Sağlığını Korumayı Öğren: AĞZIMIZDAKİ HABERCİ - Dt. TİJEN SERCERLİ DÜRER - KİTAP NOTLARIM 📖

1 Mart 2020 Pazar

AĞZIMIZDAKİ HABERCİ - Dt. TİJEN SERCERLİ DÜRER - KİTAP NOTLARIM 📖



“Savaşı zenginler çıkarır,  yoksullar ölür” der J. Paul Sartre. Her şehit haberinde bu cümle geliyor aklıma. Katman katman üzücü günler.. İnsanlık insanlığını unuttu. Vicdan artık bu dünyada bütün insanların yabancı dili oldu. İçimden yerimden kıpırdamak dahi gelmeyen bu Pazar gününü uzun zamandır bahsetmek istediğim bir kitap hakkında yazarak geçirdim ben de. Bahsedeceğim kitabın adı "Ağzımızdaki Haberci". 

Kitap bütüncül bir yaklaşımla ağız ve diş sağlığının tüm vücut sağlığı için neden ve nasıl çok önemli bir konu olduğunu anlatıyor. Bu kitabı okuduğunuzda şu tür soruların yanıtlarını bulacaksınız: Organ ve ağız sağlığı bağlantılarımız nelerdir? 

Hangi dişler hangi organları etkiler? Diş hastalıkları hangi yollarla organlarımızı etkiler? Ağzımızdaki dolgular, köprüler, protezler ve diğer restoratif maddeler masum mu? Ne gibi zararları olabilir? Ağız kokusu, diş sıkma, çene eklemi, diş eti problemlerinin altında yatan kök nedenler nelerdir? Ağız florasının önemi nedir; bağırsak florasıyla ilişkisi var mıdır? Amalgam ve florür konusunda yaklaşım nasıl olmalıdır? Amalgam dolgular sökülmeli midir? İmplant konusunda nelere dikkat edilmeli? Diş hekimliğinde tamamlayıcı tıp metotları nelerdir? Nöralterapi, hipnoz, akupunkturdan ne tür faydalar sağlanabilir? Diş sağlığı ile vitamin ve mineral eksikliklerinin ne tür bağlantıları vardır? Ağız sağlığı için bakıldığında beslenme nasıl olmalıdır  ve daha pek çoğu. 

Şu linkten kitabı edinebilirsiniz.(Şu an fiyatı oldukça uygun) Kitabı özellikle sürekli ağız ve diş sağlığı konusunda sorun yaşayanlara, çocuğu olan tüm ebeveynlere, amalgam dolgusu olanlara, herhangi bir kronik hastalık ile mücadele edenlere, ağız yüz vb bölgelerde sinir hasarı yaşayanlara  okumalarını öneririm.

Bu tarz kitapların yazarının kim olduğu ve mesleki geçmişinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü sağlık kitaplarının bir kısmı da yabancı kitaplardan al - çevir kopyala - yapıştır mantığı ile uzman olmayan kişiler tarafından yazılıyor. Kitabın yazarı Tijen Secerli Dürer diş hekimi olup İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinden 1988 yılında mezun olmuş. Uzun sayılabilecek bir meslek hayatı var.  Pek çok klasik diş hekiminden onu farklı kılan yanı bence mesleki eğitiminin üzerine pek çok tamamlayıcı tıp eğitimi almış olması ve diş hekimliğinde bütüncül yaklaşımı benimsemesi. Nöralterapi, mezoterapi, akupunktur, tıbbi hipnoz, kinozyoloji , kupa uygulaması aldığı kimi tamamlayıcı tıp eğitimleri. Yazarın instagram hesabını buraya bırakayım. Kitap oldukça anlaşılır bir dille yazılmış ayrıca bölümler gayet isabetli tasarlanmış. Böyle bir kitap yazdığı için de gönülden teşekkür ederim.

Diş problemleri ile eş zamanlı olarak çeşitli sağlık problemleri yaşamaya başlayan pek çok insan ile karşılaştım. O nedenle diş sağlığının sadece diş salığı olmadığını bilerek kitabı okumaya başladım. Bu gönderimde kendi düşüncelerim yanında  kitaptan aldığım notları, öğrendiklerimi derledim. Tüm diğer gönderiler gibi epey uzun. Bütünlüğün bozulmasını istemediğim için iki ayrı gönderiye bölmeyeceğim.  Yapacak bir şey yok. Sizin için yeterince ciddi ve elzem bir konuysa zaten satır dahi atlamadan okursunuz.



Kitabın kapağında “DİŞ PROBLEMLERİ KRONİK HASTALIKLARIN SEBEBİ OLABİLİR” yazıyor. Bence çok önemli bir ipucu. Bütüncül tıp yaklaşımıyla düşünüldüğünde çok yerinde bir tespit ve yerinde bir kapak sloganı. Çünkü diş sağlığı – biz ağrımadığı sürece pek farkında olmasak da – bütün sağlığın çok önemli bir parçası. Nitekim Hipokrat şöyle demiş “AĞIZ SAĞLIĞIN AYNASIDIR.” Acaba neden böyle dedi ve gerçekten de öyle mi? Bakın sadece dişler demiyor. Ağızın bütününü sağlığın indikatörü olarak gösteriyor.  Yani dişler, diş etleri, dil, yanak içleri, dudak, tükürük, nefes bunların hepsi demek ki vücudumuzun genel sağlığının bir yansıması ve buradaki problemler de hastalıkların sinyalidir. Hem vücuttaki hastalıklar ağza hem de ağızdaki hastalıklar vücuda yansımaktadır.

Diş hekimleri sıklıkla diş çürüklerinin, diş eti hastalıklarının ve çene eklemi hastalıklarının oluşturduğu ağrıları tedavi etmekle ya da dişi kurtarmakla, dişi kaybetmemekle, dişi tedavi etmekle ilgileniyor. Fakat vücutta yarattığı/yaratabileceği diğer etkilerin, hastalıkların neler olabileceği kısmına sıklıkla pek karışmıyor. Aslında bu kitabı alıp okumamdaki temel neden de bu. Yani tıpkı omuz ağrısı safra kesesi sorunlarından kaynaklanabileceği gibi, bir boyun ağrısı da çene eklemi bozukluğuna bağlı olarak meydana gelebilir. Ya da dizdeki kronik bir ağrı ağız ve dişteki bozucu bir problemden kaynaklanabileceği gibi, dişteki ağrı da bir piercing yüzünden olabilir. Kistli bir dişin çekiminden sonra hastanın omuz ağrısı geçebilir. Hastaya bir köprü yaptıktan sonra bel ağrısı geçebilir. Ya da eski bir dolgu farklı yeni bir dolgu maddesi ile değiştirildikten sonra hastanın alerjisi geçebilir. Dişlerdeki kapanış bozukluğu baş dönmesine sebep olabilir. Bağırsak florası bozukluğu diş eti hastalığına neden olabilir. Beden sadece kalp, sadece diş, sadece kas ya da sadece sinir değildir. Bir dişteki herhangi bir problem vücudun uzak başka bir bölgesini etkileyebilir. Aynı zamanda ağız ve dişler de vücudun diğer organ ve sistemlerinden etkilenir. İşte buna da Bütünsel Diş Hekimliği deniyor. Peki bu çift taraflı etkileşim nasıl oluyor? Şöyle oluyor; diş ve diş etlerinde bulunan sinirler, lenfatik akış, kan akışı, bağ dokusu tüm vücudu etkileyen merkezi bir rol oynamakta ve bütün vücudu etkilemektedir. Yapılan diş tedavisi, sinir sistemindeki uyarıların düzenlenmesine ve bağ dokusundaki yıkım ürünlerinin azalmasına vesile olarak vücudun kendini iyileştirmesine fırsat sunmaktadır. 


Dişlerin vücudun diğer bölgelerini etkileme yolları 6 tane olup şunlardır:

📍 Sinirsel Yol
📍 Bakteriyel yol 
📍 Toksik yol
📍  Alerjik Yol
📍 Enerjetik Yol
📍 Fasyal Yol



1 - SİNİRSEL YOL
Dişleri innerve eden, NERVUS TRİGEMİNUS adı verilen sinir, vücudun bütün bölgelerini etkileyen çok önemli bir sinirdir. Vücuttaki diğer sinirlerden önemli bir farklılığı vardır. Bu sinir, vücudun büyük bir bölgesini ilgilendiren iki ana sinirle beyinde aynı çekirdekte buluşur. VAGAL SİNİR (bütün karın bölgesini ilgilendirir) ve GLOSSOFHARYGEAL SİNİR (göğüs bölgesini ilgilendirir) aracılığı ile vücudun bütün ağrı, dokunma, basınç gibi duyuları dişlerin sinirlerinin beyinde bulunan çekirdeğine gelir ve buradan beynin korteksine ulaşır. Beyin tarafından verilen bütün cevaplar da tekrar bu çekirdeğe gelerek vücudun gerekli bölgelerine ulaştırılır. Bu durum, dişlerin vücuttaki bütün duyulardan haberdar olmasını, dişlerdeki duyulardan da bütün vücudun haberdar olmasını sağlar.

Kafada ise nervus trigeminusun gitmediği bölgelere giden nervus facialisle pek çok yerde bağlantı kurar ve bu da karşılıklı etkileşim demektir.

Dişlere ait sinirin beyindeki bir başka çekirdeği daha eşsiz bir özelliğe sahiptir. Beden kendi dengesini sağlamak için içeriden dört farklı yerden bilgi alır: Dişler, gözler, kulaklar ve kaslar. Bu alanlardan alınan denge bilgisi, beyinde trigeminal sinirin mezensefalik çekirdeğinde birleşir. Böylece dişlerin ve çene ekleminin dengesi bozulduğunda kulaktaki denge organları da bozulabilir ve baş dönmesine, kulak çınlamasına ve görme bozukluğuna neden olabilir.

Ayrıca dişlerdeki her türlü olumsuz bilgi, ağrı olsun ya da olmasın, sinirsel bağlantı yolu ile bütün hormonları yöneten bez olan hipofiz bezini etkiler. Böylelikle bütün hormonlarımız etkilenmiş olur. Hormonal düzensizlikle beraber limbik sistemimiz yani duygusal merkezler de etki altında kalır.

Yani SİNİRSEL BAĞLANTILAR YOLU ile ağız bölgesindeki bir problem vücudun her yerine yansıyabilir ve vücuttaki bir problem de ağız bölgesine yansıyabilir.

2 - BAKTERİYEL YOL 
Ağız bölgesi bakterilerin çok yoğun olduğu bir bölgedir. Bütün ölü dişlerin kök ucunda ya da kök kanalının içinde, diş eti hastalıklarında, gömülü dişlerin etrafında bulunan kistlerde, diş çekimi bölgelerinde bulunan tamamen iyileşmemiş alanlarda yoğun miktarda çok çeşitli bakteriler bulunur. Vücut bu bakterileri inflamasyonla yok etmeye çalışır.  İnflamasyon, vücudun kendi kendini iyileştirme çalışmasıdır. Şayet vücut inflamasyonu ortadan kaldırabilirse hastalık iyileşir, kaldıramazsa kronikleşir. Bu inflamasyon lenf sistemi aracılığı ile bütün vücuda yayılır. Bu nedenle sistemik olarak inflamasyona yol açma haricinde, direkt organlarda da sorun yaratabilirler. Örneğin uzun zamandır tekrarlayan bir idrar yolu infeksiyonunun nedeni kistli bir diş olabilir. Ya da ağızdaki enfekte alanlar diş hekimi tarafından tedavi edildikten sonra romatizma veya eklem ağrılarının şiddeti azalabilir.
Diş eti hastalıkları ve dişlerden kaynaklanan kistlerdeki bakterilerin ürettiği sitokinler tümör nekroz faktör (TNF - α) ve interlökin 1β (IL-1β) artışına, CRP seviyesinde artışa, hormonal bozukluğa, trigliserit ve LDL kolestrol artışına sebep olur.

Kalp hastalıkları başta olmak üzere, üreme organ hastalıkları, gebelikte düşük, düşük doğum ağırlığı, endokrinolojik bozukluklar, beyin, eklem hastalıkları, bazı kanser türleri, Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklarda diş hastalıklarının önemli bir etken olduğu pek çok araştırma ile ortaya konmuştur.

3 - TOKSİK YOL:

Ağız ve çene bölgesindeki toksinler farklı yollarla ortaya çıkabilirler. Diş kaynaklı patojen bakteriler ve restorasyonlarda kullanılan malzemeler, ağızdaki toksin kaynaklarıdır.

Bu toksinler venler aracılığı ile karaciğere, lenfler ile duktus thoricusa ve yutularak bağırsak ve mide dokularına iletilir.

Kanal tedavili ve ölü dişler bakterilerin bol bulunduğu alan olduğu için toksik yol açısından önemlidir. Bir diş öldüğünde yani sinir dokusu parçalandığında burada üreyen bakteriler, karaciğer için son derece toksik olan merkaptan, kadaverin ve tiyoeter, toksinler ve enzimler salgılarlar. Aynı şey iyi dolmamış kanal tedavileri için de geçerlidir. Yani kanal dolgu maddesi kanalı tam manasıyla tıkamazsa, kök ucuna kadar tam anlamıyla dolmazsa burada bakteri üremesi için uygun ortam oluşur. Kanal dolgu maddesinin ulaşamadığı bölgelerde bakteriler ürer. Bağışıklık sistemimizin bir parçası olan büyük beyaz kan hücreleri ve antibiyotikler bu kanalın içine nüfuz edemezler ve bakteri üremesi devam eder. Dolayısıyla toksinler üretir. Bu toksinlerse lenfler ile yayılır. Yine bu kanallarda, candida albicans adı verilen maya mantarları da üreyebilir. Bunlar da karaciğer üzerine toksik etkisi olan yıkıcı enzimler üretirler. Bazen kök kanallar tam doldurulmuş olsa bile, yan kanal denilen gözle görülmeyen ince kanalcıkların içinde bakteriler üreyebilir. Bazı durumlarda bu bakterilerin yayılmasını önlemek amacıyla vücut, kök ucunda kist adı verilen bir kese oluşturur.

Gömük dişler de önemli bir inflamasyon alanı olduğu için toksik açıdan önemlidir. Gömük dişlerin inflamasyon kaynağı olmasının sebebi, normalde dişin ağza doğru sürmesini sağlayan ve diş ağza ulaştığında kaybolup parçalanması gereken sürme folikülü adını alan, röntgende gömük dişin taç kısmının etrafında yuvarlak siyah bir alan olarak görülen bölgedir. Bu foliküller pek çok kez, diş yukarı doğru süremediğinde kist halini alır ve bu bölgede daimi olarak kronik bir inflamasyona neden olur. Aynı durum çekilmiş dişlerden arta kalan temizlenememiş kistlerde de söz konusudur. Bu tür kistlerin neden olduğu inflamasyon herhangi bir belirti vermeden, ağrısız olarak yıllarca sürebilir ve vücuda zarar vermeye devam eder. Bu nedenle çekilen röntgenlerde görülen her türlü kist ve riskli bölge ağrı beklemeksizin tedavi edilmelidir. Kist dişin arkasına saklanmış ise sıradan röntgenlerde görülemeyebilir ancak tomografi çekildiğinde görülebilir veya kinezyolojik yöntemlerle teşhis edilebilir.

Bakteriler enzimatik faaliyetleri sonucunda kükürt içeren bir aminoasit olan HOMOSİSTEİN oluşur. Homosistein artması kalp ve damar hastalıklarının oluşmasına neden olur.

Şayet ağızda AMALGAM bir dolgu varsa, bu dolgudan açığa çıkan cıva, bu bakterilerin ürettiği merkaptan ile reaksiyona girerek DİMETİL CİVA adı verilen civanın daha tehlikeli bir formunun oluşmasına neden olur.

Diş kökündeki ağrı yapmayan kronik apseler uzun süredir orada bulunduklarından bu alanlarda daha büyük bir toksik yayılma vardır. Bu kronik apseler dejenere olarak Kronik Fokal Skleroze Osteomyelitis de oluşturabilir. Osteomyelitis; kemiğin içinde vücudun infeksiyonu baskılamak için aşırı kemik dokusu oluşturduğu ve röntgende kemiğin içinde beyaz olarak görülen alanlardır. Bunların % 85 i alt çenenin büyük azılar bölgesindedir. Bu bölgelere NÖRALTERAPİ yapılarak iyileşmeye katkıda bulunulabilir.

İmplantlar da şayet yeterince iyileşmezse ya da yeterli kalınlık ve yükseklikteki kemiğe yapılmamışsa kronik infeksiyon kaynağı oluşturabilirler. Buna periimplantis denir ve röntgende implantın etrafında daha koyu renkli alan olarak veya diş etlerinde infeksiyon şeklinde ağızda görülebilir.

Restoratif Maddelerin Toksisitesi
Dental materyallerin pek çok olası yan etkisi vardır. Bu materyaller üzerinde deneyler laboratuvar şartlarında ve sıklıkla sağlıklı hayvanlarda yapılmakta olup kişilerin bireysel özellikleri üzerinde yaratacağı etkiler test edilmiş olmaz. Diş hekimliğinde kullanılan restoratif maddelerin tamamına yakını vücut için zararlı malzemelerdir ve gerçekten biyouyumlu bir malzeme yoktur (Abovvv, bu hiç iyi olmadı) Bütün restoratif materyallerden değişik oranlarda toksin açığa çıkar. Kullanılan restoratif materyaller bedenin sadece kompansasyon yeteneği ile ağızda kalabilmektedir. Bu durumda kompanzasyon yeteneği azaldığında daha önce bireye dokunmayan bir malzeme daha sonra dokunmaya başlayabilir. Bir restoratif malzemenin kişiye dokunup dokunmayacağı ve toksik olup olmayacağı pek çok faktöre bağlıdır. Örneğin toksinin tipi, miktarı, maruz kalma süresi, kişinin bedeninde önceden birikmiş toksin miktarı, kişinin beslenmesi ve vücuttaki asidite durumu, mevcut hastalıkları gibi faktörler nedeni ile bir dolgu maddesi bir kişiye dokunurken bir başkasına dokunmaz.

Bütün malzemeler korozyona uğrar ve belirli miktarda iyon açığa çıkarır. Beden asiditesi artmış bir kişide korozyon ve açığa çıkan iyon da artacaktır. Dolayısıyla kişinin malzemeye vereceği bedensel tepki de değişir. Bunun yanında iç detoksifikasyon faktörlerinin (örneğin glutatyon eksikliği) ve dış detoksifikasyon faktörlerinin eksikliği (örneğin C vitamini eksikliği) metallerin organizma tarafından tolere edilip edilmeyeceğini belirleyen etkenlerdir.

Hastaların eski dolgulardan, kanal tedavilerinden, kaplamalarından hiçbir şikayeti olmamışken yeni yapılanlarda bir türlü rahat edememelerinin nedeni eski restoratif materyallerden açığa çıkan iyon miktarı azalmışken yeni malzemelerden açığa çıkan miktarın çok yüksek olmasıdır.

Bağışıklık sistemi yalnızca büyük moleküllere hassasiyet gösterdiğinden restoratif malzemelerden açığa çıkan iyonlar protein, lipit, polisakkaritler gibi büyük moleküllere bağlanmadıkça organizma tarafından fark edilip bağışıklık yanıtına yol açmazlar. Bu yüzden de yok edilemezler; bedende serbestçe dolaşıp toksik reaksiyona neden olabilirler. Bu toksik etkiler malzemenin hücreye zarar vermesi, kanser yapma etkisi, genotoksik etkiye sebep olması, östrojen reseptörlerine bağlanması gibi farklı şekillerde olabilmektedir.

Bazen belirtiler ağız ve diş bölgesinde değil de vücudun uzak bölgelerinde görülür. (Sistemik toksisite) Örneğin yıllarca iyileşmeyen ürtiker ağızdaki kaplamalar nedeniyle olabilir.

Bu nedenlerle herhangi bir restoratif malzeme kullanılacağı zaman Vegatest, proquant gibi cihazlar ile, kinezyolojik metotlarla veya laboratuvarda yapılacak lenfosit transformasyon testi (LTT) ile malzemenin vücut tarafından tolere edilip edilemeyeceği kontrol edilebilir. Kullanılacak ilaçlar, metaller, akrilikler, kanal dolgu malzemeleri bu yöntemlerle kişiye özel seçilirse problemler minimuma indirilebilir.

Dental materyaller 1-) polimerler 2-) metaller olarak sınıflandırabiliriz.
Polimer materyaller diş hekimliğinde protezlerde ve kompozit maddelerde kullanılırlar. Polimer materyallerde Bisfenol-A, hidrokinonlar, aldehitler, metilmetakrilat, benzoil peroksit gibi toksik maddeler bulunabilmektedir.

Metallerse diş hekimliğinde kron, implant, ortodontik braket, iskelet protez, amalgam dolgu ve flor olarak kullanılırlar.

Bütün metaller ıslak bir ortamda az ya da çok korozyona uğrar ve belli miktarda iyon açığa çıkarır. Özellikle ortam asidikse veya ısıtılırsa korozyon ve açığa çıkan iyon miktarı artar. Ağız ıslak olduğu için korozyon için çok uygun bir ortamdır. Asidik gıdalar ve içeceklerin alınması, ısı, sigara içilmesi, florlu diş macunları korozyonu arttırıcı etki gösterir.

Kıymetli metaller kıymetsiz metallere göre daha az korozyona uğrarlar. Bu nedenle bedenle daha uyumludurlar. Titanyum, zirkonyum kıymetli metallerdir. Ve klasik porselen köprülere nazaran bedenle daha uyumludurlar. Genel olarak zirkonyum titanyuma nazaran daha kolay tolere edilebilen bir kıymetli metaldir. Ancak titanyum daha sağlam ve kemikle birleşimi zirkonyumdan daha iyi olmasından dolayı implant olarak titanyum tercih edilir.

Ortodontik braket ve teller kıymetsiz bir metal olan nikel esaslı oldukları için ağızda uzun süre kullanılmamalıdır. Ortodontik tedavi sırasında özellikle asitli gıdaların kesinlikle kullanılmaması gerekir.

Köprülerde kullanılan metallerin de nikel esaslı olmamasına dikkat etmek gerekir. Son zamanlarda porselen köprülerde kullanılan metallerde nikel oranları azaltılmış ya da kaldırılmış olsa da kıymetsiz metallerle yapılan kron ve köprüler pek çok kez vücuda dokunabilir.

AMALGAM DOLGULAR tamamlayıcı tıp hekimleri tarafından kesinlikle reddedilen bir dolgudur. Kompozit dolgulara göre daha ucuz, yapımı daha kolay ve ağızda kalma süresi daha uzun dolgulardır.

AMALGAM dolgularda diğer metallerin (gümüş, bakır vb) yanı sıra önemli miktarlarda CIVA bulunur. Her bir dolgu bir termometredeki kadar cıva ihtiva etmektedir.

Çiğneme, diş gıcırdatma, florlu diş macunuyla fırçalama, asidik içecekler, sıcaklık, asitlik ve başka metallerin varlığı yüzünden oluşan korozyon sonucunda amalgam dolgulardan cıva buharı açığa çıkar. Solunan cıva buharı akciğerler tarafından tutulur.
Cıva tüm vücut organ ve dokularında en çok da böbreklerde birikir. Beyinde, akciğer, karaciğer, gastrointestinal sistem ve ekzokrin bezlerde daha düşük miktarlarda birikir. Amalgam dolgulardan açığa çıkan cıva, ağız ve bağırsak bakterileri tarafından METİL CIVA ya çevrilir ve proteinler tarafından hemen bağlanır.

Konvansiyonel diş hekimleri amalgam dolgusunu söktürmek isteyen hastalara karşı dip balıklarında da fazla miktarda cıva bulunduğunu söyleyerek savunmada bulunurlar. Ama unutmamak gerekir ki kimse her gün ve her gün dip balığı ya da midye yemez. Oysa her gün 24 saat boyunca ağzında amalgamla yaşar. Üstelik balık vb ile yutulan cıvanın %80 i bağırsaklar yoluyla atılırken amalgamdan açığa çıkan ve solunan cıvanın %80 i bedende birikir

📍Cıvanın zararlarına bloğumda diğer gönderilerde değinmiş olsam da burada kısaca özetlemek gerekirse:

S Cıvayı pek çok metalden ayıran özellik lipofilik yani yağda çözünebilir olmasıdır. Bu özellik cıvanın hücre zarına geçebilmesini ve sinirler tarafından taşınabilmesini sağlar. Bu nedenle vücut içerisinde çok kolay dağılır.
S Kan beyin bariyerini geçerek direkt olarak beyin ve hipofize taşınır. Hipofiz hormonu oksitosini azaltır.
S Bağ dokusunda ve hücre içerisindeki cıvanın yarılanma ömrü 15-30 yıldır.
S Ayrıca cıvanın tüm formları plasentayı aşabilir ve amniyon sıvısı ve fetüs kanına, ayrıca anne sütüne geçebilir.
S Cıva stres hormonu yani kortizolü arttırır.
S T3 hormonunu etkiler, düşük tiroid fonksiyonu oluşur.
S Kalp krizi riskini 2,9 kat arttırır; mitokondrilere zarar verir.
S Bağışıklık sistemini bozar.
S Antibiyotiklere direnç gelişmesine neden olur.
S Cıva ve diğer ağır metaller esansiyel minerallerle rekabet eder ve fonksiyonlarını engeller.
S Kurşun ve cıva B1 vitamininin (tiamin) içinde bulunan sülfüre bağlanarak B1 eksikliğine neden olur.
S Östrojen baskınlığını yükselterek progesteron reseptörünü devre dışı bırakır.

S Selenyumla yer değiştirerek en önemli membran bağlama antioksidanı olan azalmış glutatyonun geri dönüşümünü engeller de detoksifikasyonu riske atar.
Yani ağzınızda amalgam dolgular olduğu müddetçe sürekli civaya maruz kalıyorsunuz. Dolgulardan alınan cıva buharının %80’inin akciğerler yoluyla vücuda dağıldığı tahmin ediliyor ve bu cıva özellikle de beyin, böbrek, karaciğer, akciğer ve gastrointestinal sistemde birikiyor.

S Iowa Üniversitesinin yaptığı bir araştırmada dişlerinde amalgam bulunan bir bireyin 10 dk sakız çiğnemeden önce ağız içi havasındaki Hg miktarı 0,88 µcg seviyesindeyken, sakız çiğnedikten sonra 13,25 µcg seviyesindedir (Amalgam dolgusu olmayanlarda bu miktarın 0,05 µcg olduğu bulunmuştur). Bunun günde en az 3 defa tekrarladığı ve bir amalgam dolgunun ortalama ağızda kalma süresinin 5-10 yıl olduğu göz önüne alınırsa solunum yoluyla alınan cıvanın ne kadar çok olduğu görülebilir.

Amalgam dolgular toksik etkinin yanı sıra toplumun %2-3 ünde alerjik reaksiyonlara da neden olurlar. Ağızda çeşitli yaralar meydana gelebilir.

Amalgam dolgular diğer amalgamlarla veya başka metalik malzemelerle devamlı olarak temas ettiklerinde pulpa, diş eti ve çevre dokuları etkileyen bir galvanik akım meydana gelir. Bu akım bazı durumlarda ağrı veya ağızda tat bozukluğuna neden olabilir.

Amalgam Dolguları Söktürmek Gerekir Mi ve Nasıl Sökülmeli?
İşte bu sorunun cevabını merak edenlerdendim ben de. Dr hanımın açıklık getirmesine sevindim. Cıva sağlığa bu kadar zararlı olduğu halde bu, hemen gidin ağzınızdaki amalgam dolguları söktürün anlamına gelmez diyor. Sebep olarak da 18 yıldan (cıvanın yarılanma ömrü) eski amalgam dolgulardan çıkan cıva, azalmaya başlamıştır ve dolguda kırık ya da çürük gibi tıbbi bir gereklilik olmadığında sökülmesine de gerek olmayabilirmiş. Hâlâ vücuda zarar vermeye devam edip etmedikleri kinezyolojik yöntemlerle tespit edilebilir. Fakat yeni amalgam dolguların ağızda tutulmaması gerekmekteymiş.

% Amalgam dolgu sökümünde dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıra :

ìAmalgam sökümü sırasında “rubber dam” adı verilen sadece dolgusu sökülecek dişi açıkta bırakan ve ağızda cıvanın dağılmasını önleyen bir lastik örtü kullanılmalıdır.
ìSöküm sırasında cerrahi aspiratör adı verilen kuvvetli bir aspiratör dolgunun hemen yakınında tutulmalı ve dolgu artıklarının dağılması önlenmelidir.
ìÇok kısa sürede çok sayıda amalgam sökümü sırasında solunan cıva, hastanın semptomlarını ağırlaştırır. Her bir dolgunun sökümü arasına en az 15 gün koymak gerekir.
ìAmalgam dolguyu sökerken oda havalandırılmalıdır.
ìDolgu sökümü sırasında hastanın oksijen soluması önerilir.
ìLastik örtünün kenarlarından amalgam parçacıklarının olduğu suyun sızmış olma ihtimaline karşın “rubber dam” çıkarıldıktan sonra ağır metal tutan özel kil gargaralar kullanılmalıdır.
ìAmalgam sökümü yapılan dolgunun olduğu bölgeye nöralterapi yapmak, o bölgedeki ağır metalin daha kolay atılmasını sağlar.
ìHastada kronik yorgunluk sendromu, romatizmal şikayetler, ankilozan spondilit, MS, parkinson veya başka ağır semptomlar görüldüğünde hemen amalgam dolguları sökmeye başlamamak gerekir. Ne kadar korunursa korunsun amalgam sökümü sırasında ortaya çıkan cıva, bu hastalar tarafından tolere edilemeyebilir. Hastanın önce bağ dokusundaki toksin miktarı çeşitli bitkisel preparatlar ve diyetle azaltılıp belli bir iyilik hali oluştuktan sonra amalgam sökümüne başlanmalıdır.
ìAmalgam dolgu sökümünden hemen önce ağır metal şelasyonu ve Se, Zn ve Mg gibi detoksifikasyona yardımcı olacak minerallerin kullanılması önemlidir. Fakat hiçbir şelasyon bağırsak florası düzeltilmeden ve hekim kontrolü olmadan yapılmamalıdır.
ìDiş hekimleri hastalardan çok daha fazla tehlike altındadır. Günümüzde diş hekimleri daha az amalgam dolgu yapsalar da çok fazla eskimiş dolguyu sökmektedirler.
ìAmalgam söküldükten sonra ortamda asılı cıva partikülleri, diş hekimleri tarafından solunmaktadır. Bu nedenle odanın havalandırılması ve diş hekimlerin kendilerine ağır metal şelasyonu yapmaları gerekmektedir

FLOR MESELESİ
Vücut için gerekli temel elementlerden biri olan flor diş ve kemik yapısında toplam 2-3 gr, kanda 100 ml de 0,3 mg kadar bulunur. Fazlasının zararları vardır. Et, sakatat, yumurta, ıspanak, elma vb kimi yiyecekte doğal olarak vardır. Çay bitkiler içerisinde en fazla flor bulundurandır. Bir fincan çay yaklaşık 0,12 mg flor içerir.

Florun diş çürüğünü azaltma konusunda etkin olduğu düşünüldüğü için diş macunları, gargaralar vb preparatlarda, kimi ülkelerde içme sularında kullanılıyor.

Florür nörotoksiktir. Kan-beyin bariyerini aşar ve özellikle hipokampuste birikim yaparak anormalliklere neden olur. Florür serbest radikal üretilmesini uyarır ve buna bağlı olarak oksidatif strese neden olarak beyindeki antioksidan işleyişini bozabilir. Bu da bedenin ihtiyaç duyduğu Fe ve Mg miktarının azalmasına neden olur. Ayrıca iyota bağlanarak tiroit fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Birçok enzimin çalışmasını engeller. DNA, RNA ve protein sentezini bozar. Ayrıca florür alüminyum ile sinerjistik olarak hareket eder ve beyin hücrelerini olumsuz etkiler.

Bu sebeplerle Sistemik florür kullanılmamalı ( !! özellikle çocuklarda okullardaki vernik uygulamalarına dikkat ) ve diş hekimliğinde florürlü jeller uygulanmamalıdır. Çünkü bunlar kolaylıkla yutulabilmekte, ağız mukozasından emilebilmektedir. Bunun yerine çocukta neden çürük oluyor bu araştırılmalı. Beslenme düzeltilmeli, emilim sorunları var mı bakılmalı.

Hem flor dolayısıyla hem de içerdikleri diğer kimyasallar dolayısıyla piyasada sık olarak satılan diş macunlarının yerine kimyasalı azaltılmış yeşil bantlı doğal malzemelerle yapılan diş macunlarını kullanmak gerekir.


4 - ALERJİK YOL
Diş tedavilerinde kullanılan her türlü malzeme vücut için yabancı bir maddedir ve alerjen olabilir. Bir hastada alerjiye sebep olmayan bir kimyasal madde bir başka hastada kuvvetli alerjenik olabilmektedir. Bu bireyin bağışıklık sisteminin ve de bağırsak florasının güçlü olup olmamasıyla ilgilidir.(Diş konusu da gidiyor bağırsak florasına bağlanıyor)

Farklı tiplerde alerjiler vardır. Mesela Tip 1 Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu adı verilen alerji tipi normalde zararsız olan bir çevresel alerjenle tekrar karşılaşma sonucu gelişir. Birey söz konusu alerjenle ilk karşılaşmasında IgE sınıfından antikor üretmiştir. Gelişen alerjik reaksiyon alerjenin dozuna ve maruz kalınma yoluna göre değişebilir. Gözlerde vb. ödem, kaşıntı, sulanma, şişme olabileceği gibi dolaşım yetmezliği ve şok da meydana gelebilir. Nikel alerjisi ya lokal anestezi alerjileri gibi
Tip 3 Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu alerjilerine örnek olarak ise diş eti hastalıklarındaki ya da dişlerdeki kronik infeksiyonlardaki bakterilere karşı oluşan alerjiler örnek verilebilir.


5 - ENERJİSEL YOL
Bütün canlı ve cansız maddelerin olduğu gibi insan vücudunun da bir manyetiği ve manyetik alanı vardır. Her hücrenin kendine özgü bir elektrik devresi vardır. Elektrosmog yani bir elektrik yükünün başka bir elektrik yükü üzerinde yarattığı çekme ve itme kuvveti elektrik alanı varlığında insan vücudunun kendi molekül ve atomlarının arasında kurduğu elektriksel denge ve biyokimyasal işleyiş bozulur. 

Elektrosmogun ağızdaki restorasyonlarla da ilişkisi vardır. Mesela ağızdaki metalik restorasyonlar cep telefonu ile konuşulması sırasında cihaz ile bir dipol oluşturur ve beynin o süre boyunca manyetik alandan daha fazla etkilenmesine neden olur. İki amalgam dolgu arasında 450-900mV bir elektrik akımı ölçülebilir. Bu akım beynin normal 50-100 mV akımından çok daha yüksektir ve beyne enerji akışının engelleyerek pek çok hastalığa katalizör etki yaptığı düşünülmektedir. Bu akım ağızda farklı metallerin bir arada bulunması durumunda daha fazla olur.

Akupunktur mantığına göre dişler bir mikro sistemdir. Yani her diş vücuttaki meridyenleri ve onlara bağlı organları etkiler. Her ölü, kanal tedavili, çekilmiş diş ya da implant temel sistemde ve meridyen sisteminde kronik bozucu bir enerjisel alan oluşturur. Kullanılan bütün dental materyallerde özellikle metalik olanlar aynı bozukluğa neden olurlar. Dişlerdeki problemler er ya da geç bağlantılı oldukları bu organlarda hastalık oluşmasına neden olurlar. Örneğin alt üst ön keser dişler idrar yolları, böbrek ve genital bölge gibi organları ilgilendirir. Köpek dişler karaciğer, safrakesesi, kalça eklemi, diz, göz, bademcikleri; alt küçük azı dişleri ve üst büyük azı dişleri pankreas, mide; üst küçük azılar ve alt büyük azılar akciğeri, kalın bağırsağı; 20 yaş dişleri ise kalp ve ince bağırsağı ilgilendirir.

Her ölü, kanal tedavili, çekilmiş diş ya da implant temel sistemde ve meridyen sisteminde kronik bozucu bir enerjisel alan oluşturur. Enerjisel bozukluğun düzeltilebilmesi için bu bölgelere nöralterapi ya da ağız akupunkturu uygulanmalıdır.


6 - FASYAL YOL
Çiğneme sisteminin herhangi bir yerinde ki sorun yalnızca o bölgenin fonksiyonlarını etkilemekle kalmaz sisteme ait diğer bölge ve fonksiyonları da zincirleme olarak etkiler. Örneğin baş ağrısı, baş dönmesi, boyun ağrısı, kulak çınlaması, bel ağrısı, göz ağrısı, görme bozukluğu, basınç hissi, kronik yorgunluk, uyku düzensizliği, idrar kaçırma vb gibi pek çok rahatsızlığa sebep olabilir

Fasyal yol açısından çene eklemi çok önemlidir. Aynanın karşısına geçin ve yavaşça ağzınızı açıp kapayın. Çeneniz açılırken ya da kapanırken dümdüz açılmak yerine bir tarafa doru kayıyor mu ya da S çiziyor mu? Sabahları uyandığınızda çene kaslarında konuşmak ve yemek yemekle kısa sürede geçen tutukluk ya da ağrı hissi var mı? Her iki elinizin parmak uçlarını çene ekleminizin üzerine bastırırken hassasiyet var mı? Ağzınızı açarken ekleminizden çıtırtı sesi geliyor mu? Kulak çınlaması, baş ağrısı, yutkunma güçlüğü yaşıyor musunuz? Her iki serçe parmağınızı kulaklarınızın içine sokun ve çenenizi yavaşça açıp kapayın. Parmak uçlarında hissettiğiniz eklem hareketi aynı anda mı oluyor yoksa birisi diğerinden farklı mı hareket ediyor? Bu sorulardan birkaçına evet cevabı veriyorsanız çene eklemi hastalığınız olabilir.

Çene eklemi en fazla kullandığımız eklemdir. Çene eklemi hastalıkları hem diş hekimlerinin hem de fizik tedavi uzmanlarının uzak durduğu bir konudur. Alt çene kemiği vücudun sağı ve solunu birbirine bağlayan tek kemiktir. İki tarafı bir birine bağlar. Çene eklemiyle ilgili bir sorun olduğu zaman diğer tarafa iletilir. Bu sebeple çok önemlidir. Bu eklemde bulunan liflerin yapısı diğer eklemlerden daha esnektir ve pek çok yönde harekete izin verir. Bu özellik bu eklemdeki ağrıların diğer eklemlere nazaran daha az olmasını sağlar.



Aynı zamanda çene ekleminin hemen üzerinde durameter adı verilen beyni saran bir zar vardır. Bu zar çene ekleminde oluşan basınç farklılıklarını algılar ve gerilir. Bu zar enseden omur boyunca inerek omuriliği sarar. Bu nedenle çene eklemindeki bir gerginlik ve bozukluk boyunda ve belde gerginlik ve ağrı olarak hissedilir. Çene ekleminin kendisi ise sahip olduğu esneklik dolayısıyla uzun bir süre ağrı hissetmez. Pek çok diz, bel ve boyun ağrısı çene eklemi probleminden kaynaklanabilir.

Çene eklemi hastalıklarının oluşması için pek çok sebep vardır. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir:
S Diş gıcırdatma, diş sıkma
S Tek taraflı çiğneme
S Diş eksikliği
S Nefesli aletler çalmak, pipo içmek, kalem çiğnemek vb  alışkanlıklar
S Ortodontik bozukluk
S Çene eklemi travması
S Çene eklemine baskı gelecek şekilde uyumak
S Postür bozukluğu
S Devamlı olarak topuklu ayakkabı giymek
S Mineral eksiklikleri
S Romatizmal hastalıklar
S Sublukasyon adı verilen eklemlerin fazla esnek olma hali
S Çene eklemine yakın bölgede lipom adı verilen yağ bezeleri veya yara izleri

Böyle pek çok sebebi olabilen çene eklemi hastalığının tedavisi de tek bir yöntemle olmaz.

Çene eklemi hastalıklarının büyük çoğunluğu kas kaynaklıdır. Çiğneme kaslarının içinde tetik nokta adı verilen nodüller bulunur. Tetik noktalarının varlığı sadece oldukları bölgede değil uzak bölgelerde de ağrı, gerilme, seyirme gibi problemler yaratabilir. Sinüs, kulak, boyun, çene altı, gözler, kaşlar, şakaklar gibi pek çok alan tetik noktalardan etkilenir. Kas kaynaklı çene eklemi hastalıklarının tedavisinde ilk yapılacak şey bu nodülleri nöralterapi, akupunktur, masaj vb gibi yöntemlerle ortadan kaldırmak olmalıdır. Çene ekleminde görülen kaymanın sebebi olabilecek diş eksikliği giderilmeli, ortodontik bozukluk düzeltilmeli, diş sıkma için önlem alınmalı, mineral eksikliği giderilmeli, postür bozukluğu düzeltilmeli.

Çene ekleminin kendisinden kaynaklı problemlerde eklemin içine hyaluronik asit enjeksiyonu veya cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir.

BRUKSİZM (Diş Sıkma ve Gıcırdatma)
Normal bir bireyde çiğneme esnasında kullanılan ısırma kuvveti yaklaşık 27 kg, maksimum istemli ısırma 70 kg dır. Diş sıkma ya da gıcırdatma sırasında ise bir dişin üzerine 2,5 saniyede 440 kg a kadar çıkabilen bir yüklenme olabilmektedir.

Bruksizm hem gece hem gündüz bazen de ikisi bir arada görülebilir.
Bruksizm kişinin psikolojisi ile de alakalı olup gergin, öfkeli, duygusal bozukluğu olan kişilerde “gergin bruksizm” adı verilen bir bruksizm tipi gelişir. İkinci grup “gergin olmayan bruksizmler” olup daha çok depresif ve obsesif özellikleri olan bireylerde yaygındır. Ancak bruksizm sadece bir kişilik yapısı sonucu oluşmaz. Serotonin adı verilen mutluluk hormonunun %80 i bağırsakta probiyotik bakterileri tarafından üretilmekte olup düzgün bağırsak florası brusizmden korunmanın en doğru yoludur. Bağırsak florası bozuk olan kişilerin mineral dengeleri de bozuktur. Bu durum da bruksizmde önemli rol oynar. B6 vitamininin eksikliği magnezyum ve çinko eksikliğine neden olur. Kalsiyum, magnezyum ve çinko düzeylerinin değişmesi kaslarda kramplara ve sinirliliğe neden olur.

Dişlerde uzamalar, yer değiştirmeler, çene eklemi hastalıkları dişlerin kapanmaları sırasındaki temas noktalarını değiştirir. Bu durumda birbirine fazla çarpan dişler bruksizme neden olur. Geceleri yüzüstü ve el çene altında yatmak, çenenin kaymasına neden olarak dişlerin sıkılı durmasına yol açar.

Bruksizm için verilen pek çok antidepresan bağırsak florasını bozarak durumu daha da ağırlaştırabilmektedir. Bu nedenle anksiyete bozukluklarında psikoterapi tercih edilmelidir. Aritmi ve hipertansiyon tedavisinde kullanılan kalsiyum kanal blokeri ilaçlar da bruksizme neden olabilmektedir. Bruksizm tedavisinde ilk yapılacak iş çiğneme kaslarında oluşmuş olan halk arasında kulunç olarak adlandırılan tetik noktaların gevşemesini sağladıktan sonra yanlış oklüzal kontakları düzeltmektir. Bağırsak florasını düzeltmek ve psikoterapi, kas gevşetme egzersizleri, postür düzeltme bruksizm tedavisinin önemli bir kısmını kapsar. Sert bir malzemeden yapılan ve geceleri takılan “splint” adı verilen gece plakları, bruksizm tedavisinde önemli bir yer tutar. Fakat bunların amacı çene eklemi hastalıklarını tedavi etmek değil, sıkmanın getireceği hasarın tekrar etmesini önlemektir. Gece plağının kullanılmasının mantığı, kasların uzun kalmasını ve sıkma gücünün azalmasını sağlamaktır. Bu nedenle ince ya da yumuşak plaklar kasları uzun tutamadığından bruksizmde kalın ve sert gece plakları kullanılır.

Bruksizm için yapılan gece plağı çene ekleminde oluşabilen kaymalar ve sebepleri düzeltilmeden uygulandığında tedavinin başarı oranı düşecektir.

DİŞ ETİ HASTALIKLARI
Diş eti hastalıkları (periodontal hastalık) kronik infeksiyon hastalıklarıdır ve burada yaklaşık 350 çeşit bakteri yer alır.


Diş eti hastalığının kendisi bir inflamasyona neden olup vücut için problem yaratırken diğer taraftan diş eti hastalığı organizmadaki bir inflamasyon kaynaklıdır. Diş etleri hastalıkları metabolik bozuklukların tespiti için adeta bir erken uyarı sistemidir. Diğer bir deyişle diş etinde bir hastalık varsa vücudun diğer organ sistemlerinde de benzer bir hastalık olabilir. Diş eti hastalığına sahip kişilerde hücresel bağışıklık sorunu bulunur.

Vücutta toksinlerin artması, antioksidan tamponlama sisteminin tükenmesine ve yıkıcı inflamatuar yanıtın başlamasına neden olur. Bazı mikroorganizmalar konağın bağışıklık sisteminin uyarılmasını engelleyecek enzimler salarlar. Bu durumda bireyin bağışıklık sisteminde bir yanıtsızlık oluşur ve diş eti hastalığı oluşur. Mg, Zn, Cu, Mn, Se, E vitamini, sülfür içeren aminoasitler ya da C vitamini, A vitamini, folik asit , B12 vitamini ve K vitamininin olması gerekenden daha düşük miktarlarda bulunması hücrelerin yapısal bütünlüğünün bozulmasına, membranların tahribine ve alveol kemiğinin yıkılmasına neden olur.

i Ayrıca yine çok önemli bir bilgi de şudur ki ağır metaller (cıva, kron köprü, implantlarda ve hareketli protezlerde kullanılan metaller, sigara, vb ağır metaller) bağırsak florasında maya mantarları tarafından tutulurlar. Ağır metal birikimi bu nedenle maya mantarı artışına ve disbiyosise yani doğal floranın bozulmasına sebep olur.


Disbiosis yani doğal bağırsak florasının dengesinin bozulması durumunda
patojen bakteriler çoğalır.
pH değeri değişir.
pH aside dönerse diş çürükleri, alkalik olursa diş taşı oluşur. 
Diş eti hastalığı başlar.
Flora tarafından sentezlenen K ve B vitaminlerinin azalması diş eti kanamalarına sebep olur.
Vitamin eksiklikleri görülür. Bunlar dudak kenarında çatlaklar, diş eti kanamaları, dil renginde, dil şeklinde değişiklikler şeklinde görülebilir.
Yine bağırsak florasının değişimiyle birlikte tükürüğün içerisindeki IgA yani mukozal bağışıklığı sağlayan faktör değişir. Bu da ağzın savunma mekanizmasında değişikliğe sebep olur ve patojen bakterilerin sayısını arttırır. Tükürük IgA antikorlarının, çocuklarda diş çürüklerine karşı doğal bir koruma sağladığı düşünülmektedir.
Tükürüğün tamponlayıcı etkisini sağlayan bikarbonatların oranı, flora bozukluğunda değişeceği için ağızdaki asidik ortam artar ve daha sık çürük oluşur. Ağızda kullanılan her türlü restoratif malzemeden ortama iyon salınımı daha fazla olur ve mukozanın koruyucu bariyeri zayıfladığı için bu iyonlar mukozadan içeriye girer. Ağızda görülen malzeme alerjileri, likenoid yapılar, yanan ağız sendromu gibi rahatsızlıkların altında bağırsak florası bozukluğu görülür. Yine ağızda sık görülen aftlar, bağırsak florası bozukluğunun sonucu zayıflayan bağışıklık sisteminin bir görüntüsüdür.
Tükürüğün içerisindeki Na, K, Ca, Mg oranları değiştiğinden tükürüğün kıvamı ve yapısı değişir.
2-3 yaşındaki çocukların dişleri üzerinde de diş taşı benzeri siyah lekelenmeler olur.
Ağız kokusu görülür. Pek çok kez hastanın dişlerinde sorun olmadığı ve hijyene dikkat ettiği halde ağız kokusu şikayeti yaşadığı görülür.
Ağızda pamukçuk benzeri mantarlar görülmesi bağırsak florası bozukluğunda (candidiasis) olur.
Osteoporozda vücut asidikliğinin önemi çok büyüktür. Beden asidi Ca ile bağlayarak nötralize etmeye çalışır. Bağ dokusundaki asidiklik ortamdaki Ca dan daha fazla ise kemiklerden Ca çekilerek asidi bağlar ve osteoporoza yol açar. İşte aynı olay dişleri  saran kemikler için de geçerlidir. Yumuşak dokuda infeksiyon ve ödem olurken kemik dokuda da osteoporoz gerçekleşir.

i Kefir, sirke, yoğurt gibi probiyotik içeren gıdalar tüketilse bile flora bozukluğu varsa bunlar yeterli olmaya bilir. Bu nedenle mutlaka beslenme bozukluğu, ağır metal varlığı gibi probiyotik bakterilerin azalma nedenleri ortadan kaldırılmalı ve destek probiyotik alınmalıdır. Ayrıca antibiyotik tedavisi gereken durumlarda mutlaka probiyotik tedavisi de uygulanmalıdır.

AĞIZ KOKUSU: Pek çok insanın korkulu rüyası. Yakın temasa gerek kalmadan devamlı hissedilen kokudur. Ağız kokusunun sebebi bakterilerin kendilerine uygun aminoasit tüketmek için tükürük ve gıda proteinlerini yıkmaları ve sonuçta hidrojen sülfit ve metanetinol içeren uçucu sülfür bileşikleri açığa çıkarmalarıdır. Başlıca oluşan uçucu sülfür bileşikleri hidrojen sülfit, metil merkaptan ve dimetil sülfittir.

Hidrojen sülfür ve metil merkaptan, ağız mukozasını bazı iyonlar ve moleküller için daha geçirgen hale getirir. Ayrıca hücre yapısı, kolajen bütünlüğü, hücre metobolizması ve DNA sentezine zarar verir. Çalışmalar, hidrojen sülfüre maruz kalmış dokularda kolajen miktarının %70 daha düşük olduğunu göstermektedir.

Ağız Kokusu 5 gruba ayrılır:

1) Fizyolojik Ağız Kokusu : Sabahları uyanır uyanmaz görülür ve yemek yemekle geçer. Patolojik değildir ve tedavi gerektirmez. Kötü koku ağızdaki kokuşma sonucu oluşur. Uyku sırasında tükürük akışı azalır ve gece boyunca tükürükle daha az yıkanan dilin ve ağzın kuruması sonucunda dil sırtında ve ağızdaki bakterilerin ısıyla artmasıyla ağızdaki bakterilerin poliferasyonu artar. Bunun yanı sıra gece boyunca bağırsak bakterilerinin faaliyetleri ile oluşan gazlar da ağızda birikir. Ağız açık uyumak da ağız kuruluğu yaparak ağız kokusuna katkı sağlar. 

Bu grup dışında kalan ağız kokuları hastalıktır. Kişinin sağlığının bozuk olduğunun işaretidir. Ağız kokusu bağışıklık sisteminde ve metabolik sistemde kriz olduğunu gösterir.

2) Dil Sırtından Gelen Ağız Kokusu: Diş eti hastalığı ve ağız kuruluğu gibi patolojik durumların modifiye ettiği, dil üzerindeki birikintilerden kaynaklanır. Dilin tüycüklerinin derin çukurlarına yerleşen bakteriler salyadan ve besinlerden gelen proteinleri uçucu kükürtlü bileşiklere (sülfür bileşiklerine) parçalar. Ağızdaki enfekte alanlar, ölü dişler, diş eti hastalıkları, köprülerin altındaki birikintiler dil sırtına bakteri temin eden bölgelerdir. Sadece dili fırçalamak tedavide yetersiz kalır. Muhakkak kokunun kaynağı olan diş problemi tedavi edilmelidir.

3) Bakteri Kaynağı Ağzın Dışında Olan Ağız Kokusu: Büyük ölçüde dil sırtından gelir fakat bakteri kaynağı ağzın içinde değildir. Burada uçucu kükürtlü gazların kaynağı sindirim kanalıdır. Koku, mide ve bağırsaklardaki enzimler tarafından sindirilemeyen besinlerin bakteriler tarafından kokuşmaya neden olmasından kaynaklanır. Burada ağza gelen bakterinin kendisi değil sadece kokudur. Sindirim kanalında açığa çıkan gazlar ağza yükselir. Bağırsak florasının ve beslenmenin düzenlenmesi tedavide çok önemlidir.

4) Akciğerden Gelen Ağız Kokusu: Ağız kokusu değil nefes kokusudur. Akciğerden gelir. Birinci olarak akciğer parankiminde veya alt solunum yolunda bir infeksiyon (pnömoni, plörit, adenit, bronşit vb..) bulunuyor ise buradan açığa çıkan kötü koku sebep olabilir. Bazen de alt solunum yollarında yabancı bir cisim varlığı bu kokunun sebebi olabilir.

İkinci sebep olabilecek etken ise kimyası değişen kan gazlarının kötü kokulu bileşiklere dönüşmesidir. Şeker hastalarındaki keton kokusu, kan gazları profili ve konsantrasyonundaki değişiklikler, alt solunum yolu patolojilerinin neden olduğu koku bu tipe girer ve nefes kokusu olarak adlandırılır. Nefes yolu ile alınan bütün gazlar kanın serumunda çözünür ve kan gazları adını alır. Normal şartlarda bu gazlar kokusuz olmasına rağmen kan biyokimyası bozulduğunda açığa çıkan kötü kokulu bileşikler kan gazlarının içerisine katılırsa kötü nefes kokusuna sebep olur. Eğer böbrek ve karaciğer gibi kanın iyon dengesini sabit tutmakla sorumlu olan organlarda bozukluk varsa, ilk önce kanın PH ı değişir, daha sonra kan gazlarının konsantrasyonu değişir. Dokudan seruma kimyasal radikaller geçer ve serum içinde protein, laktat, keton, fosfat ve sülfit artar. Böylece ağız kokusu artar. Tedavisi için sorunlu sistemlerin ve organların tedavisi gerekir.

5) Psikolojik Ağız Kokusu: Gerçekte ağız kokusu olmadığı halde ağzının koktuğunu düşünen kişiler de vardır. Böyle durumlarda patolojik ölçülebilir bir koku bulunmaz.

Yiyecek ve İçeceklerin Ağız Kokusunda Etkisi
Tükürük pH ı ağız kokusunun oluşumunu etkileyen en önemli faktördür. Asidik pH ağız kokusu oluşumunu azaltırken, nötral veya alkali ortam arttırır. Fermente olabilen karbonhidratlar ortamın asidik değişime uğramasını sağlar. pH ı etkileyen ikinci büyük faktör azotlu bileşenlerdir. Azotlu bileşenler ortamın alkali olmasına yol açar. Protein ve peptitlerden kaynaklanan aminoasitler ve üre en önemli azotlu bileşiklerdir.

Ağız kokusunun oluşmaması için ideal  pH değerinin 6,5 olması gerekirken bu pH’da da koku oluşabilmektedir. Bunun nedeni tükürükte serbest olan glikoz ve karbonhidratların glikoproteinlerle ilişki halinde bulunarak bu protein komponetlerinin artışını sağlaması ve böylece ideal pH ortamında koku artışına neden olmasıdır. Yani tükürüğü asidik yapan glikoz ve karbonhidratın teoride koku oluşmasını engellerken, pratikte protein ve peptitlerden kaynaklanan alkalikliği ve ağız kokusunu arttırdığı görülmektedir.

Ayrıca:
Çinko eksikliği de ağız kokusuna neden olur. Semptomatik tedavi için çinko içeren gargara kullanılabilir.
A ve B12 vitamin yetersizliği de ağız kokusuna neden olabilmektedir.
Hiç karbonhidrat tüketmeyenlerde ketosiz nedeniyle nefeslerinde meyve kokusu, çok fazla et tüketenlerde ise amonyak kokusu görülür.
Kemoterapötikler, antihistaminikler, antidepresanlar, antihipertansifler gibi kimi ilaçlar da ağız kokusu yapar.
Candida enfeksiyonlarında çürük meyve kokusu benzeri kokuya sebep olur.
Bazı parazit ve larvaları kaynaklı ağız kokusu da özellikle çocuklarda sık görülür. Parazitler bağırsaktaki gaz miktarını arttırırlar.


İMPLANTLAR VE PERİİMPLANTİTİS
Uygun yapılmayan implantların bütünsel tıp açısından bakıldığında bozucu alan oluşturma ihtimalleri yüksektir. İmplantın başarısı büyük oranda üç faktöre bağlıdır:
1) İmplantın özelliği ve biyouyumluluğu
2) Kullanıcının durumu
3) Uygulamayı yapan kişinin becerisi

İmplantların infeksiyon yapıp düşmesine periimplantitis denir.

Şu anda diş hekimliğinde TİTANYUM ve ZİRKONYUM implantlar yaygın olarak kullanılıyor. Her şeyden önce kinezyolojik testler ya da LTT testleri ile hastanın bu tür metal hassasiyetleri ne durumda ölçülmelidir. Zirkonyum bedenle daha uyumludur ;ancak kemiğe tutunuşu daha zayıftır. Bu nedenle diş hekimleri arka bölgelerde titanyum implantı tercih ederler.

Diğer yandan implantların yerleştirileceği kemiğin fizyolojik ve morfolojik durumu çok önemlidir.  İmplantın yapılacağı kemiğin, implantın her yüzünün kemikle kaplanacağı kadar kalın ve uzun olması gerekmektedir. İmplantın herhangi bir yüzeyinde kemik kaybı, inflamasyona, bozucu alan oluşumuna ve uzun vadede implantın kaybına neden olur.

Kişinin periodontal hastalığı (dişleri, diş etlerini alveol kemiği etkileyen iltihabi hastalıklar) var ise bu da implant yapılması açısından önemlidir. Çünkü periodontal hastalığı olan bireylerde ağız ortamında olan bakteriler implant yüzeyine yapışarak implantın enfekte olmasına neden olur. Dişlerini periodontal hastalık nedeniyle kaybetmiş kişilerde kemik erimesi, dişler kaybedildikten sonra dahi devam eder. Çünkü periodontal hastalıklar büyük oranda sistemik hastalıklara bağlı olarak gelişir. İmplantın etrafındaki kemik de bir süre sonra erimeye başlayacaktır. Periodontal hastalıı olan bireylerde bağırsak florası da bozuk olacağından titanyuma ve zirkonyuma hassasiyet geliştirme ihtimali yüksek olacaktır. Yine periodontal hastalıkta ve beslenme bozukluğu dolayısıyla flora bozulup pH deişir bu da metal iyonlarını arttırarak alerjik reaksiyonları tetikler.

İmplant yapımında mandibuler kanal ve sinüs yüksekliği bunlara temas etmemek gerektiğinden önemlidir. Mandibuler kanala temas etmek alt dudakta geçici ya da kalıcı uyuşukluğa neden olurken sinüse temas etmek bazı durumlarda sinüzite neden olabilir ya da kulak çınlaması, baş ağrısı gibi farklı bölgelerde semptom yaratabilir.

Sigara içmek de implantın başarısını ve ömrünü kısaltan bir faktördür.

İmplant yapılacak bölgedeki kemik yoğunluğu da önemlidir. Çok gözenekli yumuşak kemie implant yapılması iyileşmeyi ve ağızda kalma süresini etkiler.

Kemik ile implant arasında tam uyum olmalıdır. Çekim boşluğu tam iyileşmeden yapılan implantlarda osteointegrasyonda bozulma olabilir

Cerrahi işlem sırasında oluşabilecek ısı artışı kemik dokusunun ve osteoblastların canlılığını olumsuz yönde etkileyebilir.

İyileşme sırasında implantın üzerine herhangi bir yük gelmemelidir. Mandibulada 2-4 ay, maksillada ise 3-4 ay implant üzerine yük gelmemesi gerekir.

İmplantlar arası mesafenin 3mm den az olması kemiğin mekanik yüklere cevabı ve implant pozisyonlarının seçimi implant başarısını etkileyecektir.


İmplant operasyonu sonrasında nöralterapi yapmak hem bozucu alan oluşmasını engellemek hem de ağrı ve ödemi azaltmak için çok önemlidir.


TRİGEMİNUS NEVRALJİSİ
Trigeminus nevraljisi, direkt olarak beyinden çıkan 12 çift sinirden birisi olan dişleri, sinüsleri gözler, kulağın bir bölümünü kafanın ve yüzün büyük bir bölümünü ilgilendiren trigeminal sinirin tutulduğu çok şiddetli ağrılarla seyreden bir hastalıktır. Olabilecek en şiddetli arılardan biri olarak bilinir ve 50-70 yaş arasında, kadınlarda daha sık görülür. Bu hastalığın en sık sebebi sinirdeki ve komşuluğundaki damarsal oluşumlardaki yapısal farklılıklar ve bozukluklardır.

Pek çok kere nevraljinin olduğu bölgede eski veya yeni olmak üzere diş çekimlerinin olduğu görülür. Bunun yanı sıra kemik yapısındaki farklılıklar, sinüs problemleri, kulak ile ilgili problemler, kafa içerisindeki iyi veya kötü huylu kitleler de nevralji nedeni olabilir veya oluşumuna katkıda bulunabilir.

Bu tür ağrılar çok ani başlar ve kısa sürer (elektrik çarpması gibi) Kısa ya da geniş zaman aralıklarında tekrarlar. Atak kümeleri arasında aylar bazen yıllar da olabilir. Duygusal ve fiziksel stres olasılığı arttırır.


NÖRALTERAPİ
Nöralterapide, sinir sistemi tarafından iletilen patolojik uyarılar lokal anestezik uygulamasıyla engellenerek veya hücreler uyarılarak tekrar regülasyonları sağlanır. Bir lokal anestezik ağrıdaki nöron imzayı silebilir. Nöron imza denilen şey, ağrıyı oluşturan etken iyileştiği halde ağrı bilgisinin hafızada kalması ve ağrıyı hala hissetmektir. Yani 20 sene önce geçirdiğiniz operasyonun ağrısını hala hissedebilirsiniz, fakat lokal anestezikler bu bilgiyi silebilir. Nöralterapi sadece ağrının yolunu kesmekle kalmaz, aynı zamanda bozulmuş olan hücre zarının tekrar kendini tamir etmesini de sağlar. Trigeminus nevraljisi, çene eklemi hastalıkları, dil ağrısı, ağız yanması sendromu, gömük diş operasyonları ya da implant operasyonları sonrası dudakta kalan uyuşukluklar, ağızda gezinen kaynağı tespit edilemeyen ağrılar, yutkunma güçlüğü gibi semptomların yanı sıra diş çekimi,kanal tedavilerinden sonra arı ve şişliği azaltmada da nöralterapiden yararlanılır.

Bir noktada görülen patolojinin kaynağı uzak başka bir nokta olabilir. Kistli bir dişin diz ağrısına sebep olması gibi. Şayet bozulan bazal değerler kısa sürede geriye dönmez ise bir süre sonra kronik hastalıklar oluşur. Günümüzde teşhis edilen kronik hastalıkların en az %30 unun bozucu alan kaynaklı olduğu teşhis edilmiştir.

Bozucu alan vücudun içinde hasta olan, kendisini hala iyileştirememiş ve kendisinden uzak bölgelerde sorun yaratan alandır. Bu durumda regülasyon sistemleri sürekli çalışmak zorunda kalır, yani beden sürekli kendini iyileştirmeye çalışmak zorunda kalır. Kendini tamir etme mekanizmalarının büyük kısmı bozucu alanı düzeltmeye ayrıldığından, yeni bir sıkıntı ile karşılaşıldığında bununla baş etmekte güçlük çeker. Bu tür bozucu alanlarda kronik inflamasyon vardır.

Bedenimizde her hücrenin 40-90 mV enerjisi vardır. Patolojik durumlarda bu pilin enerjisinde azalma meydana gelip hücrenin enerjisi 16mV a düşerse hücre depolarize olduktan sonra tekrar repolarize olmayı başaramaz ve fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremez. Bu durumda nöralterapi için kullanılan lokal anestetik içerdiği yaklaşık 290milivoltluk potansiyel ile hücreyi hiperpolarize eder.

Ağızdaki Bozucu Alanlar
  • Eksik yapılmış kanal tedavileri ve enfekte kanallar bu bölgelerde bakterilerin ve bakterilerin ürettiği toksinlerin artmasına neden olur.
  • Kök artıkları bakterilerin ve bakterilerin ürettiği toksinlerin artmasına neden olur.
  • Kistler bakterilerin ve bakterilerin ürettiği toksinlerin artmasına neden olur.
  • Gömük dişler ağrı olmasa da kronik inflamasyona neden olur
  • Her türlü diş eti hastalığı
  • Çekim yerleri ve her türlü operasyon alanları
  • Ağızda kullanılan restoratif malzemeler
  • İyi yapılmamış implantlar
  • Ağır metal içeren dolgular.
  • Diş etine basan kron ve dolgular
  • Sinüsün içine kaçan yabancı maddeler

ORAL AKUPUNKTUR
1970 lerde bulunmuştur. Buna göre diş sistemi bir mikrosistemdir ve vücuttaki bütün organların yansımaları burada görülür. Bir organda ağrı ya da hassasiyet varsa ağız akupunktur noktalarında ilişkili noktada da hassasiyet bulunur. Bu ağız akupunkturu noktasına akupunktur uyarısı verilirse ilişkide olduğu organın hassasiyeti ortadan kalkar. Ağız bir mikrosistem olduğundan, vücuttaki olumsuz sinyaller birçok defa ilk olarak burada belirti verebilir. Diş sistemi gibi dil de bir mikrosistemdir ve vücuttaki bütün organların yansımaları burada görülür. Dişler gibi dil de tanı aracı olarak kullanılabilir.

Buraya kadar hala okuyan var mı bilmiyorum, ancak şunu söylemeliyim ki kitabın ikinci yarısı oldukça farklı bir bakış açısı, farklı bir kavrayış içeriyor ve oldukça güzel. Çok fazla yeni ve önemli bilgi öğrendim sayesinde. Alın alın bu kitabı. Yahu 20 TL nin altında bu kadar bilgi paylaşımı alkışlıyorum. Konuları özetleyemiyorum resmen her şey birbirine bağlı, boş cümle yok.


Kitabın son bölümlerinde 10 ayrı vaka çalışması örneği vermiş. Bunlar da oldukça şaşırtıcı ve faydalı.



🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓


Yine epey uzun bir gönderi oldu. Kitap notlarım hep böyle oluyor. Gördüğünüz gibi en iyisi dişleri hiç çürütmemek olsa da eğer çürümüşse nasılsa ağrımıyor demeden çürük çok küçükken sinire gelmeden tedavi edilmelidir. Şayet kanal tedavisi yapılması gerekiyorsa mutlak surette kök ucuna kadar doldurulmalı. Eski kanal tedavili dişlere hem röntgende hem de tomografide bakılarak kist görülmemeli ve yapılan kinezyolojik testlerde sorun olmamalı. Diğer yandan sağlıklı ağız, diş ve çene gelişimi ve bunun korunması için fırça ve macundan çok, beslenme şeklimizin ve hayat tarzı alışkanlıklarımızın iyileştirilmesinin ilk sırada olması gerekiyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, ağız sağlığımız fırçamızın şekli şemali uygunsuz olduğu için veya yanlış diş macunu kullandığımız için bozulmuyor. Diş ve diş etlerimize zarar verecek bir ortamın oluşmasını beslenme şeklimizle destekleyen bizler oluyoruz ve fırçayla macun yalnızca bu ortamla baş etmek için kullandığımız destek yöntemler oluyor.  Beslenmeye bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Her yol beslenmeye çıkıyor.  Ancak sadece şeker yememekle de bitmiyor işimiz. Birçok anne, sırf evde yaptığı için anne usulü poğaçaların , keklerin,  böreklerin zararlı olmadığını düşünüyor. Ama öyle değil. Şeker şekerdir. Aynı şekilde okullarda da maalesef çocuklar abur cubur yiyorlar. Ve asıl ihtiyaç duydukları besin değeri yüksek gıdaları çoğu zaman yeterince alamıyorlar. Sonra da çürüğe eğilimleri var diye koruyucu önlem olarak verniklenip florlanıyorlar. Ah ne yaman çelişki.  Anladınız siz meseleyi. Dişlerinize iyi bakın. Gülüşleriniz eksik olmasın.


Belki de her bir şeyi çözerek halledemeyiz. Hayatta bazı şeylerin çözümü yoktur belki de. Kimi konuşmalar beynimizden silinmeyecek, kırılan dal eski şeklini alamayacak, kalbimiz acıdığında kimse gelip acıyan yeri öpmeyecek. Bu dünyada herkes bize hak ettiğimiz değeri vermeyecek; dahası belki değer bile vermeyecek. Az verip çok almak isterken çok verip az alırken buluvereceğiz kendimizi. Olsun, oluruna bırak. Çözüm olmadığı zaman belki de çözüm olmadığını kabul edip teslim olmak gerekiyordur. Yeni şekle en iyi şekilde adapte olmak gerekiyordur. Kendi bedeninde gelişen kanserde bile iyi olmak için bir parçanı vermen gerekiyor kimi zaman. Kendini korumak için ne gerekiyorsa yap. Doğan güneşi, geçen ömrü, kaktüsleri unutma. Güzel anılar baki. Değerini bil. Hem hayatının, hem kendinin. Önüne hep meyve ağaçları çıksın. Hayat herkesi güzel insanlarla, sıcak kalpli, umutlu insanlarla karşılaştırsın. Işığa, mevsime, zamana ve koşullara bağlı olmayan sevgilerle karşılaştırsın.

🎶🎶🎶





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.