonize ettiği ve bağışıklığı arttırdığı, inflamasyonu azalttığı (anti-inflamatuar sitokin IL-10 üretiminin arttırır) ve fonksiyonel bağırsak bozukluklarına yardımcı olduğu bilinen (örn., HN-019, BI-04 ve Bi-07 suşları) Bifidobacterium suşları (TruBifido'da bulunur, Master Takviyeler) dahil 500 milyardan fazla yararlı bakteriyi kullanarak probiyotik lavmanları denenmelidir. Küçük bir grup hasta faydalı etkiler bildirmiştir. Bu yaklaşımın etkinliğini değerlendirmek için plasebo kontrollü, randomize bir çalışma yapılmalıdır.



Probiyotikler bağırsak mikroflorasını dengeledikleri için özellikle sağlığa yararlı olmalarına izin veren çok sayıda etki mekanizmasına sahiptir. Bağırsak geçirgenliğinin azaltılmasına, geçirgen bağırsağın ve çoklu besin alerjilerinin önlenmesine yardımcı olurlar. Aynı zamanda bağışık sistemimiz üzerinde de olumlu bir etkiye sahiptirler; şöyle ki enflamatuar sitokin üretimini azaltır ve GI sisteminde bulunan bağışıklık sistemine yardımcı olurlar. Bu, enfeksiyöz diyarenin nedenlerini düşündüğümüzde özellikle önemlidir. Bakteriyel ve viral enfeksiyonlar ve bazı parazitler inflamasyona sebep olur ve mikroflorayı bozabilirler. Yaygın paraziter enfeksiyonlar arasında giardiyazis, amebiasis,  cryptosporidium, kancalı kurt, kıl kurdu, yuvarlak kurt (filariasis dahil) ve strongyloides bulunur. MSIDS'in dirençli semptomları olan bazı hastaların bağırsak parazitleri tespit ve tedavi edildiğinde iyileştiğini gördük. Bu enfeksiyonlar farklı şekilde tedavi edilir ve maalesef parazitlerin testi de Lyme hastalığı ve ilişkili ko-enfeksiyonlarda olduğu gibi çok da güvenilir değildir. Bu nedenle, standart GI testlerinin sınırlamalarını anlayabilmemiz ve gastrointestinal sağlığın parametrelerini belirlemek için diğer yöntemleri incelememiz önemlidir.

COMPREHENSIVE DIGESTIVE STOOL ANALİZİ (CDSA) (KAPSAMLI SİNDİRİM DIŞKI ANALİZİ) KULLANARAK GI SAĞLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ


Gastrointestinal sağlığınızı değerlendirmek için çeşitli yöntemler vardır. En yaygın testler Comprehensive Digestive Stool Analizi (CDSA) (Kapsamlı Sindirim Dışkı Analizi) olup bu testler bağırsak mikrobiyomunuzu ve bağırsak sağlığını belirleyen parametreleri  (Genova Diagnostics, Doktor'un Verileri veya Diagnos-Techs gibi fonksiyonel tıp laboratuvarları ve µBiome ve Amerikan gibi şirketleri aracılığıyla)  ölçerek değerlendirir.


Ne yazık ki, mikrobiomun ticari testinin mükemmelleştirilmesi, Firmicutes / Bacteroides oranlarına bakmak, farklı laboratuvarların farklı test protokolleri kullanması nedeniyle, çalışmalar arasında tekrarlanabilirlik olmaması nedeniyle, hala erken aşamalarındadır. Bu nedenle, Genova'nın gastrointestinal fonksiyon profili en sık kullandığımız şeydir. Bağırsak sağlığının belirleyicilerinin birçoğunu değerlendirir ve CDSA genel olarak tıp fakültesinde hekimlere öğretilmemiş olsa da, rutin testlerle açıklanamayan gastrointestinal rahatsızlıkları olan hastalar için GI çalışmasının genişletilmesinde çok değerli olduğunu buldum. Şunlar için testleri içerir:

  • Bakteriler: CDSA 2.0, bağırsaktaki baskın bakterileri tanımlar. Bu test ayrıca, sindiriminizi, besleyicilerin emilimini, pH ve bağışıklık durumunu etkileyebilen H. pylori, Shigella, E. coli, Campylobacter spp. ve Clostridium difficile gibi patojenik bakterilerin varlığını da değerlendirir.
  • Maya: CDSA üzerinde mayanın anormal derecede yüksek bir miktarda büyümesi, antifungal ajanlarla tedavi gerektiren olası kandidiyazlara işaret edebilir.
  • Parazitler: Parazitler Lyme-MSIDS belirtilerini artırabilir. Hastalarımızın çoğunluğu, diğer paraziter enfeksiyonların ortaya çıkmasına izin veren bağışıklık sistemini baskılayan Babesia ile birlikte enfekte olmaktadır. Parazitler, aynı zamanda, gaz ve şişkinlik gibi mayanın aşırı büyümesine benzer GI semptomlarına neden olarak klinik tabloyu karıştırmaktadır. Standart parazit testini yapmak zor olabilir ve yerel laboratuvar değerlendirmeleri negatif olduğunda, uzman laboratuarlardan CDSA testi ile ilgili gizli parazitlerin varlığını buluruz.
  • Enflamasyon: CDSA kolonda iltihap belirtileri arar, bunun için enflamasyon ve / veya enfeksiyonda yüksek seviyelerde bulunan FDA onaylı bir biyomarker olan Eosinophil Protein X, laktoferrin ve Calprotectin dahil olmak üzere özel proteinlerin düzeylerini kontrol eder. Bu Crohn hastalığı ve ülseratif kolit gibi iltihaplı bağırsak bozukluklarında ortaya çıkar, ancak irritabl bağırsak sendromunda (ikisini ayırt etmeye yardımcı) yoktur.
  • Beta-glukuronidaz: Normal seviyeler dengeli mikrobiyal aktivite ile ilişkilidir. Yüksek seviyeler, meme, prostat ve kolorektal kanser riskini artırabilen, bağırsaklar ve karaciğer arasında dolaşan ilaçlar, toksinler ve hormonları gösterir.

  • Lithocholic: Deoxycholic Acit Oranı (LCA: DCA): anormal seviyeler SIBO, safra kesesi ve önemli bir karaciğer enzimi olan glutatyon-S-transferazın inhibisyonunu ve yine meme ve kolorektal kanser riskini artırır.
  • Bağırsak pH'sı: CDSA, pH düşürücü organik asitler ve bazı bakterilerden pH yükselterek amonyak seviyeleri ile ilişkili intestinal pH değerini değerlendirir.
  • Sindirim ve Emilimin Temel Belirteçleri: CDSA pankreatik enzim salgısını değerlendirir ki bu da düşükse malabsorbsiyonun bir belirtisi olabilir. Ayrıca kısa zincirli yağ asitleri (SCFA'lar) ve uzun zincirli yağ asitleri (LCFA'lar) düzeylerini de değerlendirir. Kısa zincirli yağ asitleri, diyetlerimizdeki gıdaların fermantasyonuyla (diyetsel polisakkaritler ve lif) üretilir ve onların ürünlerinden biri olan N-bütiratın kolit ve kolorektal kanser riskini azalttığı gösterilmiştir. Antibiyotikler, yetersiz lif alımının ve yavaş geçiş süresinin yaptığı  gibi N-bütirat seviyelerini düşürür. Düşük N-bütirat seviyeleri, kolonda sağlıklı bir dengeyi yeniden kurmak için lif, prebiyotikler ve probiyotiklerin artırılmasına duyulan ihtiyacı göstermektedir.


Mikrobiyomun sindirim, kilo kontrolü, glikoz metabolizması, kalp hastalığı, nörolojik bozukluklar, inflamasyon, bağışıklık ve otoimmün süreçlerde önemli bir rol oynadığı gösterildiğinden, aynı zamanda vücudun epigenetiklerini de etkilediğinden, sağlığımızı iyi bir şekilde sürdürmek istiyorsak biz de mikrobiyomumuza dikkat etmeliyiz.


Standart antibiyotik protokollerine yeterince cevap vermeyen, Lyme-MSIDS'in dirençli semptomları olan birçok hasta, aslında, CDSA üzerinde birden fazla anormallik için pozitif teste sahiptir.  Bu bilgileri kullanarak ve inflamasyon ve detoksifikasyon seviyelerini düzeltirken, maya aşırı büyümesinin, dysbiosisin, enzim eksikliklerinin ve paraziter enfeksiyonların tedavisi, bir sonraki sağlık seviyesine ulaşmada bir dönüm noktası olabilir.



Bu gönderiyi sonuna kadar okuyan herkesin gerçekten iyileşmek istediğine inanıyorum. Dilerim faydalı olmuştur. İyileşmeye olan inancımızı kaybetmeyelim. Biz görünür olandan daha fazlasını görmesek de unutmayalım ki derimizin altında sürekli bir hareketlilik söz konusu: Akıyoruz, pompalıyoruz, çarpıyoruz, eziyoruz, patlıyoruz, onarıyoruz, yıkıyoruz ve yeniden oluşturuyoruz. Sağlıklı ve sevgi dolu günler dilerim💜  

Kaynaklar: How Can I Get Better; Richard Horowitz; youtube video

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.