Takviye olarak D vitamini kullanımı benim kafamın en karışık olduğu konulardan
birisi. İlk kafamı karıştıran kısmı yaptırdığımız kan testlerinde serum
25-hidroksi vitamin D seviyelerinin ölçülmesi, 1,25-dihidroksi vitamin-D
seviyesinin ise ölçülmemesi. Bu nedenle D vitamininin düşük olduğunu
düşündüğümüzde aslında D vitamini düşük olmayabilir mi? Diğer taraftan
tavsiyelerine çok değer verdiğim Canan Karatay D vitaminini çok önemsiyor. Kimi doktorlar ise tehlikeli olabilir, toksik olabilir diyor. Yani elbette güneşten alınan
D vitamini değil mevzu; problem sentetik alınan D vitamini takviyeleri ile D
vitamini yüklemesi yapmak ne kadar doğru bunu merak ediyorum? Riskleri neler?
Yarınlarda başımıza problem açar mı? Nihayetinde artık D vitamininin vitamin
değil hormon olduğunu biliyoruz. Kimyasal olarak vitamin D hormon gibi
fonksiyonları olan bir steroid. O zaman nasıl ki tiroid hormonunu ya da
östrojeni rastgele kullanamıyorsak D vitaminini de kullanmamalı değil miyiz? Ya
da D vitamini ile kullandığımız diğer ilaçlar/takviyeler etkileşim yapar mı?
Mesela Alüminyum içeren mide ilaçları ile ya da rifampin gibi antibiyotikler
ile D vitamini etkileşimi nedir? Bir diğer konuda D vitamini takviyesine
paralel olarak artan kan kalsiyum miktarı ve bunun böbrekler üzerindeki
etkisini merak ediyorum. Bir de K vitamini ile D vitamini ilişkisini, parathormonu, magnezyum ilişkisini bir masaya yatırmak gerekiyor. Bakalım bu soruların cevabını bulabilecek miyim. D
vitamini hakkında toparladığım bilgilere dair notlarımı kaynak da göstererek paylaşacağım bu
postta.
👉 Vitamin D
nin nasıl çalıştığı ile ilgili olarak 2 dakikalık bir animasyon:
👉 Vitamin D hakkında 5 dakikalık
kısa bir video:
📍 Öncelikle D vitamini hakkında yazılmış güzel bir Türkçe kaynak
kitap önereceğim size 📖 Dr. Soram Khalsa nın yazdığı
kitabın adı D Vitamini Devrimi (The Vitamin D Revolution). D Vitamini
Devrimi, hem konusu hem de doktor olan yazarı Soram Khalsa’nın kolay anlaşılır
bir şekilde adım adım anlatımı ile
faydalı bir kitap. D vitamini ile yapılmış pek çok çalışmaya değiniyor ve
referanslar içeriyor. Hem bu kitaptan aldığım notları hem de D vitaminine dair
diğer kaynaklardan da öğrendiklerimi bu gönderide toparlayacağım. Ancak detayda
o kadar çok bilgi var ki kitabı okuyun ve kendinizdeki durumu gözden geçirin
derim. Kendine ve sevdiklerine daha yararlı bir insan olmak isteyenler için bu
kitap bulunmaz bir nimet. Kitap 2009 yılında yayınlandığı için D vitamini çalışmaları bu yıllardan sonra daha da hız kazanmıştır. O nedenle kitabın güncellenmesi çok iyi olacaktır. Mesela kitapta D3 vitamini ile K2 vitamini , Magnezyum, PTH arasındaki ilişki gibi kimi kısımlar eksik. Ancak yine de çok çok ufuk açıcı.
D VİTAMİNİ NEDİR?
📍 D
vitamini ile ilgili bilinmesi gereken ilk şey, aslında bir vitamin
olmadığıdır. İlginç ama öyle. D vitamini
insan sağlığı için elzem ve vücut tarafından üretilmeyen bir
maddedir. Güneş ışınlarına maruz kaldığımız zaman D vitamini vücudumuz
tarafından da üretilir. Bu sebeple D vitamini vitamin değil bir hormon olarak yeniden
sınıflandırılmıştır. Vitamin D yağda
çözünen bir HORMON dur.
📍 D vitamini üç steroid
hormona verilen ortak isimdir (D2, D3 ve D4 vitaminleri). D1 vitamini
yoktur. Tıpta daha çok D2
(ergokalsiferol) ve D3 vitaminleri
(kolekalsiferol) kullanılır. D3 vitamini(kolekalsiferol) kandaki D vitamini seviyesini yükseltmek için daha etkili bir formdur. D2 den daha güvenli bir formdur.
📍Bütün hormonların yapısında bulunduğu gibi D
Hormonunun da temel yapı taşı kolesterol. Hani % 75 i karaciğerimizde üretilen kolesterol. O
kolesterol Dehidrokolesterol'e (7-Dehidrokolesterol e)
çevrilecek de kana geçecek de deri altına yerleşecek. Güneş ışınlarının (ultraviyole B) doğrudan etkisiyle D vitaminine
çevrilecek. Öyle kolay değil yani D vitamini sentezi.
📍 D vitamininin
vücutta “aktif” olmak için iki dönüştürme adımından geçmesi
gerekir . İlk olarak, karaciğerde kalsidiol veya 25 (OH) D ’ye dönüştürülür.
Bunlar vitaminin vücuttaki depolanma şeklidir. Eğer kandaki D vitamini seviyenizi ölçtürtmek istiyorsanız bu 25 (OH) D formunun ölçülmesi gerekir. İkinci olarak, çoğunlukla böbreklerde kalsitriol veya 1,25 (OH) 2D’ye dönüştürülür. Bu D
vitamininin aktif steroid hormonu formudur. Kalsitriol,
tüm vücudu dolaşarak, hücre çekirdeklerine girer. Hücre çekirdeğinde vücudun
hemen hemen her hücresinde bulunan D
vitamini reseptörü (VDR) ile etkileşime girer. Bu vitaminin aktif formu bu reseptöre
bağlandığında, genleri açıp kapatarak hücrelerde değişikliğe neden olur. Çoğu
steroid hormonu da bu şekilde çalışır.
D VİTAMİNİNİN GÖREVLERİ
📍 D vitamini, ince
bağırsaklardan kalsiyum ve fosforun emilimini düzenleyerek kemik ve diş gelişimi, sertleşmesi
üzerinde etkili olur. Kandaki normal kalsiyum ve fosfor seviyesini korur. Böbrek
hastalarında düşük kan kalsiyumu seviyesini düzenler. Etkisini gösterebilmesi
için vücutta yeterince kalsiyum ve fosfor tuzları olmalıdır. D vitamini olmadan
sağlıklı kemiklere sahip olmamız mümkün değil. D vitamini
olmasaydı aldığımız kalsiyumun ancak %10 ila 15’i kanımıza geçerdi. D vitamini
bağırsakların kalsiyum emme kapasitesini %40, fosforu emme kapasitesini de %80
arttırır.
📍Pek çok kişi vitaminleri ilk öğrenmeye başladıkları zamanlardan
D vitamini ile raşitizm (rikets) bağlantısını hatırlayacaktır.
Raşitizm, D vitamini
eksikliği ile bağlantılı önemli bir hastalıktır.
Çocuklar D vitamininden yoksun olurlarsa kemikleri kalsiyum ve fosfor emilimini
gerçekleştirmez ve yumuşak, güçsüz, ağrılı ve deforme olmuş kemikler ortaya
çıkar. Sünger gibi yani. Erişkinler için aynı duruma osteomalazi (erişkin raşitizmi)
denir. Yani D vitamini kalsiyumun emilimini ve kana geçmesini
sağlar. Ancak D vitamininin
görevi bu bilinenden çok daha fazlasıdır. 200 den fazla genle etkileşerek
dokuların ve organların iyileşmesini hızlandıran üstün bir özellik
taşıyor. Nezleden otoimmün hastalıklara, diyabete,
kardiyovasküler hastalıklara, ruh sağlığı hastalıklarına, duygu durum
bozukluklarına, kansere ve daha pek çok hastalığa koruma sağladığı-tedavi
ettiği bilimsel olarak kanıtlanmış. D
vitamini eksikliği multipl skleroz, romatoid artrit dahil otoimmün hastalıklara
yakalanma riskini artıran bir faktör. Bu tip hastalıklara yakalanıldığı zaman D
vitamini takviyesi tedavide başvurulan veya önerilen ilk tedbirlerden biri. Vitamin D bağışıklık sisteminin kritik bir regülatörüdür.
📍 D
vitamininin kemik dışı başlıca fonksiyonlarını şöyle özetleyebiliriz: (kaynak ve D vitamini devrimi)
1.
Hücre farklılaşması: Hücreler hızla bölünerek sayılarını artırırlar (proliferasyon). Hücrelerin özel görevler almasına ise farklılaşma (diferansiasyon) denir. Hücreler
farklılaştıkça proliferasyon hızı yavaşlar. Böylece denge sağlanır.
Proliferasyon yararlı bir işlemdir ama kontrol edilmezse kanser gibi
hastalıklara sebep olur. 1,25-dihydroxyvitamin
D proliferasyonu kontrol ederken farklılaşmayı uyarır ve kanser oluşumunu önler. D vitamini kansere dönüşebilen hücrelerin gerektiğinde ölmelerine yardımcı olur (Apoptoz)
2.
Bağışıklık:1,25-dihydroxyvitamin D güçlü bir bağışıklık modülatörüdür. D vitamini reseptörü başta T hücreleri
ve antijen sunan hücreler (dendritik hücreler, makrofajlar) olmak üzere
bağışıklık hücrelerinin birçoğunda bulunur. Bazı durumlarda makrofajlarda
kalsidiolden kalsitriol oluşturabilirler. Kalsitriol
doğal bağışıklığı güçlendirirken otoimmün hastalıkların gelişimini de
engeller.
3.
İnsulin Salgılanması: VDR insülin salgılayan pankreas hücrelerinde (beta hücreleri) de bulunur ve
insülin salgılanmasına yardımcı olur. D vitamini eksikliği insülin salgısını
azaltarak tip 2 diyabet gelişimine sebep olabilir.
4.
Enflamasyonu engelleme:D vitamini, aşırı sitokin faaliyetlerini baskılayarak aşırıya kaçmış
enflamasyon tepkilerini düzene sokar.
5.
Enfeksiyonu engelleme: D vitamini bir enfeksiyona maruz
kalınıldığında mikrop öldürücü peptitleri üretiyorlar. Bu
mikrop kırıcı peptitlerden en önemlisi ise katelisidin. Bu maddeler
bakteriler, virüsler ve mantarlara etki eden geniş spektrumlu antibiyotikler
gibi etkiliyorlar. Mikroorganizmaların hücre duvarlarını tahrip ediyorlar.
D VİTAMİNİ RESEPTÖRÜ (VDR)
📍 Vücut yeterli 25 D deposuna sahip olduğunda ve kandaki uygun D vitaminin aktif formu olan 1,25 (OH)2D3’ün fonksiyone edebilmesi, biyolojik yüksek affiniteli D vitamini reseptörünün (VDR) varlığını gerektirir. VDR hücre içi bir hormon reseptörüdür ve spesifik olarak D vitamininin aktif formuna (kalsitriol) bağlanır.
📍 1998 yılında D
vitamini araştırmacısı Dr. Michael Holick ve meslektaşları 25D nin etkili ve
önemli bir madde olan 1,25D3 e metabolize edildiği tek yerin böbrek olmadığını
fark ettiler. Vücut yeterli 25D deposuna sahip olduğunda ve kandaki uygun
kalsiyum seviyesini sürdürdüğünde “fazlalık” olan 25D ye ilginç şeyler olur.
Bilim adamları vücuttaki birçok dokunun ve organın 25D yi karaciğerden
metabolize edebilme ve 1,25D3 e çevirme becerisi olduğunu keşfettiler. Araştırmacılar
D vitamininin metabolize edilmesinde bu ekstra adımları keşfettiklerinde,
vücuttaki birçok doku, organ ve hücrenin D vitamini için reseptörlere sahip
olduğunun da farkına vardılar. Bu, D vitamininin vücut boyunca dolaştığı ve D
vitamini alan hücre, doku ve organları etkileme becerisine sahip olduğu
anlamına gelmektedir. Bu vücutta türünün
tek örneğidir ve araştırmacılar birçok doku ve hücrede onarıcı ve sürekli
fonksiyonları olduğunu bulmaya devam ediyorlar. Yani bu sebeple D vitamini
sadece sağlıklı kemikler anlamına gelmiyor.
📍 Vitamin
D, hücresel reseptörüne bağlanma sonrası, bu biyolojik etkilere aracılık edecek
genlerin transkripsiyonlarını (tercümeleri) düzenler. Eskiden D vitamininin
sadece kemik ve kas sisteminin gücünü arttıran bir vitamin olduğu sanılırdı.
Ama son yıllarda yapılan araştırmalara göre beyin, kalp, mide, pankreas, aktive
T ve B lenfositler, prostat, meme, kolon, deri ve gonadlar gibi kemik ve ince
bağırsak, bağırsağın dışındaki çok sayıda organda da D vitamini reseptörleri
(VDR) vardır. Bunlara ilaveten D vitamini reseptörlerinin damarların düz
kaslarında, damar iç gömleği (edotel) hücrelerinde ve kalp kası hücrelerinde
(miyosit) de kas hücrelerinde de olduğu da gösterilmiştir. D vitamininin çok
sayıda kemik dışı hastalıklardan koruması bu reseptörlerle sağlanır.
📍 Reseptörün
doğuştan eksikliği D vitaminine dirençli raşitizm Tip II denilen çok nadir bir
hastalığına sebep olur. VDR gen polimorfizmleri ise oldukça sıktır. Tek-gen
polimorfizmlerinde talasemi ve hemofili gibi hastalıklarda olduğu gibi bir gen
eksikliği yoktur. Burada gende yapısal
değil fonksiyonel bir bozukluk vardır. Yani genin fonksiyonu bozuktur ve idare
ettiği enzim tembel çalışır.
📍 D vitaminine
cevap veren elementler (VDRE’ler) çok sayıda genin transkripsiyonunu modüle
ederler. Bu genlerin sayısının 2.000’in üzerinde olduğu sanılmaktadır. Yani genlerimizin
yaklaşık %10’unun aktive olması güneş ışığına yani D vitaminine bağımlıdır.
Fonksiyonel VDR gen polimorfizmleri ya da polimorfizm olmadan D vitamininin
basit eksikliği hücre farklılaşmasında, oksidatif süreçlerden korunmada, T
hücre farklılaşmasında insülin ve IGF yolaklarında bozukluklara yol açar.
D
vitamini eksikliğinin başta tüberküloz,
diğer, enfeksiyonlar astım, diyabet, kanserler, romatizmal hastalıklar,
otoimmün hastalıklar (lupus, siroz, hepatit, Crohn hastalığı, Graves hastalığı, multipl skleroz vb) , miyokart enfarktüsü,
alerjik hastalıklar ve otizm olmak üzere birçok hastalık için risk faktörü
olmasının nedeni budur. Monosit ve
makrofajlar, patojenleri öldüren savunma hücreleridir. Vereme neden olan
tüberküloz basilleri ile karşılaşan bu monosit ve makrofajlar, yeterli
miktarlarda 25-OH D3 olduğu zaman aktive olmakta ve cathelicidin salgılayarak
tüberküloz basillerini öldürmekteler. Herkes veremin iyi beslenmeyen ve güneş
almayan evlerde yaşayan insanlarda geliştiğini iyi bilir. Hatta halkımız “güneş
girmeyen eve doktor girer” demişlerdir.
D vitamininin olması gereken değerler
📍Vücudumuzun D vitamini miktarını en iyi gösteren parametre 25 OHD, yani kalsiferol. Kalsiferol D vitamininin karaciğerde depolanan şekli ve bedenin D vitamini gücünün en sağlam göstergesi. Ancak 25 OH D’nin normal düzeyleri konusunda fikir birliği yok. Tahlil için gittiğiniz laboratuarların raporlarındaki rakamlar bile birbirinden farklı ve değişken. Laboratuar değerlendirmelerinde genellikle 20ng/ml değerinin altındaki seviyeler eksik olarak kabul görmektedir. Bu nedenle yıllarca insanların D Vitamini düzeyi 20-30 ng/ml çıktığında doktorlar değerler gayet iyi hiç bir takviyeye gerek yok dediler. Vücutta yeteri kadar D vitamini varlığından söz etmek için 25 OH vitamin D düzeyinin 50'nin üzerinde olması lazım (50 nanogram/mililtre).
📍D vitamini takviyesini rastgele yapmayın. Takviyeye başlamadan önce 25 OH D vitamini seviyelerinizi, PTH seviyenizi, kalsiyum ve fosfor seviyenizi, kreatinin miktarını ölçtürmeniz ve doktor kontrolü en doğru başlangıç noktası olur.
📍Kanser,
multipl skleroz, kalp hastalığı, romatizma hastalıkları ve otoimmün hastalıklar
benzeri kronik hastalıklarda günlük ihtiyaç çok daha fazla olabilmektedir. Bu
hastalarda en ideali kan seviyelerine bakarak 25 OHD vitamini seviyelerini
80-100 ng/mL arasındadır.
📍Aşağıda güzel bir tablo var. Bu tabloda mevcut D vitamini seviyeniz vs olmasını hedeflediğiniz d vitamini seviyeniz gösterilmiş.Buna göre günlük kaç IU D vitamini takviye etmeniz gerekiyor fikir verebilir.GÜNEŞLENME VE D VİTAMİNİ İLİŞKİSİ
📍Güneş ile bağlantılı cilt kanseri 80 li yıllardan sonra korku
saldığından beri güneş kremlerini bolca kullanıyoruz, neredeyse yüzümüz
kadar güneş gözlüklerinin ardında güneşten bucak bucak kaçıyoruz. 😎 Ayrıca zamanımızın büyük kısmı
kapalı mekanlarda geçiyor, ofislere tıkılı çalışıyoruz ve yaşlanma,
kırışık bir cilt korkusu sebebi ile de güneşten kaçınıyoruz. Çocuklar da benzer
şekilde zamanlarının büyük bir kısmını içeride geçiriyorlar ve dışarıda
oldukları zaman da güneşten kıyafetlerle ve güneş koruyucularıyla
korunuyorlar. Hal böyle olunca vücudumuzda D vitaminin üretilmesini
sağlayacak güneşi yeterli seviyede temin edemiyoruz.☀
📍Aslında
ultraviyole dediğimiz güneş ışınları da UVA ve UVB olarak
ikiye ayrılıyor. UVA ışınları güneşten
gelen uzun ışınlar olup cildin derinine işler ve yaşlanmaya, renk
değişikliğine ve kırışıklara neden olurlar. D vitamini üretiminde rolü
yoktur. UVB ışınları
ise cildimize değdiği zaman D vitamini üretimini başlatırlar. Camdan
ve kıyafetlerden geçemezler. Bu yüzden sadece pencere kenarında
oturarak D vitamini üretemezsiniz. D
Vitamini sentezlenmesi için ihtiyaç duyulan UVB ışığı, camı aşamaz, kumaşları
istenilen ölçüde geçemediği için faydalı olabilmesi için mümkün olduğunca dik
açı ile direkt vücuda teması gereklidir, bunun için de kolların ve ellerin
güneş ışığı altında açıkta olması yeterlidir.
📍UVA ve
UVB’ nin D vitamini sentezi üzerine olan etkileri birbirinin zıttıdır. UVB
derimize temas ettiğinde kolesterolden D vit öncüsü olan kolekalsiferolü
sentezlettirir. UVA ise tam tersine deride sentezlenen kolekalsiferolü parçalar,
yani bir anlamda D vit sentezini bozar. Yani “aman! sakın ışınların dik geldiği
öğlen saatlerinde güneşlenmeyin” tavsiyesine uyarak güneşin nispeten yatık
geldiği saatlerde güneşlenirseniz aslında çoğunlukla UVA ışınlarına maruz kalıp
bronzlaşırsınız ama sentezlenen D vitaminini de parçalanarak etkisiz
hale gelir. Fazla miktarda UVA
ışınlarına maruz kalanlarda deri kanseri olasılığı artar. Bu nedenle zamanlama
önemlidir. ❗❗Eğer öğle saatlerinde değil de daha önceleri ya da daha sonraları
güneşlenilirse, fazla bile güneşlenilmiş olsa D vitamini seviyeleri düşük
olabilir. Ne zaman güneşlenmeliyiz?
📍Ancak bizler güneşten korunmayı epey abarttık. 50
faktörlü bol kimyasal madde içeren korumaları yaz kış günlük kullandığımız
nemlendiricilerin içine bile dahil ettik. Oysa
araştırmalar, güneş kremlerinin sanılanın aksine cilt kanserlerine karşı yeteri
kadar koruyucu olmadıklarını göstermekte imiş. Bunun sebebi olarak da bu
kremlerin kanser yapan UVA ışınlarından
ziyade D vitamini üretimi sağlayan UVB ışınlarını engellemesi imiş. Böylece
bu kremler bizi D vitamini fakiri kılıyorlar. Tabi bu güneş kremlerini
hiç kullanmamak gidip güneşte haşlanmak anlamına gelmiyor. Tehlikeli saatlerde
elbette ki güneş koruması çok zaruri. Ancak yeterli D vitamini seviyelerine
ulaşmak ve korumak için güneşin dik olduğu zamanlarda (gölgenizin boyunuzdan daha
kısa olduğu saatlerde) 20-30 dakika kremsiz güneşlenmek doğal yollardan D vitamini almak için çok
faydalı.
Öğle vakitlerindeki güneşlenmenin UVB ışınları
aracılığı ile D vitamini sentezini artırdığı, güneşin dik gelmediği diğer zamanlarda ise UVA ışınlarının etkisi ile
daha önce sentezlenen D vitamininin azalttığı unutulmamalıdır. Kısacası güneşle ilişkimizi yeniden gözden geçirmemiz
gerekiyor.
📍 Kış mevsimi yaklaşıyor ve güneş
yavaş yavaş yerini yağmur ve soğuğa bırakıyor. Bu durum da
güneşten sentezleyemeyeceğimiz D vitamini sorunsalını nasıl çözeceğimizi
düşündürüyor haliyle. Okuduklarımdan anladığım temel ana fikir şu güneş
ışığı olmadan D Vitamini de yok; üretilmiyor. D Vitamini zengini
yiyecekler, günlük ihtiyacımızı almaya pek de yetmezmiş. Örneğin iki
kase yoğurt günlük kalsiyum ihtiyacımız için yeterli iken D vitaminini
yoğurt, peynir veya sütten günlük karşılamak imkansız. Örneğin 1 litre tam
yağlı sütte en fazla 60 ünite D vitamini bulunuyor. Günlük
ihtiyacımızın ort 4.000-5.000 ünite olduğu düşünülürse günlük bu hemen hemen 10
kova süte tekabül ediyor 😌 (kaldı ki pek çok otoimmün hasta sütten uzak bir beslenme içerisinde) Balıkta
ve yumurtanın sarısında da D vitamini var. Ama bir yumurtadan en fazla 20 ünite
alınmaktadır. Günde 200 yumurta yiyemeyeceğimize göre, sadece besinlerle D
Vitamini ihtiyacını karşılamamız imkansız olduğunu okudum ve şu da var tatil
boyunca 20 gün güneşlendiniz diyelim, toplam 100.000 ünite D Vitamini rezervi
ile eve dönüyorsunuz. Günde 5.000 üniteden ayda ortalama 150.000 üniteye
ihtiyacınız olduğuna göre, bu stok çok kısa sürede tükenecektir.
📍Kuzeyde,
özellikle 35. enlemin üzerinde yaşayanlarda tip I diyabet, MS ve Crohn
hastalığının daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Bu araştırıcılara göre,
yaşamının ilk 10 yılını 35.enlemin altında geçirenlerde MS riski %50
azalmaktadır. Birçok bilimsel çalışmada araştırıcılar, açık renkli tenleri
olanlarda D vitaminin 20 ng/ml
artmasının MS riskini %41 azalttığını
iddia etmiştir. Günde 400 IU D vitamini alanlarda MS riski %42 azalmıştır.
Romatoid artirit ve osteo artirit için de benzer rakamlar verilmektedir.
📍Kim bilir ne
kadar çok kişi D vitaminin düşük olduğundan habersiz, kas yorgunluğu, kemik
ağrıları ve yüksek tansiyondan şikayet ederek çareyi başka yerlerde
aramaktalar. Yazın, güneş ışığından zengin günlerde doktorların kapısı daha az
aşındırılır. Bunun nedeni daha çok tatile gidilmesi, güneşten daha fazla
istifade edilmesi
D VİTAMİNİ PREPARATI İLE GÜNEŞLENME
AYNI ETKİYE SAHİP Mİ?
📍 Hayır değil. Piyasadan alınan preparatlardaki D vitamini ile
deride sentezlenen D vitamini birebir aynı değildir. D vitamini deride güneş
ışının enerjisi ile sülfatla bağlanır (sülfatlı D
vitamini) ve bu haliyle D vitamini suda çözünür hale gelir. Suda çözünebilen D
vitamini tüm hücrelere kolayca girebildiği için etkisi yağda çözünen D
vitaminine göre daha fazladır. Hâlbuki ağızdan
preparat olarak aldığımız D vitaminleri sülfatsızdır, yağda erirler.
Sülfatsız D3 vitamini yağda eridiğinden kan dolaşımında serbestçe dolaşamaz.
Dolaşabilmesi için LDL-kolesterole ihtiyacı vardır.
📍 Sülfatlı D3 vitamini
kalsiyum taşınmasında fazla görev almaz. Buna karşılık kanserden
korunmada, immun sistemi güçlendirme
depresyon ve kardiyovasküler hastalıktan korunmada rolü olan sülfatlı vitamin
formudur. Sülfatsız D vitaminin bu tarzda etkileri yoktur.
📍Anne ve inek sütünde bulunan D vitamini sülfatlıdır. Fakat inek
sütündeki D vitamini pastörizasyon ve UHT uygulaması ile tahrip olur.
📍Bu durumda asıl yapmamız gereken belki de en doğru saatlerde
düzenli olarak güneşlenmenin yollarını bulmak. Güneşli havalarda
özellikle öğle vakitleri yarım saat kadar güneşlenmek de preparatlardan
alamadığımız sülfatlı D vitamini ihtiyacımızı karşılayacaktır. Güneşlenilen
günlerde deride sentezlenen D vitaminini
alıp götüreceği için sabun ya da şampuanla yıkanmamaya da özen göstermek
gerekmektedir. Uygun şekilde
güneşlenildiğinde ciltte sentezlenen kolekalsiferol, yağ bezlerinin salgıları
ile cildin yüzeyine doğru çıkar ve 48
saat içinde yeniden ciltten emilerek kana geçer. Henüz ciltten emilmeden
önce şampuan ya da sabunla yıkanıp vücuttan uzaklaştırıldı ise D vitamini
sentezi olmaz. Ayrıca sıcak su da o deri yağlarını yok eder. O nedenle ‘o kadar
güneşlendim, niye D vitaminim yeteri kadar yükselmiyor?’ diye şikayet edenlerin
bu noktaya özellikle dikkat etmeleri gerekiyor. Bu yüzden güneşlendikten sonra
özellikle yüz, kol, omuz ve bacak gibi güneş gören bölgeleri sabunlamayınız ve
nispeten ılık suyla duş alınız.
📍Dünyanın
en ünlü D vitamini uzmanlarından Holick
öğleleyin fazla uzun olmayan bir süre (30 dakika kadar) güneşlenen bir kişinin
vücudunda 10.000 ile 25.000 IU D vitamini sentezlendiğini göstermiştir.
📍Şu
bilgi de önemli ki mayo ile güneşlenen bir kişide 20 dakika maksimum D vitamini
yapılmakta, yapım maksimuma ulaştıktan sonra artık daha fazla aktif D vitamini
metabolitli sentezlenmemektedir. Çünkü D vitamini öncüleri inaktive olmaktadır.
Yani fazla güneşlenmek ile D hipervitaminozu olmamaktadır.
📍 D vitamini takviyesi konusunda Dr. Gökşin Balım’ın yorumu ise şu şekilde : “Sülfatlı D3 vitamininin kalsiyum metabolizmasında fazla bir etkisi yoktur. Buna karşılık bağışıklık sistemini güçlendirme, depresyon, kalp damar hastalıkları, obezite, diyabet, Alzheimer ve kanserden korunma gibi önemli etkiler ise sülfatlı D3 vitamini sayesinde ortaya çıkmaktadır. İlaç kullanarak kan seviyesi ileri derecede yükseltilip D vitamini depoları sülfatsız form ile doldurulduğunda vücudun güneşlenerek sülfatlı D3 vitamini üretme mekanizması da bloke edilmiş olmaktadır. Bu durumda güneşlenilse bile D vitamini depoları dolu olduğu için vücut sülfatlı D vitamini sentezleyemez bir hale gelmektedir. Bu kişiler depoları tıka basa D vitaminiyle dolu olmasına rağmen sülfatlı D vitamini eksikliği yaşarlar. D vitamini kullanmadan önce mutlaka kan seviyesi tayin edilmeli, eğer eksiklik varsa kontrollü bir şekilde tamamlanmalıdır. Yaz mevsiminin başında aşırı D vitamini yüklemesi yapılarak vücudun güneşten D vitamini sentezleme mekanizması bloke edilmemelidir. Yaz sonunda kan tetkiki yapılıp eğer eksiklik varsa bu durumda ilaç takviyesi yoluna gidilmelidir. Böylece hem sülfatlı, hem de sülfatsız D vitamini depolanmış olur. D vitamini desteği yapılırken beraberinde K2 vitamini, magnezyum ve kalsiyum dengesi de gözetilmeli ve bağırsak florası da desteklenmelidir. Bu önemli noktalara dikkat edilmezse D vitamini fayda yerine zarar da verebilmektedir.”
📍Özetle
söylenecek olursa sadece takviye alıp D vitamini düzeyini yükseltmek, buna
karşılık güneş ışınlarına az maruz kalmak D vitamininden istediğimiz faydayı
tam olarak sağlamaz.
📍Yine öğrendiğim bir bilgi Vitamin D takviyesi K2 de içerecek
şekilde sıvı yağlı formda akşam yemeği ile birlikte alınmalı imiş. Bunun sebebi
de vitamin D nin bir hormon olması ve hormonların en iyi şekilde akşam
emilmesidir diyor.(kaynak) . Uykusuzluğa sebep olabileceği için aksini savunan görüşler de var.
📍 Bununla beraber Prof. Dr. Canan Karatay D Vitamini
eksikliğiyle ilgili sürekli uyarıyor ve der ki; “D Vitamini
düşüklüğü; Tip 1 Diyabet nedenidir, Tip 2 Diyabet nedenidir, kanser
nedenidir, şiddetli alerjik reaksiyonların da nedenidir, bağışıklık sisteminin
çöktüğünün belirtisidir! Bu nedenle bir çok kanser hastalığının altında yatan
nedendir!” Prof. Dr. Canan Karatay D vitaminin olması gereken ideal
seviye konuda son derece kendinden emin D Vitamini 100 ng/ml
olmalı diyor. Aynı zamanda öğle saatlerinde 20 dakika koruyucusuz
güneşlenmeli diyor. Kendisi de Uluslararası D Vitamini Konseyi
üyesi olan Karatay D Vitaminiyle ilgili bilgilerin değiştiğine dikkat çekiyor
ve birçok hastalığın tedavisinde hastaların D Vitamini düzeylerinin yüksek
tutulduğunu söylüyor. Örneğin, 2009 yılındaki domuz gribi salgınında Kanada hükümeti
halka domuz gribi aşısı yaptırmak yerine D Vitamini takviyesi yapmış.
📍D vitamini eksikliğinin nedenleri; D
vitaminin diyetle yetersiz alınması, yağ malabsorbsiyonuna yol açan hastalıklar,
karaciğerde 25OHD oluşumuna neden olacak hidroksilasyonun bozulması,
böbreklerde 1,25OHD oluşumuna neden olacak hidroksilasyonun bozulması, D
vitamini metabolitlerine hedef organ duyarsızlığı (kalıtsal D vitaminine
dirençli raşitizm) olabilir. (Kaynak)
D vitamini ve K vitamini
📍 D
vitamini ile tıpkı onun gibi yağda eriyen vitaminlerden olan K vitamini
arasında iyi bilinmesi gereken ilişkiler vardır. K vitamininin K1 ve K2
olmak üzere iki türü vardır. K1 vitamininin (filoquinon) esas
rolü pıhtılaşmayı sağlamasıdır, kanlarında K1 vitamini düşük olanlarda kanamaların
durdurulması güçleşir. Menaquinon olarak
da bilinen K2 vitamininin ise pıhtılaşmada da rolü olmakla beraber esas olarak “osteokalsin” isimli
proteini aktive ederek kalsiyumun kemik ve dişlere gitmesini
sağlamakla yükümlüdür. (Kaynak)
📍 Kanda
K2 vitamini eksik olduğu zaman kalsiyum kemiklere gidemez, yumuşak dokularda ve
damarlarda birikmeye başlar. K2 vitamini düşük olanlarda damarlarda
kalsiyum birikmesi (kalsifikasyon)
kalp krizleri için en büyük risk faktörüdür. Fazla miktarda K2 vitamini
alanların damarlarında daha az kalsifikasyon olduğu bildirilmiştir. Farelerde
yapılan araştırmalarda da K2 vitamini desteğinin sadece kalsifikasyonu
önlemediği, damarlarda birikmiş olan kalsiyumun yüzde 30-50’ sinin oradan
uzaklaşmasını da sağladığı gösterilmiştir.
📍 Şimdi gelelim D vitamini K vitamini ilişkisine. D vitamini bağırsaklardan
kalsiyum emilimini artırır, K2
ise vücudun kalsiyumu nasıl kullanacağını belirler. Kanda yükselen
kalsiyumu kemik ve dişlere yönlendirir. Yüksek doz D vitamini verilen bir
kişide “K2 vitamini eksikliği”
varsa bunun sonucu çok kötü olabilir çünkü kandaki kalsiyum kemiklere değil
damarlara ve yumuşak dokulara gider. Kalp damarlarına bu şekilde fazla
miktarda kalsiyum gitmesi yani kalsifikasyon kalp krizi için en büyük risk
faktörüdür. Bu kalsifikasyon günümüzde bilgisayarlı tomografi ile
gösterilebilmekte ve biriken kalsiyumun miktarına göre (kalsiyum skoru) kalp
krizi riski tahmin edilebilmektedir.
📍 K2
vitamini eksikliği sık görülür mü? Günümüz mutat
beslenmesinde birçok insanda K2 vitamini eksikliği olması çok muhtemeldir ve
bunun başlıca iki sebebi vardır:
BİR: K2
vitamininin başlıca kaynağı kırmızı et, yumurta, peynir, tereyağı gibi
hayvansal besinlerdir. Bunlar günümüzde insanlara “zararlı” diye
yasaklanan gıdalardır ve özellikle belirli bir yaşın üzerinde olanlarda K2
vitamini eksikliği olması beklenir. İKİ: Bir diğer K2
vitamini kaynağı bağırsaklarımızdır. Bağırsaklardaki dost bakteriler de K2
vitamini üretirler ama günümüzde yanlış beslenme (işlenmiş tahıl, şeker ve
trans yağlar) yüzünden bu mümkün olmaz. Buna göre günümüzde birçok insanda
K2 eksikliği görülmesi adeta kaçınılmaz bir durumdur.
📍K2
eksikliği neye sebep olur? K2 vitamini eksikliğinin
yaratacağı damar kalsifikasyonunu azaltmak için vücut, D vitamini sentezi ve
aktivasyonunu baskılayarak kalsiyumun emilimini azaltma yoluna gidecektir. Tabii
ki gıdalarla yeterli D vitamini alınmaması ve yeteri kadar güneşlenmeme de D
vitamini eksikliğine yol açabilir ama bu durum K2 vitamini eksikliği sonucu da
gelişebilir. Böyle bir durumda yani K2 eksikliğine bağlı olarak vücudun
bir savunma tedbiri olarak D vitamini sentez ve aktivasyonunu azaltması
beslenme veya güneşlenme yetersizliğine bağlanarak D vitamini desteğine
başlanırsa bu bir felakete yol açabilir. D vitamini destekleriyle kalsiyum
emilimi ve kana geçen kalsiyum artar ama bu kalsiyum K2 vitamini yeterli
olmadığı için kemiklere değil yumuşak doku ve damarlara gider. Günümüzde
menopoz sonrası dönemdeki kadınlara osteoporozu önlemek için neredeyse rutin
olarak verilen kalsiyum desteklerinin kalp krizi riskini ileri derecede
yükselttiğini de hatırlatırım.
📍 Sonuç olarak D vitamini
eksikliğini K2 vitamini eksikliği olan insanlarda paldır küldür yüksek doz D
vitamini desteği vererek yükseltmek kalp krizi riskini yükseltmek demektir. O
nedenle D vitamini alır iken K vitamini desteği de ihmal edilmemeli.
📍 K2 vitamini fermente gıdaların içinde de
bulunmaktadır. Geleneksel ev yapımı turşumuz, yoğurdumuz, kefirimiz,
ev yapımı sirke, ev yapımı şalgam suyu, ev yapımı salça, taze peynir, halis
tereyağı v.s gibi pek çok gıda doğal K2 vitamini içerir. Ancak burada yeri
gelmişken bir uyarıda bulunayım. K2 vitamini katkısız ev yapımı ürünlerde
bulunmaktadır. Marketten alınan sanayi tipi gıdaların içinde çoğunlukla canlı
probiyotik olmadığı için K2 vitamini kaynağı olmaktan da uzaktır. Bağırsak
florası bozuk olanların floralarının düzeltilmesi belli bir süre almaktadır.
Her ne kadar vücuttaki eksikliklerin ilaç kullanmak yerine doğal yollardan
tamamlanmasını savunuyor olsam da, bağırsak florası düzeltilinceye kadar geçen
süre içerisinde K2 vitamin eksikliğinin tamamlanabilmesi için geçici bir süre
ağızdan K2 vitamin desteği almak da gerekebilmektedir. Sentetik yolla elde
edilen K2 vitamini (MK-4) yerine doğal olan MK-7 formu tercih
edilmelidir. (Kaynak)
PARATHORMON (PTH) VE D VİTAMİNİ
📍 Vücutta PTH, kalsiyum ve D vitamini arasında çok hassas bir
denge vardır. Eksiklikleri de, fazlalıkları da metabolizmayı bozar.
📍 PTH yani
“Paratiroid hormonu” kandaki kalsiyum ve fosfor seviyelerini
kontrol eder. PTH, tiroid bezinin arkasında bulunan bezelye boyutundaki paratiroid bezleri tarafından üretilir.
📍Sağlıklı bir insanda paratiroid
testi değerleri ortalama olarak 10-65
pg/mL aralığında seyretmektedir.
📍Kanda
kalsiyum seviyesi çok düşükse, paratiroid bezleri daha fazla PTH salgılar. Bu,
kemiklerin kana daha fazla kalsiyum salgılamasına ve böbrekler tarafından
idrara salınan kalsiyum miktarının azalmasına neden olur. Ayrıca, D vitamini
bağırsakları daha fazla kalsiyum ve fosfor emmesine neden olan daha aktif bir
forma dönüştürür. Dolayısıyla PTH hormonunun fazla salgılanması ile kan
kalsiyum düzeyi artar, bu durum da kemik
erimesine neden olur. Kalsiyumun hem eksikliği hem de fazlalığı kemik
erimesi nedenidir. D vitamini
eksikliğinde kalsiyum dengesini sağlayabilmek için paratiroid
bezler fazla hormon salgılar ve bu şekilde kalsiyum yükselir ve paratiroid
bezler büyür.
📍 Kalsiyum
seviyesi çok yükselirse, paratiroid bezleri daha az PTH salgılar ve tüm işlem
tersine döner. Çok yüksek veya çok düşük PTH seviyeleri böbrekler ve kemiklerde
sorunlara; kalsiyum ve vitamin D düzeylerinde değişikliğe neden olabilir.
📍Dr. Eric Berg aşağıdaki videoda oldukça sade ve anlaşılır bir şekilde yukarıdaki bahsettiklerimizi özetlemiş ve Paratiroid hormonunun fonksiyonundan ve öneminden bahsetmiş.
D VİTAMİNİ VE MAGNEZYUM
Yeni yapılan bir araştırmaya göre, magnezyum minerali olmadan D
vitamini alınması vücuda yeterince yarar sağlamıyor.
The Journal of the American Osteopathic Association dergisinin Mart ayı sayısında yer alan “Role of Magnesium in Vitamin D Activation and Function” başlıklı
incelemede, D vitaminin vücut tarafından emiliminde hangi minerallerin rol
aldığı araştırıldı. Çalışmanın yazarlarından olan Lake Erie Üniversitesi
Osteopatik Tıp Fakültesi Patoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mohammed Razzaque,
insanların bol miktarda D vitamini aldığını ama bunun vücutta ne kadarının
metabolize edildiğini düşünmediklerini söylüyor. Magnezyum olmadan D vitaminin faydası
olmadığını ifade eden Razzaque ve ekibi, magnezyum seviyeleri yüksek olan
insanların D vitamini eksikliği ile de az karşılaştığına dikkat çekiyor.
Kısaltmalar
1,25(OH)2D, 1,25-dihydroxyvitamin D (biologically
active form); 24,25(OH)2D,
24,25-Dihydroxyvitamin D; 25(OH)D,
calciferol (inactive form); D2,
vitamin D2 (from nonanimal sources); D3, vitamin D3 (from animal sources) ; DBP, vitamin D–binding protein; Mg, magnesium; VDR,
vitamin D receptors
Sonuç olarak;
📍 D vitamini eksikliğine karşı bilinçli olmak, ona sadece bir vitamin gibi bakmamak, bir “iyi hayat ilacı” gibi değerlendirmek zorundayız. Önce kan testi ile D vitamini seviyemizi öğrenerek yeterli güneş alarak en doğal hali ile D vitamini seviyemizi optimuma taşımalıyız. . Gereken hallerde uygun miktarlarda takviye edip bu esnada yeterince K2 ve Mg alımına ve PTH, kalsiyum, fosfor takibine özen göstermeliyiz.
Öneri;
Severek takip ettiğim 3 facebook grubu
- Coimbra Vitamin D Protocol For MS & AutoimmuneDisorders Facebook Group
- Vitamin D Deficiency and Treatment Facebook Group
- Vitamin D Wellness Facebook Group
💪 Her zaman sağlıklı ve aktif bir hayatınız ve optimal D vitamini seviyeleriniz olsun. Sağlıkla kalın..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.