Sağlığını Korumayı Öğren: GAPS DİYETİ - DR. NATASHA CAMPBELL

10 Ağustos 2018 Cuma

GAPS DİYETİ - DR. NATASHA CAMPBELL


Nöroloji ve beslenme doktoru Dr. Natasha Campbell - McBride, otizm tanısı konulan oğlunu iyileştirmek için yaptığı araştırmalar sırasında bağırsaklar ile beyin arasında ilişki olduğunu 20 yıl önce keşfetmiştir.Nöroloji dr u olarak beyinle sindirim sistemi ve beslenme arasında ilişki olduğunu fark edip bu konuda araştırmalar yaptığı dönemde oğluna otizm teşhisi konulmuştur. Otizm teşhisi konmuş olan çocuğunu geliştirdiği GAPS Tedavi Protokolü ile iyileştirmiştir. 

GAPS tedavisindeki temel amaç bağırsakları doğru sindirim yapabilir hale getirerek, bağırsaktan beyne toksin akışını durdurmak, vücudun bağışıklık sistemini işler hale getirmektir. 

GAPS (Gut and Psychology Syndrome); bağırsağın yeniden yapılandırılmasını hedefleyen bilimsel verilere dayanan bir beslenme protokolüdür. Bağırsakların yeniden yapılanmasıyla birlikte, toksin akışı dururken, tedavinin bir başka ayağı olan detoksifikasyon ile de bedende ve beyinde biriken mevcut toksinler atılarak, geçmişe dönük bir temizlik de yapılmış olur.Yaşam tarzı değişiklikleriyle de, dış çevreden gelecek olan toksin akışı durdurulur ve vücut kendini iyileştirmeye başlar. Bağırsaklar sağlığın temelidir. Bağırsakların iç yüzünü çimli bir toprak gibi örten bakteri tabakası, tıpkı bir ağacın kökleri gibi vücudu besler ve bütün hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirir, kana toksin geçişini engeller .

İşte özetle GAPS Tedavi protokolünün amacı bağırsak florasının dengeli bir şekilde yeniden oluşmasını sağlamak, bağırsak duvarındaki hasarı ve sızıntılı yapıyı iyileştirmek ve sağlam bir bağırsak astarı oluşturmaktır.




Her hastalıkta ve tabi ki lyme hastalığında doğru beslenmenin önemi artık kabul edilmeli ve tedavide ilk alınacak aksiyon olmalı.  Bağırsak sağlığını yeniden tesis etmek için etkinliği kanıtlanmış GAPS diyeti gerçekten de iyi bir başlangıç olacaktır. Buraya daha önce eklediğim Dr.Natasha Campbell McBride ın, 2014 İstanbul GAPS konferansının videosu maalesef youtube dan kaldırılmış. Ücretli satılıyor; sanırım bu yüzden. Ancak daha güncel olan 2016 yılında Almanya'daki konferansı youtubedan erişime açık. Türkiyedeki konferansla da içerik olarak birebir aynı. O nedenle "21st International New Scientific Outlook World Congress 2016" konferansından 3 bölüm halindeki videoyu yaptığım çeviriyle birlikte paylaşıyorum.  Bu kadar değerli konferansı ıskalamayın ve diyeti mutlaka internette detaylı bir şekilde araştırın.Bu gönderide 1. bölümü inceledikten sonra 2. bölüm ve 3.bölümü de incelemeyi unutmayın.

Sevgiler.



BÖLÜM 1:


Bu videoların izlenme oranlarını görünce üzüldüm açıkçası. Hiç işe yaramaz videolar milyonlarca kere izlenirken bu kadar değerli videolar nasıl olur da ıskalanır. Yoldan çevirip rastgele insanlara sorsak bağırsaklarında yaşayan mikrocanlılardan haberi yok. Bu videoyları özellikle otoimmün hastalığı olanlar, hamilelikten korunmak için doğum kontrol hapları kullananlar, bir türlü sağlıklı beslenmeye geçiş yapamayanlar, kabızlık ya da ishal sıkıntıları ile boğuşanlar, düşük yapanlar, hamileler, diş tedavisi olanlar veya olacak olanlar, demans ile mücadele edenler, psikolojik rahatsızlıklarla uğraşanlar, otizmli çocuğu olanlar, IBS ile fibromiyalji ile yaşayanlar  çok ama çok dikkatle izlesinler/okusunlar.. İyileşme yolunda fayda sağlayabilecek değerli bilgiler içeriyor.




Bağırsak ve Psikoloji Sendromu, Sağlıklı Bağırsak 

Sağlıklı İnsan

Dr. Natasha Campbell - McBride 21. Uluslararası “Yeni Bilimsel Bakış” Dünya Kongresi 2016, Almanya
Herkese günaydın. Tanıtımınız için teşekkür ederim. Ama keşke anlayabilmiş olsaydım (Almanca). Herkes beni iyi duyabiliyor mu? Güzel, o halde elektronik işleriyle uğraşan delikanlı mutlu olabilir. Burada olduğum için çok mutluyum. Beni bu organizasyona davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Daha önce bu organizasyonu duymamıştım fakat yapmaya çalıştığı şeyi sevdim. Kesinlikle harika.

Sunuma başlamadan önce size şunu söyleyeceğim: Şu son üç yılda benim ailem bir çiftçi oldu. Bir çiftlik satın aldık. 100 yıldan fazla bir süredir endüstriyel olarak tarım yapılan ve bu sebeple endüstriyel olarak zarar görmüş bir toprak parçası (arsa)  satın aldık. Şimdi ise onu eski sağlığına geri kavuşturuyoruz. Oraya taşındığımızda çiftliğimizdeki  üst toprak birkaç cm kalınlıktaydı . Ağaç dikmeye çalıştık fakat toprağı kazmak, delikler kazmak epey zor oldu. Çok fazla hayvanımız var, çok kuşumuz var. Biliyorsunuz toprağı oluşturmak ve eski haline getirmek için hayvanlara ihtiyacımız var. Hayvanlarımız bu üç yıl boyunca sıkı çalıştı ve üst topraklarımız daha  çok kalınlaştı. Ve artık orada solucanlar var. Orada canlılar, yaşıyorlar ve toprağı kazması, bir şeyler dikmek çok daha kolay. Benim gibi şehir insanı olan pek çok kişi tanıyorum. Biz çiftçi değiliz. Şehirde büyüdük. Kim bir köye gidip insanlar tarafından zarar verilmiş bir toprağı satın almak ve onu iyileştirmek ister ki? Gezegenimizin sağlığını geri getirmek için hepimiz bunu yapmalıyız.. Yani, bu küçük dönüşüm için teşekkür ederim. Ve şimdi sunumumuza başlayacağım.

GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu anlamına gelir. Aynı zamanda  Bağırsak ve Fizyoloji Sendromu anlamına da gelir. Her ikisi de aslında ,Neyse ki İngilizce’de her ikisinin kısaltması da aynı – GAPS. Peki bu ne demek? Hipokrat binlerce yıl önce tüm hastalıkların bağırsakta başladığına dair bir açıklama yaptı. Ve bizler bugün modern çalışma araçlarımızla bu söylemin ne kadar doğru olduğunu anladık. Gerçekten her hastalık ister zihinsel ister fiziksel olsun insanın sindirim sisteminde başlar. 

GAPS, yani Bağırsak ve Psikoloji Sendromu ve de  Bağırsak ve Fizyoloji Sendromu , bağırsak ile vücudun geri kalanının sağlığı arasında ilişki kurar. Bir nedenden dolayı konuşmama çiftlik ve üst topraktan bahsederek başladım. Çünkü keşfettiklerimizden öğrendiğimiz şu ki bizim sindirim sistemimiz kendine ait bir toprağa sahiptir. Bir yetişkinin bağırsağını alıp düz bir zemine koyarsanız bir tenis kortunu kaplayacaktır. Bazı araştırmalar futbol sahası büyüklüğünde olduğunu bile söyler. Ancak çoğunluk bunun tenis kortu büyüklüğünde olduğu konusunda hem fikir. İşte bu tenis kortunun her mm karesi kalın bir bakteri, virüs, mantar, protozoa, solucanlar, arkeler ve hala daha araştırılmamış pek çok canlıdan oluşan tabaka ile kaplıdır. Bu yaratıklar kendi biyofilmlerini yaratırlar. Yediğiniz yiyecekleri tutarlar, kendileri için iyi yaşamsal maddelere dönüştürürler ve kendileri için küçük evler inşa ederler. Buna biyofilm denir. Biyofilm mikroplarla dolu, kalın, yapışkan bir maddedir. İşte bu bizim bağırsak floramızdır. Toprağın bitkilerle kaplanması gerekir. Eğer toprak çıplak işlenirse, kazarsak veya sürersek toprak ölür. Toprağı her sürdüğümüzde onu öldürürüz. Sağlıklı toprak bir germ tabakası yani bir çim tabakası ile kaplıdır. Otlar, kökler ve orada yaşayan, içinde yaşayan mikrobiyolojik yaşam ile hayat bulur. İşte bu durumun aynısı içinizdeki tenis kortunda da oluyor. Kendi çimleri ile kaplanmış durumda. Bu bizim bağırsak floramız. Son araştırmalar vücudunuzdaki tüm hücrelerin %90 ınının bağırsak floranız olduğunu keşfetti. Yani vücudunuz aslında sadece %10 luk kısımdır. Bu bir kabuk. İçinizde yaşayan bu mikrop labirentine ait bir yaşam alanı. Bizler onları görmezden geliyoruz. Bizim için yerine getirdikleri işlevlerin sayısı çok geniş kapsamlı ve o kadar önemli ki eğer bir gün insan sindirim sistemini sterilize edersek hayatta kalamayız. Burada iyi araştırılmış olan ve hakkında bir şeyler bildiğimiz bağırsak floramızın rolleri hakkında konuşacağız.

Bağırsak florası tenis kortunu dışarıdan gelebilecek her türlü istilaya karşı her yerden koruyorlar. Mikrop olsun, solucan olsun, toksin veya kimyasal olsun fark etmez. Bu şeylerin kalesine yani vücuduna girmesine izin vermiyorlar. Seni koruyorlar. Kimyasal ise, kansere sebep olan bir kimyasal ise , zehirli bir metal ise veya başka bir şeyse bu mikroplar bu kimyasalları nötrleştirme yeteneğine sahiptir. Aslında onlar, yani mikroplar, gezegende bilinen en iyi nötrleştirici ve toksinden arındırıcı (detoksifier) maddelerdir. Onu etkisiz hale getiremezlerse, onu ele geçirirler ve dışkı sisteminizden çıkartırlar. Çünkü dışkılarımızın çoğu bakteridir. Toksik maddeleri tutuyorlar. Buna şelasyon deniyor. Yunancada yengeç pençesi anlamına gelir. Bir yengeç gibi cıva tutacaklar, kurşun tutacaklar, alüminyum tutacaklar, formaldehit tutacaklar ve sayısız başka toksik maddeleri tutacaklar. Ve tutup onları sisteminizden dışarı atacaksınız. İki fare grubunun olduğu bir çalışmam var. Bu iki gruba yiyecek ve içecekleri ile birlikte organik cıva verildi. Bir grup farenin sağlıklı bağırsak florası vardı, diğer fareler grubuna ise deney öncesinde bağırsak florasına zarar vermek için birkaç hafta boyunca geniş bir spektrumu olan  antibiyotikler verildi. Bilim insanlarının bu çalışmada bulduğu şey: tahrip olmuş bağırsak florasına sahip farelerde bu cıvanın %90 ınından fazlası sistemin içine emildi. Fakat sağlıklı bağırsak florasına sahip farelerde %1 ila 3 oranında cıva sisteme emildi. Gerisini farenin vücudu dışkıda bıraktı. Bu bizim bağırsak floramızın bizi toksinlerden nasıl koruduğunun bir göstergesidir

Yani bağırsak sağlığı ve bütünlüğü; bu mikroplar bizim ev sahibimizdir. Sindirim sistemimize bakıyorlar, herhangi bir toksik maddenin vücuda girmesine izin vermiyorlar, uygun şekilde  sindirim yapılmasında ve yiyeceklerin emiliminde büyük rol alıyorlar. Aslında düzgün işleyen bağırsak florası olmadan yiyeceği sindiremeyiz veya yiyemeyiz. Çok genç yaşlardan itibaren düzenli olarak bizlere antibiyotiklerin reçete edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Üstüne üstlük ağzımıza koyduğumuz en endüstriyel yiyecekler de antibiyotiklerle dolu. Endüstriyel olarak üretilen etler, endüstriyel olarak üretilmiş balıklar, yumurtalar, süt, sebzeler, meyveler, tahıllar ve baklagiller her şey antibiyotik özelliklere sahip maddelerle üretilir. Çoğu pestisit antibiyotiktir. Her zaman organik olmayan yiyecekler yiyoruz. Antibiyotik alıyoruz. Antibiyotik ne yapar? Sindirim sistemimiz içindeki uyumu yok eder. Her zaman uyumdan bahsediyoruz. Doğa ahenkle çalışıyor, doğa bir senfonidir, en güzel senfonidir. Her şeyin kendi melodisini söylediği yerdir ve hepsi uyumludur. Sağlıklı bağırsak florasının içinde sayısız mikrop vardır. Bunların hepsi birbirini dikiyor, ekiyor biçiyor hasat ediyor birbirlerini yiyor kontrol ediyor birbirini geliştiriyor. Hepsi birbirini kontrol altında tutuyor yani onlardan biri diğerinden fazla büyüyemez. Büyürse kontrolden çıkar ve hasara neden olmaya başlar. Antibiyotik kullanıyoruz peki vücudumuza ne yapıyoruz? Bu uyumun büyük bir bölümünü öldürüyoruz. Peki, orada ne kaldı, aniden artık kontrol edilemez hale geldi. Çok çeşitli şeyler büyür ve artık kendi içinde uyumsuz hale gelir. Sonuç olarak artık yemeğimiz çok farklı şekilde sindirilir. Sindirim sistemimiz artık antibiyotik kullanımından önceki gibi değildir. Sabahları yediğin tost, kahvaltıdaki kruvasan, mısır gevreğiniz veya herhangi sindirebildiğin bir şey birdenbire sindiremediğin hale dönüşür. Size gaz yapar, acı verir, ishal yapar, reflü yapar. Çünkü bağırsak florası artık çok farklı hale gelmiştir ve bu sebeple artık bu yiyecekleri çok zehirli ve toksik maddelere parçalar ve dönüştürür. Aynı zamanda bütünlüğe zarar verirler. Bağırsak duvarını  gözenekli ve sızdıran hale çevirir. Böylece bu zehirler kan dolaşımına karışır, vücudun etrafına dağılır ve hangi organa girerse hastalığa neden olurlar. Pek çok sıkıntı yaratırlar. Yararlı bakteriler antibiyotikten sonra, bir antibiyotik küründen sonra iyileşme yeteneğine sahiptir. Ama onları iki hafta gibi kullanmak iyileşmek için iki ayınızı alır. Bu patojenik bakterilerin büyüyüp serpilmesi için bir fırsattır. Bir antibiyotik kullanımından sonra aşırı büyüyen tipteki mikroplar Candida gibi  mantar türleri ve Clostridia gibi patojen türleridir. Bu türlerin her ikisi de vücutta çok çok fazla sıkıntıya sebep olur. Yani bir antibiyotik küründen sonraki antibiyotik kürüne ve daha sonraki antibiyotik kürüne sindirim sisteminizdeki uyumlu ortam gittikçe azalır ve çeşitli türler büyümeye başladığında daha fazla bozukluklar görülür. Bağırsak florasını normal işlevinden bahsetmeye geri dönersek; vitamin üretimi bağırsak florasının önemli bir işlevidir. Hepiniz B vitaminlerine ihtiyacınız olduğunu biliyorsunuz, değil mi? B1, B2, B3, B5, B6, B12, biyotin. Bu vitaminler için ana kaynak ve en önemli kaynak ve sıklıkla tek kaynak bizim bağırsak floramızdır. K2 vitamini yağda çözünen bir vitamindir ve bunda da durum aynıdır. Diğer birçok besin ve maddede de. Neden çünkü, bu tür maddeler yiyeceklerde çok fazla bulunmuyor bulunsa bile biz bu yiyecekleri sindiremeyiz. Onlar bizim için çok önemli ögeler olduğu için tabiat ana bize sindirim sistemimizin içinde, bu maddeleri sürekli üreten ve sürekli olarak onları kan dolaşımımıza ve lenfimize bırakan yerleşik kendi küçük fabrikamızı verdi. Vücutla bağırsak florası arasında çok ilginç bir iletişim var. Vücut bağırsak florasına şu an çok fazla B12 vitaminine ihtiyacım var diye söylerse bağırsak florası o anda bu miktardaki B12 yi serbest bırakacaktır. Bunu herhangi bir supplementle, yiyecekle, ya da başka bir şeyle tekrarlayamayız. İnsanlar bağırsak florasını genellikle antibiyotiklerle yok ettiğinde onlara ne olur? Her şeyden önce anemi geliştirirler. Solgun olurlar, enerjileri düşer, strese ve baskıya dirençleri düşer. Bu anemidir. Sağlıklı kan için her B vitaminine ihtiyacımız vardır. Sadece demir değil B12 ye ihtiyacımız var, B6 ya ihtiyacımız var, B1, B2, B5, Biotine ihtiyacımız var. Bu kişinin bağırsak florası yeniden inşa edilene kadar bu kişi anemik olmaya devam edecektir. Yapılması gereken bu. K2 çok ilginç bir vitamindir. Onsuz vücut diyetinden kalsiyum alamaz ve onu kemiklerine, dişlerine koyamaz. Bunun yerine kalsiyum arterlerinize, beyninize, karaciğerinize ya da böbreklerinize taş olarak ve diğer yumuşak dokularda yerleşir ve hastalığa neden olur. Böbrek taşı veya safra kesesi taşı olan her insan vücudunda yeterince K2 vitamini bulunmuyor; çünkü bağırsak florası zarar görmüştür.

Detoksifikasyondan bahsettik. Bağışıklık sistemimizin %85 i bağırsaklarda bulunur. Yani sindirim sisteminiz vücudunuzdaki en büyük ve en önemli bağışıklık organıdır. Neden böyle? Çünkü sizin  %90 ınız bağırsaklarınızın içinde; bağırsak florası. Bağışıklık sistemi ve bağırsak florası arasındaki iletişim ellerin kenetlenmesi gibi kenetlenmiş bir şekildedir. Onlar yakın ortaktır. Birbirleriyle konuşuyorlar. Bağırsak florası bağışıklık sisteminin harekete geçmesi için büyük bir veri kaynağıdır. Önemli kararlar vermek için bilgi akışını başlatayım mı, otoimmüniteyi başlatabilir miyim gibi. Ayrıca bağışıklık sistemi çok aç bir organdır. Beslenmeye ihtiyacı vardır. Her zaman yüksek kaliteli bir beslenmeye. Bağırsak florası  bağışıklık sistemi için bu yüksek kalitedeki beslenmeyi sağlar ve onu zehirlenmeden (intoksikasyondan) korur. Bağırsak florası zarar gören bir insana ne olur? Bu anormal bir durumdur. Bağışıklık sistemi yetersiz beslenir, intoksikasyonlar görülür, çünkü bağırsaktan kana akan toksisite nehri vardır ve de bu intoksikasyona neden olur. Artık veriler anormal, uyumsuz, sağlıksız  bağırsak florasından geleceği için yanlış enformasyon olur . Böylece bu kişinin vücudunun her tarafında kronik enflamasyon oluşur, otoimmünite her türlü başka sorunlara yol açar. Böylece kendi bağışıklık sisteminiz kendi vücudunuzda hastalığa neden olur. Bunlar bizim iyice araştırdığımız sadece birkaç fonksiyon. Bunlar haricinde bağırsak florasının daha bir çok başka işlevi vardır. Bilim bu konuda araştırmalara devam ediyor ve yakında daha fazla bilgi alacağımızdan eminim.

Bağırsak floramıza ne zarar verebilir? Antibiyotikler, steroidler, çeşitli ilaçlar, stres, kötü beslenme, biberonla beslenme, enfeksiyonlar, çevre kirliliği, radyasyon, alkol, toksik kimyasallar, dişlerde yaşanan sorunlar, yaşlanma.. Bunlardan en az birini yaşadıysanız/kullandıysanız elinizi kaldırabilir misiniz? Özellikle batı dünyasında biz insanoğlu kendimize yaşama karşı bir dünya yarattık. Bu dünya insan yaşamına elverişli değil. Bunların herhangi birisi bağırsak florasına zarar verebilir. Hem de çok etkili bir şekilde. Doğum kontrol hapı bağırsak florası üzerinde yıkıcı bir etkiye sahiptir. Ve bayanlar anne olmaya hazır olmadan önce onları birkaç yıllığına alır. Bu neden önemlidir? Çünkü bebek doğum kanalından geçtiğinde bağırsak florasını annesinden alır. Doğum anında bebek annenin vajinasında yaşayan bakterileri yutar. Vajina florası nereden geliyor. Kadının bağırsaklarından. Yani kadının anormal bağırsak florası varsa, doğum kanalında anormal florası olacak. Ve bebeğin hayatının ilk anından itibaren onun bebeğine verdiği şey bu anormal bağırsak florası olacaktır. Babaların kendi bağırsak florası vardır, kasıklarını ve o bölgedeki tüm organları doldurur ve bu florayı düzenli olarak anne ile paylaşır. Kliniğimde binlerce otistik çocuk ile çalıştım. Annelerin neredeyse %100 ünde anormal bağırsak florası vardı. Doğum anında çocuklarına geçirdikleri şey budur. Bu problemi var gibi görünmeyen bir avuç anne vardı. Her durumda babanın ciddi anormal bağırsak florası vardı. Demek ki bu floranın çocuğa geçtiği yer burası. Diğer tüm ilaçlar özellikle kronik bir nedenle reçete edilerek kullanılanlar bağırsak florasına zarar verir. Enfeksiyonlar ve gerçekten de işlenmiş gıdalarla dolu beslenme düzenimiz,  Candidayı, Clostridiayı, Proteusu, Staphylococcusu, Streptococcusu, solucanları, sindirim sistemindeki parazitleri mükemmel besleyen modern diyetimiz, bağırsak florasındaki anormalliklerde çok önemli bir rol oynar. Biberonla beslenen bebeklerin bağırsak florası emzirilen bebeklerden  tamamen farklı gelişir. Bu bağırsak florası ilk ve en önemli olarak onlarda alerjilere yol açar. Ve daha birçok başka probleme sebep olur. Yaşlılık, çevre kirliliği, radyasyon, alkol, dişlerde yapılan çalışmalar her şeyi anlamamız bizim için çok önemli.Misal modern bir dişçi ağzınıza toksik, zehirli maddeleri sokuyor. Sonra bunları haftalar sonra yutuyoruz. Bu nedenle insanlık için bunların farkında olan  ve daha az toksik olmaya çalışan bütünsel (holistik) diş hekimliği geliştirmek çok önemlidir. Bizim de bağırsak floramızı birkaç hafta öncesinden iyi kalite bir probiyotik alarak ve doğru beslenerek  diş hekimi ziyaretine gitmeden hazırlamamız gerekir. Daha sonra doğru beslenme hakkında konuşacağım. Dişçiyi ziyaret ettikten birkaç hafta sonra doğru beslenme ile  probiyotik kullanmaya devam etmek suretiyle bağırsak florasını dişlerinizde yapılacak çalışmaların vereceği hasardan koruyabilirsiniz.

Klinikte bağırsak florasında gördüğümüz tipik senaryo nedir? Annenin anormal bağırsak florası vardır. O anormal bağırsak florasını doğum anında çocuğa geçirir. Böylece bebek çok zayıf bir başlangıç noktasından hayata adım atmış olur. Bunun haricinde çok önemli başka bir faktör daha vardır ve aslında bu faktör de bağırsak florasında önemli bir rol oynuyor. Bu önemli faktör bebeğin doğduğu genel toksik yüktür. O nedir? Kulağa acımasız ve haksız gelecek ancak tabiat ananın bir kadının vücudunu hamileliği kullanarak vücudunu toksinlerden temizlemesini sağlayacak şekilde tasarlamıştır yani vücut toksinleri temizlemek için fetüs içine yani bebeğe toksin dökecektir. Bu hayvan araştırmalarıyla kanıtlanmıştır. Yani, bir kadının dişlerinde amalgam dolgular varsa ondan çıkan cıva bir numaralı olarak bebeği hedefleyecektir. Bebek bu cıvanın çoğunu alacaktır. Bir kadın hamilelik sırasında bebeğin odasını boyadıysa veya kendini başka kimyasallara maruz bıraktıysa mesela kuaföre giderek, makyaj yaparak, kremler, losyonlar, şampuanlar gibi geleneksel kişisel bakım ürünlerini kullanarak bu toksinler bebeğe gidecektir.. Cildimiz bir engel değildir. O bir süngerdir. Saniyeler içinde her şeyi emer. Saçını her şampuanla yıkadığında kanın son derece toksik kimyasallarla dolar, kansere neden olan kimyasallarla. Hamile bir kadında bu kimyasalların %90 ını cenin içine emecek. Bugünlerde modern dünyamızda kadınlar geç ve daha geç çocuk sahibi oluyorlar. Günümüzde kadınların ilk çocuğuna sahip olma yaşı otuzlu yaşlar. Bu yüzden toksik  kimyasal biriktirmek için 30 yılı vardı. Doğum kontrol hapından, abur cuburdan, aldığı tüm ilaçlardan, kullandığı tüm kişisel bakım ürünlerinden, bütün makyaj ürünlerinden, tüm saç boyalarından ve çevrenizdeki her türlü diğer şeylerden, elektromanyetik kirlilikten, binalarınız ve dışarıdaki kirlilikten toksin biriktiriyor. Kadın büyüdükçe vücudunda daha fazla toksin birikecektir. Hamile kaldığında vücudu “harika, toksinleri temizleyeceğim” der. Ve bütün partiyi fetüs içine atar. Modern dünyada büyüyen bir düşük yüzdesi var. Çünkü kadının cenini öldürmeye sebep olacak kadar fazla toksini varsa bir düşük olacaktır; bu kadar fazla değilse bebek ölü doğacaktır. Düşük yapmak elbette mutlu bir olay değil ama aslında düşünüldüğünde daha iyi. Çünkü bu düşük ile kadının vücudunu temizlenmiş olur. Bir sonraki hamilelik için vücudu daha temiz ve yaşayabilir bir bebek üretebilir. 

Ne kadar toksik yükü olduğuna bağlı olarak bebek daha güçlü veya daha zayıf yapıda doğar. Büyüyen bir yüzde ile batı dünyasındaki çocukların büyük bir toksik yük ile doğduğu görülüyor. Ve beraberinde doğdukları daha ilk günden annelerinin anormal bağırsak florasını alırlar. Bu yüzden tip 1 diyabet,  öğrenme güçlüğü, alerjiler ve çocuklarımızda her türlü diğer hastalıklar mevcut. Tıp doktoru olarak çalışmaya başladığımda tip1 diyabet tanısı alan en genç insan 18 yaşında idi. Şimdi bir grup hastam var henüz birkaç haftalık. Tip 1 diyabet hastası olan bebekler. Hastalık gençlere iniyor ve daha yaygın hale geliyor. Böylece anneden bebek anormal bağırsak florasını kazanır. 

Bebekler olgunlaşmamış bir bağışıklık sistemi ile doğarlar. Eğitime ihtiyacı olan bir bağışıklık sistemi. Yaşamın ilk birkaç gününde normal bağırsak florasının kurulması bağışıklık sistemi için önemli bir derstir. Büyük bir eğitim deneyimi. Bir çocuk anneden anormal bir bağırsak florası aldıysa çocuğun bağışıklık sistemi zayıf kalır. Yanlış biçimlendirilmiş bir bağışıklık sistemi oluşur. Böylece çocuk enfeksiyon kapar. Mukus üretimi immün bir fonksiyondur. Böylece çocuk burunda, boğazda , burun arkasındaki tüplerde orta kulakta daha fazla mukus üretmeye başlar. Böylece çocukta kulak ve göğüs enfeksiyonları başlar. Hasta çocuklar arasında kulak enfeksiyonları en sık görülen enfeksiyonlardır. Ve tabi ki antibiyotikler reçete edilir. Bu çocuk annesinden nasıl bir bağırsak florası almış olursa olsun o da ardışık antibiyotik kürleri ile zarar görür. Bundan daha öte antibiyotiklerin bağışıklık sistemi üzerinde doğrudan zarar verici etkisi var. Yani bağışıklık sistemi her antibiyotik kürü ile anormal bağırsak florasından ve antibiyotiğin kendisinden çift saldırıya maruz kalır. Bilim adamları mikroskop altında antibiyotiklerin makrofajları, lenfositleri ve diğer immün hücreleri nasıl öldürdüğünü gözlemledi. Doğrudan onları öldürürler. Bağırsak florasına daha fazla zarar verir ve bunu çocuğun bağışıklık sistemi izler. Bu genellikle yaşamın ilk birkaç yılında olur. Sonra tabi ki aşılar. Bu kavşağa katılır. Aşılar iyi insanlar tarafından icat edildi. Gerçekten insanlık için iyi şeyler yapmak isteyen insanlar tarafından. Ama korkarım ki bu motivasyon gitti. Tamamen. Aşılar multi – milyar bir iş haline dönüştü. Ve aşıdaki şeyler çok zehirli. Cıva ile ilgilendik mücadele ettik, neyse ki aşılardan gelen merocel, cıvayı çıkardılar ama hala alüminyum var. Küçük bir bebeğin aldığı alüminyum dozu daha hayatının ilk yılında bir fil dozunda. Alüminyum demensa yani Alzheimer hastalığına sebep olur. Çünkü alüminyum yağda çözünen bir toksindir. Vücuttaki yüksek yağ dokularına emilir. Bu yüzden beyni hedef alır. Sinir sistemini hedef alır. Tiroid bezini hedef alır. Pankreası hedefler. Hücrelerimizin yapıldığı kemik iliğini hedefler. Çocuklarımız arasında bir lösemi salgını var. Lösemi yaşı gittikçe daha gençleşiyor. Artık lösemili bebeklerimiz var. Çocuğun kemik iliği alüminyumla doludur. Cıva ile doludur, kurşun ile doludur, çoğu aşılardan gelen diğer toksinlerle doludur. Bu yüzden lösemi salgını var. Ve yapılan son araştırma inanılmaz gerçeği gösterdi. Yaşamın ilk iki yılında bu aşıların çocuklarda bağışıklık oluşturmada etkisi yoktur. Çünkü bağışıklık sistemi henüz onlara doğru yoldan cevap vermek için yeterince olgun değildir. İlk iki yılda çocuklar bağışıklık geliştirmez. Yaşamının ilk iki yılında çocuklarımızı aşılamamalıyız. Tüm bunlar hakkında daha fazla şey öğrendikçe daha fazla ikna oluyorum: Eğer şimdi çocuklarım olsa onları aşılatmazdım. 4 yaşına kadar bir çocuğa 52 aşı veriyoruz. Bu gerçekten gerekli mi? Bir de anlamamız gereken bu hastalıkların hepsi çocukluk çağı enfeksiyonları - kızamık, kabakulak, kızamıkçık, suçiçeği ve geri kalanı. Bunların hepsi tabiat ana tarafından bir neden için bize verilmiştir. Tabiat ana iyi bir sebep olmadan hiçbir şey yapmaz. Bu hastalıklar çocukların olgunlaşmamış bağışıklık sistemini doğru şekilde eğitmek için çocuğa verilir. Bu dünyada nasıl düzgün yaşaması gerektiği konusunda eğitmek için uygun dersler verir. Çocukken kızamık geçiren insanların asla otoimmün hastalık oluşturmadığı ve alerji geliştirmediği gerçektir.  Çünkü bu kişilerin bağışıklık sistemi düzgün bir şekilde eğitilmiştir. Bizim yönelimlerimizdeki belirleyici faktör, velveleci insanların kitleleri ölümüne korkutmasıdır “Ahh kızamık çocuğunuzu öldürebilir.” Eğer çocuğunuz kızamık veya diğer enfeksiyonlardan komplikasyon alırsa belirleyici faktör çocuğun beslenme durumudur. Çocuğun proteince ve A,D,E,K gibi yağda çözünen vitaminlerce eksiklikleri yoksa, çocuk iyi beslenirse kızamığı veya diğer enfeksiyonları yavaş yavaş atlatacaklar, ve bu işin sonunda daha sağlıklı, daha güçlü bireyler olarak çıkacaklar. Ve bağışıklık sistemleri düzgün bir şekilde eğitimini almış olacak.

Normal sütten kesme diyeti işlenmiş süte, ölü süte ve işlenmiş tahıllara dayanır. Her ikisinin de sindirimi çok zordur ve çocuğun bedenini gerçekten beslemeyen yapısı bozulmuş, kimyasal olarak değiştirilmiş besin maddeleri ile doludur. Çocuğun vücudunu kirletiyorlar ve bütün durumu daha da kötüleştiriyorlar. Çünkü bağırsaktaki patojenik mikropları beslerler. Bu durum çocukta bir veya iki yaşında oldukça ciddi bir bağırsak disbiosisi ile sonuçlanır. Bu zarar çocuğun bağırsak duvarının bütünlüğüne zarar verir; onu gözenekli ve sızdıran yapar. Yani o çocuğun sindirim sistemi bir beslenme kaynağı olmak yerine vücutta önemli bir toksisite kaynağı haline gelir. Bir toksinler nehri, canlı mikroplar ve sindirilmemiş yiyecekler vücuda girer; bedenin etrafına dağılırlar. Bağışıklık sistemi tüm duruma tepki gösterir ve tabii ki bu vücutta herhangi bir kronik hastalığın temelidir. Bu şeyler çocuğun beynine girdiğinde toksisite tıkanmaya ve beyin foksiyon bozukluğuna sebep olur. Ve başka hangi organlara girerse fiziksel hastalığa neden olurlar.

Bağırsak ve Psikoloji Sendromu ile başlayalım. Kitabım bu isim ile tercüme edildi. Çocuklarla başlayalım. Hekim  olarak çalışmaya başladığımda 10 binde 1 çocuğa otizm teşhisi koyuyorduk. Bugün 35-40 çocukta 1 ine otizm tanısı koyuyoruz. Bilim adamları zaten bu çizgiyi yansıtıyorlardı. 2020-2025 e kadar İngilizce konuşulan ülkelerde 2 çocuktan 1 inde otizm teşhisi koyacağız. Bebeklerimizin yarısı otistik olacak ve bu grafik orada durmayacak. Büyümeye devam edecek. Ta ki batı dünyasındaki tüm çocuklar otistik olana kadar. Bu bir felaket değilse nedir? Ve hükümetlerimiz kafalarını kuma gömerek bu gerçeği fark etmek istemiyorlar. Bu çocukların neredeyse %100 ü tamamen normal bir beyinle doğmuşlardır. Bunlar tamamen normal çocuklar. Fakat başlangıçta anneden anormal bağırsak florası edindiler. Bu çocuklar hamilelik sırasında annelerinden en başından beri ağır bir toksik yük kazandılar. Yani doğduklarında sindirim sistemlerinde toksin nehri üreten patojen popülasyonu artmıştır. Bu toksinler çocuğun beynine girer  ve onu toksisite ile tıkar. Bebekler nasıl öğrenir? Eminim ki önemli bir kısmınızın çocuğu var. Bebeklerinizi izlemişsinizdir. Onlar her şeyi dinlerler, her şeyi izlerler, her şeye dokunurlar, her şeyi ağızlarına götürürler. Onlar ne yapıyorlar? Dünyadan bilgi toplamak için duyularını kullanıyorlar. Duyuyorlar, görüyorlar, dokunarak hissediyorlar, tat alıyorlar, kokluyorlar ve bu organlar bu bilgileri işlenmesi için beyne yolluyorlar. Ve bebekler bu bilgiden öğreniyorlar. Bu anne, bu baba ve ben onlara güvenebilirim diyorlar. Bu bir oyuncak ve bununla oynayabilirim diyorlar. Onu atmamalıyım veya zarar vermemeliyim diyorlar. Bunlar diğer çocuklar. Onları örnek alabilirim. Bu yiyecek. Onu şu şekilde yerim gibi gibi. Fakat eğer çocuğun beyni toksinler ile tıkalı ise o bu duyusal bilgileri işleyemez. Bilgiler çocuğun beyninde gürültüye, pelteye dönüşür. Bu gürültüden çocuk yararlı bir şey çıkaramaz. Otistik çocuklar öğrenemez, bu anne bu baba öğrenemez. Anne baba etraftaki herhangi bir insandan farklı gelmez. Anne geride koşup ismini haykırırken o çocukların sokaktaki herhangi bir yabancının elini tutarak uzaklaştıkları bilinir. Oyuncaklarla ne yapacaklarını bilemezler. Yemekle ne yapacaklarını bilmezler, diğer çocuklarla ne yapacaklarını bilmezler. Çocuk ne kadar uzun süre o zehirli siste sıkışıp kalırsa, toksinler beyine daha fazla fiziksel hasar verirler. Hatırlayın bu çocuk sağlıklı ve çok güzel bir beyin ile doğmuştu. Fakat bu toksin bombardımanı sürdükçe beyin daha fazla hasara uğrayacaktır. Bağışıklık sistemi enflamasyona sebep olarak katılır ve beyindeki bu toksinlere otoimmün atak gelişir, bu da beyinde fiziksel hasara sebep olur. Bütün bunların üzerinde belli bir yaşa kadar çocuklar belli becerileri öğrenir. 1 yaş civarında yürümeyi öğrenmemiz gerekir. 2 yaş sonrası konuşmayı öğrenmemiz gerekir. Eğer çocuk bu pencereleri kaçırırsa, çünkü çocuk bu toksik sis içerisinde sıkışmıştır, sonra onlar için bu aşamaları yakalamak çok zordur. Bir yardım olmadan bu becerileri öğrenmeleri zordur. Bu nedenle yaşı büyük olan bir otistik çocuğu iyileştirmek hem daha zordur hem de  daha uzun zaman alır. Ayrıca tamamen iyileşmeleri daha düşük olasılıktır. Ne kadar genç olursa o kadar hızlı iyileşir ve tamamen iyileşme olasılıkları daha yüksektir. Bu çocuklarla ne yapmamız lazım? Bağırsak florasını iyileştirmemiz lazım. Bağırsak duvarını onarmamız lazım. Bağırsak duvarındaki tüm delikleri kapamamız lazım. Böylece toksinler emilmeyecek. Bu toksisite kaynağı kesildiğinde beyin temizlenecek. İnsan beyninin kendi kendini temizlemek gibi çok güzel bir yeteneği var. Kendi detoksifikasyon sistemi var. Microglia. Kendini temizleyecek ve işlemeye başlayacak. Çocuk uyanacak. Toksik sis kalkacak ve bu andan itibaren çocuk öğrenmeye başlayacak. Eğer çocuk 2-3 yaşlarındaysa çocuğu otizmden %100 çekip kurtarabiliriz. Normal bir çocuk olarak gelişimine, öğrenmesine, çalışmasına devam edecektir. Ancak yaş ilerledikçe hasarın izlerinin kalma oranı da fazladır. Ancak bu durum çok çok bireyseldir. Her yaştaki otizmliye GAPS Beslenme protokolünün uygulanmasını tavsiye ederim. Tekerlekli sandalyede, tuvalet eğitimi olmayan, ciddi otizmli 45 yaşında olan hastam var. Bu insanlar acı içinde. Otistik çocuklar ve yetişkinler her zaman ciddi acı içinde. Başları ağrır, mideleri ağrır, eklemleri ağrır, kasları ağrır, mide bulantısı hissederler, her zaman kötü hissederler. Uygun olmayan davranış sebepleri ,öfkeli olmalarının nedeni budur; yardım için dikkat çekmek isterler. Onları GAPS beslenme protokolüne koyduğumuzda acıları kaybolur. Enflamasyon kaybolur, otoimmünite durur. Bu insanlar iyi hisseder. 45 yaşındaki bir hasta elbette otizmden iyileşmeyecektir. Fakat daha iyi hissedecektir. Mutlu olacaktır. Daha iyi uyuyacaktır ve bakımı kolay olacaktır. Bu yaşlarda ilk kez tuvalet eğitimini öğrenen hastalarım oldu. Bu hastayı bakanlar için çok büyük bir şeydir. Her yaşta hastalarla çalışmaya değer.Yani bunu her yaşta uygulamaya değer.

Sonraki bölümlerde görüşmek üzere hoşkalın 


⏩  Devam Edece...🔜



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.