“Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür” der J. Paul Sartre. Her şehit haberinde bu cümle geliyor aklıma. Katman katman üzücü günler.. İnsanlık insanlığını unuttu. Vicdan artık bu dünyada bütün insanların yabancı dili oldu. İçimden yerimden kıpırdamak dahi gelmeyen bu Pazar gününü uzun zamandır bahsetmek istediğim bir kitap hakkında yazarak geçirdim ben de. Bahsedeceğim kitabın adı "Ağzımızdaki Haberci".
Kitap bütüncül bir yaklaşımla ağız ve diş sağlığının tüm vücut sağlığı için neden ve nasıl çok önemli bir konu olduğunu anlatıyor. Bu kitabı okuduğunuzda şu tür soruların yanıtlarını bulacaksınız: Organ ve ağız sağlığı bağlantılarımız nelerdir?
Hangi dişler hangi organları etkiler? Diş hastalıkları hangi yollarla organlarımızı etkiler? Ağzımızdaki dolgular, köprüler, protezler ve diğer restoratif maddeler masum mu? Ne gibi zararları olabilir? Ağız kokusu, diş sıkma, çene eklemi, diş eti problemlerinin altında yatan kök nedenler nelerdir? Ağız florasının önemi nedir; bağırsak florasıyla ilişkisi var mıdır? Amalgam ve florür konusunda yaklaşım nasıl olmalıdır? Amalgam dolgular sökülmeli midir? İmplant konusunda nelere dikkat edilmeli? Diş hekimliğinde tamamlayıcı tıp metotları nelerdir? Nöralterapi, hipnoz, akupunkturdan ne tür faydalar sağlanabilir? Diş sağlığı ile vitamin ve mineral eksikliklerinin ne tür bağlantıları vardır? Ağız sağlığı için bakıldığında beslenme nasıl olmalıdır ve daha pek çoğu.
Şu linkten kitabı edinebilirsiniz.(Şu an fiyatı oldukça uygun) Kitabı özellikle sürekli ağız ve diş sağlığı konusunda sorun yaşayanlara, çocuğu olan tüm ebeveynlere, amalgam dolgusu olanlara, herhangi bir kronik hastalık ile mücadele edenlere, ağız yüz vb bölgelerde sinir hasarı yaşayanlara okumalarını öneririm.
Kitap bütüncül bir yaklaşımla ağız ve diş sağlığının tüm vücut sağlığı için neden ve nasıl çok önemli bir konu olduğunu anlatıyor. Bu kitabı okuduğunuzda şu tür soruların yanıtlarını bulacaksınız: Organ ve ağız sağlığı bağlantılarımız nelerdir?
Hangi dişler hangi organları etkiler? Diş hastalıkları hangi yollarla organlarımızı etkiler? Ağzımızdaki dolgular, köprüler, protezler ve diğer restoratif maddeler masum mu? Ne gibi zararları olabilir? Ağız kokusu, diş sıkma, çene eklemi, diş eti problemlerinin altında yatan kök nedenler nelerdir? Ağız florasının önemi nedir; bağırsak florasıyla ilişkisi var mıdır? Amalgam ve florür konusunda yaklaşım nasıl olmalıdır? Amalgam dolgular sökülmeli midir? İmplant konusunda nelere dikkat edilmeli? Diş hekimliğinde tamamlayıcı tıp metotları nelerdir? Nöralterapi, hipnoz, akupunkturdan ne tür faydalar sağlanabilir? Diş sağlığı ile vitamin ve mineral eksikliklerinin ne tür bağlantıları vardır? Ağız sağlığı için bakıldığında beslenme nasıl olmalıdır ve daha pek çoğu.
Şu linkten kitabı edinebilirsiniz.(Şu an fiyatı oldukça uygun) Kitabı özellikle sürekli ağız ve diş sağlığı konusunda sorun yaşayanlara, çocuğu olan tüm ebeveynlere, amalgam dolgusu olanlara, herhangi bir kronik hastalık ile mücadele edenlere, ağız yüz vb bölgelerde sinir hasarı yaşayanlara okumalarını öneririm.
Bu tarz kitapların yazarının kim olduğu ve
mesleki geçmişinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü sağlık kitaplarının
bir kısmı da yabancı kitaplardan al - çevir kopyala - yapıştır mantığı ile uzman
olmayan kişiler tarafından yazılıyor. Kitabın yazarı Tijen Secerli Dürer diş hekimi olup İstanbul Üniversitesi Diş
Hekimliği Fakültesinden 1988 yılında mezun olmuş. Uzun sayılabilecek bir meslek
hayatı var. Pek çok klasik diş
hekiminden onu farklı kılan yanı bence mesleki eğitiminin üzerine pek çok
tamamlayıcı tıp eğitimi almış olması ve diş hekimliğinde bütüncül yaklaşımı
benimsemesi. Nöralterapi, mezoterapi, akupunktur,
tıbbi hipnoz, kinozyoloji , kupa uygulaması aldığı kimi tamamlayıcı tıp eğitimleri.
Yazarın instagram hesabını buraya bırakayım. Kitap oldukça anlaşılır bir dille yazılmış ayrıca bölümler gayet isabetli tasarlanmış. Böyle bir
kitap yazdığı için de gönülden teşekkür ederim.
Diş problemleri ile
eş zamanlı olarak çeşitli sağlık problemleri yaşamaya başlayan pek çok insan ile karşılaştım. O nedenle diş
sağlığının sadece diş salığı olmadığını bilerek kitabı okumaya başladım. Bu gönderimde
kendi düşüncelerim yanında kitaptan
aldığım notları, öğrendiklerimi derledim. Tüm diğer gönderiler gibi epey uzun. Bütünlüğün
bozulmasını istemediğim için iki ayrı gönderiye bölmeyeceğim. Yapacak bir şey yok. Sizin için yeterince
ciddi ve elzem bir konuysa zaten satır dahi atlamadan okursunuz.
Kitabın kapağında “DİŞ PROBLEMLERİ KRONİK HASTALIKLARIN SEBEBİ OLABİLİR” yazıyor. Bence
çok önemli bir ipucu. Bütüncül tıp yaklaşımıyla düşünüldüğünde çok yerinde bir
tespit ve yerinde bir kapak sloganı. Çünkü diş sağlığı – biz ağrımadığı sürece pek farkında olmasak da – bütün sağlığın çok
önemli bir parçası. Nitekim Hipokrat şöyle demiş “AĞIZ SAĞLIĞIN AYNASIDIR.” Acaba neden böyle dedi ve gerçekten de öyle
mi? Bakın sadece dişler demiyor. Ağızın bütününü sağlığın indikatörü olarak gösteriyor. Yani dişler, diş etleri, dil, yanak içleri,
dudak, tükürük, nefes bunların hepsi demek ki vücudumuzun genel sağlığının
bir yansıması ve buradaki problemler de hastalıkların sinyalidir. Hem vücuttaki
hastalıklar ağza hem de ağızdaki hastalıklar vücuda yansımaktadır.
Diş hekimleri sıklıkla diş çürüklerinin, diş
eti hastalıklarının ve çene eklemi hastalıklarının oluşturduğu ağrıları tedavi
etmekle ya da dişi kurtarmakla, dişi kaybetmemekle, dişi tedavi etmekle
ilgileniyor. Fakat vücutta yarattığı/yaratabileceği diğer etkilerin,
hastalıkların neler olabileceği kısmına sıklıkla pek karışmıyor. Aslında bu
kitabı alıp okumamdaki temel neden de bu. Yani tıpkı omuz ağrısı safra kesesi
sorunlarından kaynaklanabileceği gibi, bir boyun
ağrısı da çene eklemi bozukluğuna bağlı olarak meydana gelebilir. Ya da dizdeki kronik bir ağrı ağız ve dişteki
bozucu bir problemden kaynaklanabileceği gibi, dişteki ağrı da bir piercing
yüzünden olabilir. Kistli bir dişin çekiminden sonra hastanın omuz ağrısı geçebilir. Hastaya bir
köprü yaptıktan sonra bel ağrısı geçebilir.
Ya da eski bir dolgu farklı yeni bir dolgu maddesi ile değiştirildikten sonra
hastanın alerjisi geçebilir.
Dişlerdeki kapanış bozukluğu baş
dönmesine sebep olabilir. Bağırsak
florası bozukluğu diş eti hastalığına neden olabilir. Beden sadece kalp,
sadece diş, sadece kas ya da sadece sinir değildir. Bir dişteki herhangi bir problem vücudun uzak
başka bir bölgesini etkileyebilir. Aynı zamanda ağız ve dişler de vücudun diğer
organ ve sistemlerinden etkilenir. İşte buna da Bütünsel Diş Hekimliği deniyor. Peki bu çift taraflı etkileşim nasıl oluyor? Şöyle oluyor; diş ve diş etlerinde bulunan sinirler,
lenfatik akış, kan akışı, bağ dokusu tüm vücudu etkileyen merkezi bir rol
oynamakta ve bütün vücudu etkilemektedir. Yapılan diş tedavisi, sinir
sistemindeki uyarıların düzenlenmesine ve bağ dokusundaki yıkım ürünlerinin
azalmasına vesile olarak vücudun kendini iyileştirmesine fırsat sunmaktadır.
Dişlerin vücudun diğer bölgelerini etkileme yolları 6 tane olup şunlardır:
📍 Sinirsel Yol
📍 Bakteriyel yol
📍 Toksik yol
📍 Alerjik Yol
📍 Enerjetik Yol
📍 Fasyal Yol
Dişlerin vücudun diğer bölgelerini etkileme yolları 6 tane olup şunlardır:
📍 Sinirsel Yol
📍 Bakteriyel yol
📍 Toksik yol
📍 Alerjik Yol
📍 Enerjetik Yol
📍 Fasyal Yol
1 - SİNİRSEL YOL
Dişleri innerve eden, NERVUS TRİGEMİNUS adı verilen sinir, vücudun bütün bölgelerini etkileyen çok önemli bir sinirdir. Vücuttaki diğer sinirlerden önemli bir farklılığı vardır. Bu sinir, vücudun büyük bir bölgesini ilgilendiren iki ana sinirle beyinde aynı çekirdekte buluşur. VAGAL SİNİR (bütün karın bölgesini ilgilendirir) ve GLOSSOFHARYGEAL SİNİR (göğüs bölgesini ilgilendirir) aracılığı ile vücudun bütün ağrı, dokunma, basınç gibi duyuları dişlerin sinirlerinin beyinde bulunan çekirdeğine gelir ve buradan beynin korteksine ulaşır. Beyin tarafından verilen bütün cevaplar da tekrar bu çekirdeğe gelerek vücudun gerekli bölgelerine ulaştırılır. Bu durum, dişlerin vücuttaki bütün duyulardan haberdar olmasını, dişlerdeki duyulardan da bütün vücudun haberdar olmasını sağlar.
Kafada ise nervus trigeminusun gitmediği
bölgelere giden nervus facialisle
pek çok yerde bağlantı kurar ve bu da karşılıklı etkileşim demektir.
Dişlere ait sinirin beyindeki bir başka
çekirdeği daha eşsiz bir özelliğe sahiptir. Beden kendi dengesini sağlamak için
içeriden dört farklı yerden bilgi alır: Dişler,
gözler, kulaklar ve kaslar. Bu alanlardan alınan denge bilgisi, beyinde
trigeminal sinirin mezensefalik çekirdeğinde birleşir. Böylece dişlerin ve çene ekleminin dengesi
bozulduğunda kulaktaki denge organları da bozulabilir ve baş dönmesine, kulak
çınlamasına ve görme bozukluğuna neden olabilir.
Ayrıca dişlerdeki her türlü olumsuz bilgi,
ağrı olsun ya da olmasın, sinirsel bağlantı yolu ile bütün hormonları yöneten bez olan hipofiz bezini etkiler. Böylelikle
bütün hormonlarımız etkilenmiş olur. Hormonal düzensizlikle beraber limbik
sistemimiz yani duygusal merkezler de etki altında kalır.
Yani SİNİRSEL
BAĞLANTILAR YOLU ile ağız bölgesindeki bir problem vücudun her yerine
yansıyabilir ve vücuttaki bir problem de ağız bölgesine yansıyabilir.
2 - BAKTERİYEL
YOL
Ağız bölgesi bakterilerin çok yoğun olduğu bir bölgedir. Bütün ölü dişlerin kök ucunda ya da kök kanalının içinde, diş eti hastalıklarında, gömülü dişlerin etrafında bulunan kistlerde, diş çekimi bölgelerinde bulunan tamamen iyileşmemiş alanlarda yoğun miktarda çok çeşitli bakteriler bulunur. Vücut bu bakterileri inflamasyonla yok etmeye çalışır. İnflamasyon, vücudun kendi kendini iyileştirme çalışmasıdır. Şayet vücut inflamasyonu ortadan kaldırabilirse hastalık iyileşir, kaldıramazsa kronikleşir. Bu inflamasyon lenf sistemi aracılığı ile bütün vücuda yayılır. Bu nedenle sistemik olarak inflamasyona yol açma haricinde, direkt organlarda da sorun yaratabilirler. Örneğin uzun zamandır tekrarlayan bir idrar yolu infeksiyonunun nedeni kistli bir diş olabilir. Ya da ağızdaki enfekte alanlar diş hekimi tarafından tedavi edildikten sonra romatizma veya eklem ağrılarının şiddeti azalabilir.
Ağız bölgesi bakterilerin çok yoğun olduğu bir bölgedir. Bütün ölü dişlerin kök ucunda ya da kök kanalının içinde, diş eti hastalıklarında, gömülü dişlerin etrafında bulunan kistlerde, diş çekimi bölgelerinde bulunan tamamen iyileşmemiş alanlarda yoğun miktarda çok çeşitli bakteriler bulunur. Vücut bu bakterileri inflamasyonla yok etmeye çalışır. İnflamasyon, vücudun kendi kendini iyileştirme çalışmasıdır. Şayet vücut inflamasyonu ortadan kaldırabilirse hastalık iyileşir, kaldıramazsa kronikleşir. Bu inflamasyon lenf sistemi aracılığı ile bütün vücuda yayılır. Bu nedenle sistemik olarak inflamasyona yol açma haricinde, direkt organlarda da sorun yaratabilirler. Örneğin uzun zamandır tekrarlayan bir idrar yolu infeksiyonunun nedeni kistli bir diş olabilir. Ya da ağızdaki enfekte alanlar diş hekimi tarafından tedavi edildikten sonra romatizma veya eklem ağrılarının şiddeti azalabilir.
Diş eti hastalıkları ve dişlerden kaynaklanan
kistlerdeki bakterilerin ürettiği sitokinler
tümör nekroz faktör (TNF - α) ve interlökin 1β (IL-1β) artışına, CRP seviyesinde artışa, hormonal bozukluğa, trigliserit ve LDL
kolestrol artışına sebep olur.
Kalp hastalıkları başta olmak üzere, üreme
organ hastalıkları, gebelikte düşük, düşük doğum ağırlığı, endokrinolojik
bozukluklar, beyin, eklem hastalıkları, bazı kanser türleri, Alzheimer ve
Parkinson gibi hastalıklarda diş hastalıklarının önemli bir etken olduğu pek
çok araştırma ile ortaya konmuştur.
3 - TOKSİK YOL:
Ağız ve çene bölgesindeki toksinler farklı
yollarla ortaya çıkabilirler. Diş kaynaklı patojen bakteriler ve
restorasyonlarda kullanılan malzemeler, ağızdaki toksin kaynaklarıdır.
Bu toksinler
venler aracılığı ile karaciğere, lenfler
ile duktus thoricusa ve yutularak bağırsak ve mide dokularına iletilir.
Kanal tedavili ve ölü dişler bakterilerin
bol bulunduğu alan olduğu için toksik yol açısından önemlidir. Bir diş öldüğünde yani sinir dokusu
parçalandığında burada üreyen bakteriler, karaciğer için son derece toksik
olan merkaptan, kadaverin ve tiyoeter,
toksinler ve enzimler salgılarlar. Aynı şey iyi dolmamış kanal tedavileri için de geçerlidir. Yani kanal dolgu
maddesi kanalı tam manasıyla tıkamazsa, kök ucuna kadar tam anlamıyla dolmazsa burada
bakteri üremesi için uygun ortam oluşur. Kanal dolgu maddesinin ulaşamadığı
bölgelerde bakteriler ürer. Bağışıklık sistemimizin bir parçası olan büyük
beyaz kan hücreleri ve antibiyotikler bu kanalın
içine nüfuz edemezler ve bakteri üremesi devam eder. Dolayısıyla toksinler
üretir. Bu toksinlerse lenfler ile
yayılır. Yine bu kanallarda, candida albicans adı
verilen maya mantarları da üreyebilir. Bunlar da karaciğer üzerine toksik
etkisi olan yıkıcı enzimler üretirler. Bazen kök kanallar tam doldurulmuş olsa
bile, yan kanal denilen gözle görülmeyen ince kanalcıkların içinde bakteriler
üreyebilir. Bazı durumlarda bu bakterilerin yayılmasını önlemek amacıyla vücut,
kök ucunda kist adı verilen bir kese oluşturur.
Gömük dişler de
önemli bir inflamasyon alanı olduğu için toksik açıdan önemlidir. Gömük
dişlerin inflamasyon kaynağı olmasının sebebi, normalde dişin ağza doğru
sürmesini sağlayan ve diş ağza ulaştığında kaybolup parçalanması gereken sürme
folikülü adını alan, röntgende gömük
dişin taç kısmının etrafında yuvarlak
siyah bir alan olarak görülen bölgedir. Bu foliküller pek çok kez, diş
yukarı doğru süremediğinde kist halini alır ve bu bölgede daimi olarak kronik
bir inflamasyona neden olur. Aynı durum çekilmiş dişlerden arta kalan
temizlenememiş kistlerde de söz konusudur. Bu tür kistlerin neden olduğu
inflamasyon herhangi bir belirti vermeden, ağrısız olarak yıllarca sürebilir ve
vücuda zarar vermeye devam eder. Bu
nedenle çekilen röntgenlerde görülen her türlü kist ve riskli bölge ağrı
beklemeksizin tedavi edilmelidir. Kist dişin arkasına saklanmış ise sıradan
röntgenlerde görülemeyebilir ancak tomografi
çekildiğinde görülebilir veya kinezyolojik
yöntemlerle teşhis edilebilir.
Bakteriler enzimatik faaliyetleri sonucunda
kükürt içeren bir aminoasit olan HOMOSİSTEİN oluşur. Homosistein artması kalp
ve damar hastalıklarının oluşmasına neden olur.
Şayet ağızda AMALGAM bir dolgu varsa, bu
dolgudan açığa çıkan cıva, bu bakterilerin ürettiği merkaptan ile reaksiyona
girerek DİMETİL CİVA adı verilen
civanın daha tehlikeli bir formunun oluşmasına neden olur.
Diş kökündeki ağrı yapmayan kronik apseler uzun süredir orada bulunduklarından bu alanlarda
daha büyük bir toksik yayılma vardır. Bu kronik apseler dejenere olarak Kronik Fokal Skleroze Osteomyelitis de
oluşturabilir. Osteomyelitis; kemiğin içinde vücudun infeksiyonu baskılamak
için aşırı kemik dokusu oluşturduğu ve
röntgende kemiğin içinde beyaz olarak görülen alanlardır. Bunların % 85 i
alt çenenin büyük azılar bölgesindedir. Bu bölgelere NÖRALTERAPİ yapılarak iyileşmeye katkıda bulunulabilir.
İmplantlar da şayet yeterince iyileşmezse ya da
yeterli kalınlık ve yükseklikteki kemiğe yapılmamışsa kronik infeksiyon kaynağı
oluşturabilirler. Buna periimplantis denir
ve röntgende implantın etrafında daha
koyu renkli alan olarak veya diş etlerinde infeksiyon şeklinde ağızda
görülebilir.
Restoratif Maddelerin
Toksisitesi
Dental materyallerin pek çok olası yan etkisi
vardır. Bu materyaller üzerinde deneyler laboratuvar şartlarında ve sıklıkla
sağlıklı hayvanlarda yapılmakta olup kişilerin bireysel özellikleri üzerinde yaratacağı etkiler test edilmiş
olmaz. Diş hekimliğinde kullanılan
restoratif maddelerin tamamına yakını vücut için zararlı malzemelerdir ve
gerçekten biyouyumlu bir malzeme
yoktur (Abovvv, bu hiç iyi olmadı) Bütün restoratif materyallerden değişik oranlarda toksin açığa çıkar.
Kullanılan restoratif materyaller bedenin sadece kompansasyon yeteneği ile
ağızda kalabilmektedir. Bu durumda
kompanzasyon yeteneği azaldığında daha önce bireye dokunmayan bir malzeme daha
sonra dokunmaya başlayabilir. Bir restoratif malzemenin kişiye dokunup
dokunmayacağı ve toksik olup olmayacağı pek çok faktöre bağlıdır. Örneğin
toksinin tipi, miktarı, maruz kalma süresi, kişinin bedeninde önceden birikmiş
toksin miktarı, kişinin beslenmesi ve vücuttaki asidite durumu, mevcut
hastalıkları gibi faktörler nedeni ile bir dolgu maddesi bir kişiye dokunurken
bir başkasına dokunmaz.
Bütün malzemeler korozyona uğrar ve belirli miktarda iyon açığa çıkarır. Beden asiditesi
artmış bir kişide korozyon ve açığa çıkan iyon da artacaktır. Dolayısıyla
kişinin malzemeye vereceği bedensel tepki de değişir. Bunun yanında iç
detoksifikasyon faktörlerinin (örneğin glutatyon eksikliği) ve dış
detoksifikasyon faktörlerinin eksikliği (örneğin C vitamini eksikliği)
metallerin organizma tarafından tolere edilip edilmeyeceğini belirleyen
etkenlerdir.
Hastaların eski dolgulardan, kanal
tedavilerinden, kaplamalarından hiçbir şikayeti olmamışken yeni yapılanlarda
bir türlü rahat edememelerinin nedeni eski
restoratif materyallerden açığa çıkan iyon miktarı azalmışken yeni
malzemelerden açığa çıkan miktarın çok yüksek olmasıdır.
Bağışıklık
sistemi yalnızca büyük moleküllere hassasiyet gösterdiğinden restoratif malzemelerden açığa çıkan
iyonlar protein, lipit, polisakkaritler gibi büyük moleküllere bağlanmadıkça
organizma tarafından fark edilip bağışıklık yanıtına yol açmazlar. Bu
yüzden de yok edilemezler; bedende serbestçe dolaşıp toksik reaksiyona neden
olabilirler. Bu toksik etkiler malzemenin
hücreye zarar vermesi, kanser yapma etkisi, genotoksik etkiye sebep olması,
östrojen reseptörlerine bağlanması gibi farklı şekillerde olabilmektedir.
Bazen belirtiler ağız ve diş bölgesinde değil
de vücudun uzak bölgelerinde görülür. (Sistemik toksisite) Örneğin yıllarca iyileşmeyen ürtiker ağızdaki kaplamalar nedeniyle
olabilir.
Bu nedenlerle herhangi bir restoratif malzeme
kullanılacağı zaman Vegatest, proquant gibi cihazlar ile, kinezyolojik
metotlarla veya laboratuvarda yapılacak lenfosit transformasyon testi (LTT)
ile malzemenin vücut tarafından tolere edilip edilemeyeceği kontrol edilebilir.
Kullanılacak ilaçlar, metaller, akrilikler, kanal dolgu malzemeleri bu
yöntemlerle kişiye özel seçilirse problemler minimuma indirilebilir.
Dental
materyaller 1-) polimerler 2-) metaller olarak
sınıflandırabiliriz.
Polimer materyaller diş
hekimliğinde protezlerde ve kompozit maddelerde kullanılırlar. Polimer
materyallerde Bisfenol-A, hidrokinonlar,
aldehitler, metilmetakrilat, benzoil peroksit gibi toksik maddeler
bulunabilmektedir.
Metallerse diş hekimliğinde kron, implant, ortodontik braket, iskelet protez, amalgam dolgu ve flor olarak kullanılırlar.
Bütün metaller ıslak
bir ortamda az ya da çok korozyona uğrar ve belli miktarda iyon açığa çıkarır. Özellikle
ortam asidikse veya ısıtılırsa korozyon ve açığa çıkan iyon miktarı artar. Ağız
ıslak olduğu için korozyon için çok uygun bir ortamdır. Asidik gıdalar ve
içeceklerin alınması, ısı, sigara içilmesi, florlu diş macunları korozyonu
arttırıcı etki gösterir.
Kıymetli metaller
kıymetsiz metallere göre daha az korozyona uğrarlar. Bu
nedenle bedenle daha uyumludurlar. Titanyum,
zirkonyum kıymetli metallerdir. Ve klasik porselen köprülere nazaran
bedenle daha uyumludurlar. Genel olarak zirkonyum titanyuma nazaran daha kolay
tolere edilebilen bir kıymetli metaldir. Ancak titanyum daha sağlam ve kemikle
birleşimi zirkonyumdan daha iyi olmasından dolayı implant olarak titanyum tercih edilir.
Ortodontik braket ve teller kıymetsiz bir
metal olan nikel esaslı oldukları
için ağızda uzun süre kullanılmamalıdır. Ortodontik
tedavi sırasında özellikle asitli gıdaların kesinlikle kullanılmaması gerekir.
Köprülerde kullanılan metallerin de nikel
esaslı olmamasına dikkat etmek gerekir. Son zamanlarda porselen köprülerde
kullanılan metallerde nikel oranları azaltılmış ya da kaldırılmış olsa da
kıymetsiz metallerle yapılan kron ve köprüler pek çok kez vücuda dokunabilir.
AMALGAM DOLGULAR tamamlayıcı
tıp hekimleri tarafından kesinlikle reddedilen bir dolgudur. Kompozit dolgulara göre daha ucuz,
yapımı daha kolay ve ağızda kalma süresi daha uzun dolgulardır.
AMALGAM
dolgularda diğer metallerin (gümüş, bakır vb) yanı sıra önemli
miktarlarda CIVA bulunur. Her bir
dolgu bir termometredeki kadar cıva
ihtiva etmektedir.
Çiğneme,
diş gıcırdatma, florlu diş macunuyla fırçalama, asidik içecekler, sıcaklık,
asitlik ve başka metallerin varlığı yüzünden oluşan korozyon
sonucunda amalgam dolgulardan cıva
buharı açığa çıkar. Solunan cıva buharı akciğerler tarafından tutulur.
Cıva tüm vücut organ ve dokularında en çok da böbreklerde birikir. Beyinde,
akciğer, karaciğer, gastrointestinal sistem ve ekzokrin bezlerde daha düşük miktarlarda
birikir. Amalgam dolgulardan açığa çıkan cıva, ağız ve bağırsak bakterileri tarafından METİL CIVA ya çevrilir ve
proteinler tarafından hemen bağlanır.
Konvansiyonel diş hekimleri amalgam dolgusunu
söktürmek isteyen hastalara karşı dip balıklarında da fazla miktarda cıva
bulunduğunu söyleyerek savunmada bulunurlar. Ama unutmamak gerekir ki kimse her gün ve her gün dip balığı ya da midye
yemez. Oysa her gün 24 saat boyunca ağzında amalgamla yaşar. Üstelik balık
vb ile yutulan cıvanın %80 i bağırsaklar
yoluyla atılırken amalgamdan açığa çıkan ve solunan cıvanın %80 i bedende
birikir.
📍Cıvanın zararlarına bloğumda diğer gönderilerde değinmiş olsam da burada kısaca özetlemek gerekirse:
📍Cıvanın zararlarına bloğumda diğer gönderilerde değinmiş olsam da burada kısaca özetlemek gerekirse:
S Cıvayı pek çok metalden ayıran özellik lipofilik yani yağda çözünebilir
olmasıdır. Bu özellik cıvanın hücre zarına geçebilmesini ve sinirler tarafından
taşınabilmesini sağlar. Bu nedenle vücut içerisinde çok kolay dağılır.
S Kan beyin bariyerini geçerek direkt olarak
beyin ve hipofize taşınır. Hipofiz hormonu oksitosini azaltır.
S Bağ dokusunda ve hücre içerisindeki cıvanın yarılanma ömrü 15-30 yıldır.
S Ayrıca cıvanın
tüm formları plasentayı aşabilir ve amniyon sıvısı ve fetüs kanına, ayrıca anne
sütüne geçebilir.
S Cıva stres hormonu yani kortizolü arttırır.
S T3 hormonunu etkiler, düşük tiroid fonksiyonu oluşur.
S Kalp
krizi riskini 2,9 kat arttırır; mitokondrilere zarar verir.
S Bağışıklık
sistemini bozar.
S Antibiyotiklere
direnç gelişmesine neden olur.
S Cıva ve diğer ağır metaller esansiyel minerallerle rekabet eder ve
fonksiyonlarını engeller.
S Kurşun ve cıva B1 vitamininin (tiamin) içinde bulunan sülfüre bağlanarak B1
eksikliğine neden olur.
S Östrojen
baskınlığını yükselterek progesteron reseptörünü devre dışı
bırakır.
S Selenyumla
yer değiştirerek en önemli membran bağlama antioksidanı olan
azalmış glutatyonun geri dönüşümünü engeller de detoksifikasyonu riske atar.
Yani ağzınızda amalgam dolgular olduğu
müddetçe sürekli civaya maruz kalıyorsunuz. Dolgulardan alınan cıva buharının
%80’inin akciğerler yoluyla vücuda dağıldığı tahmin ediliyor ve bu cıva
özellikle de beyin, böbrek, karaciğer, akciğer ve gastrointestinal sistemde
birikiyor.
S Iowa Üniversitesinin yaptığı bir araştırmada
dişlerinde amalgam bulunan bir bireyin 10
dk sakız çiğnemeden önce ağız içi havasındaki Hg miktarı 0,88 µcg seviyesindeyken, sakız çiğnedikten sonra 13,25 µcg seviyesindedir (Amalgam
dolgusu olmayanlarda bu miktarın 0,05 µcg
olduğu bulunmuştur). Bunun günde en az 3 defa tekrarladığı ve bir amalgam
dolgunun ortalama ağızda kalma süresinin 5-10 yıl olduğu göz önüne alınırsa
solunum yoluyla alınan cıvanın ne kadar çok olduğu görülebilir.
Amalgam dolgular toksik etkinin yanı sıra
toplumun %2-3 ünde alerjik reaksiyonlara
da neden olurlar. Ağızda çeşitli yaralar meydana gelebilir.
Amalgam
dolgular diğer amalgamlarla veya başka metalik malzemelerle devamlı olarak
temas ettiklerinde pulpa, diş eti ve çevre dokuları etkileyen bir galvanik akım
meydana gelir. Bu akım bazı durumlarda ağrı veya ağızda tat
bozukluğuna neden olabilir.
Amalgam Dolguları Söktürmek
Gerekir Mi ve Nasıl Sökülmeli?
İşte bu sorunun cevabını merak edenlerdendim ben de. Dr hanımın açıklık getirmesine sevindim. Cıva sağlığa bu kadar zararlı olduğu halde
bu, hemen gidin ağzınızdaki amalgam dolguları
söktürün anlamına gelmez diyor. Sebep olarak da 18 yıldan (cıvanın yarılanma ömrü) eski
amalgam dolgulardan çıkan cıva, azalmaya başlamıştır ve dolguda kırık ya da
çürük gibi tıbbi bir gereklilik olmadığında sökülmesine de gerek olmayabilirmiş.
Hâlâ vücuda zarar vermeye devam edip etmedikleri kinezyolojik yöntemlerle tespit edilebilir. Fakat yeni amalgam dolguların ağızda tutulmaması gerekmekteymiş.
% Amalgam dolgu
sökümünde dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıra :
ìAmalgam
sökümü sırasında “rubber dam” adı
verilen sadece dolgusu sökülecek dişi açıkta bırakan ve ağızda cıvanın
dağılmasını önleyen bir lastik örtü kullanılmalıdır.
ìSöküm
sırasında cerrahi aspiratör adı
verilen kuvvetli bir aspiratör dolgunun hemen yakınında tutulmalı ve dolgu
artıklarının dağılması önlenmelidir.
ìÇok
kısa sürede çok sayıda amalgam sökümü sırasında solunan cıva, hastanın
semptomlarını ağırlaştırır. Her bir
dolgunun sökümü arasına en az 15 gün koymak gerekir.
ìAmalgam
dolguyu sökerken oda havalandırılmalıdır.
ìDolgu
sökümü sırasında hastanın oksijen
soluması önerilir.
ìLastik
örtünün kenarlarından amalgam parçacıklarının olduğu suyun sızmış olma
ihtimaline karşın “rubber dam”
çıkarıldıktan sonra ağır metal tutan özel kil gargaralar kullanılmalıdır.
ìAmalgam
sökümü yapılan dolgunun olduğu bölgeye
nöralterapi yapmak, o bölgedeki ağır metalin daha kolay atılmasını sağlar.
ìHastada
kronik yorgunluk sendromu, romatizmal
şikayetler, ankilozan spondilit, MS, parkinson veya başka ağır semptomlar
görüldüğünde hemen amalgam dolguları sökmeye başlamamak gerekir. Ne kadar
korunursa korunsun amalgam sökümü sırasında ortaya çıkan cıva, bu hastalar
tarafından tolere edilemeyebilir. Hastanın önce bağ dokusundaki toksin miktarı
çeşitli bitkisel preparatlar ve diyetle azaltılıp belli bir iyilik hali
oluştuktan sonra amalgam sökümüne başlanmalıdır.
ìAmalgam
dolgu sökümünden hemen önce ağır metal
şelasyonu ve Se, Zn ve Mg gibi detoksifikasyona yardımcı olacak minerallerin
kullanılması önemlidir. Fakat hiçbir şelasyon bağırsak florası düzeltilmeden ve hekim
kontrolü olmadan yapılmamalıdır.
ìDiş hekimleri hastalardan çok daha fazla
tehlike altındadır. Günümüzde diş hekimleri daha az amalgam
dolgu yapsalar da çok fazla eskimiş dolguyu sökmektedirler.
ìAmalgam
söküldükten sonra ortamda asılı cıva partikülleri, diş hekimleri tarafından
solunmaktadır. Bu nedenle odanın
havalandırılması ve diş hekimlerin kendilerine ağır metal şelasyonu yapmaları gerekmektedir
FLOR MESELESİ
Vücut için gerekli temel elementlerden biri
olan flor diş ve kemik yapısında toplam
2-3 gr, kanda 100 ml de 0,3 mg kadar bulunur. Fazlasının zararları vardır.
Et, sakatat, yumurta, ıspanak, elma vb kimi yiyecekte doğal olarak vardır. Çay bitkiler içerisinde en fazla flor
bulundurandır. Bir fincan çay yaklaşık 0,12 mg flor içerir.
Florun diş çürüğünü azaltma konusunda etkin
olduğu düşünüldüğü için diş macunları, gargaralar vb preparatlarda, kimi
ülkelerde içme sularında kullanılıyor.
Florür
nörotoksiktir. Kan-beyin bariyerini aşar ve özellikle
hipokampuste birikim yaparak anormalliklere neden olur. Florür serbest radikal
üretilmesini uyarır ve buna bağlı olarak oksidatif
strese neden olarak beyindeki antioksidan işleyişini bozabilir. Bu da
bedenin ihtiyaç duyduğu Fe ve Mg miktarının azalmasına neden olur. Ayrıca iyota
bağlanarak tiroit fonksiyonlarını olumsuz
etkiler. Birçok enzimin çalışmasını engeller. DNA, RNA ve protein sentezini
bozar. Ayrıca florür alüminyum ile
sinerjistik olarak hareket eder ve beyin hücrelerini olumsuz etkiler.
Bu sebeplerle Sistemik florür kullanılmamalı ( !! özellikle çocuklarda okullardaki
vernik uygulamalarına dikkat ) ve diş hekimliğinde florürlü jeller
uygulanmamalıdır. Çünkü bunlar kolaylıkla yutulabilmekte, ağız mukozasından
emilebilmektedir. Bunun yerine çocukta neden çürük oluyor bu araştırılmalı.
Beslenme düzeltilmeli, emilim sorunları var mı bakılmalı.
Hem flor dolayısıyla hem de içerdikleri diğer
kimyasallar dolayısıyla piyasada sık olarak satılan diş macunlarının yerine kimyasalı azaltılmış yeşil bantlı doğal
malzemelerle yapılan diş macunlarını kullanmak gerekir.
4 - ALERJİK YOL
Diş tedavilerinde kullanılan her türlü malzeme vücut için yabancı bir
maddedir ve alerjen olabilir. Bir hastada alerjiye sebep olmayan bir
kimyasal madde bir başka hastada kuvvetli alerjenik olabilmektedir. Bu bireyin
bağışıklık sisteminin ve de bağırsak florasının güçlü olup olmamasıyla
ilgilidir.(Diş konusu da gidiyor bağırsak florasına bağlanıyor)
Farklı tiplerde alerjiler vardır. Mesela Tip
1 Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu adı verilen alerji tipi normalde zararsız olan
bir çevresel alerjenle tekrar karşılaşma sonucu gelişir. Birey söz konusu
alerjenle ilk karşılaşmasında IgE sınıfından
antikor üretmiştir. Gelişen alerjik reaksiyon alerjenin dozuna ve maruz kalınma yoluna göre değişebilir. Gözlerde
vb. ödem, kaşıntı, sulanma, şişme olabileceği gibi dolaşım yetmezliği ve şok da
meydana gelebilir. Nikel alerjisi ya lokal
anestezi alerjileri gibi
Tip 3 Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu
alerjilerine örnek olarak ise diş eti hastalıklarındaki ya da dişlerdeki kronik infeksiyonlardaki
bakterilere karşı oluşan alerjiler örnek verilebilir.
5 - ENERJİSEL
YOL
Bütün canlı ve cansız maddelerin olduğu gibi insan vücudunun da bir manyetiği ve
manyetik alanı vardır. Her hücrenin
kendine özgü bir elektrik devresi vardır. Elektrosmog yani bir elektrik
yükünün başka bir elektrik yükü üzerinde yarattığı çekme ve itme kuvveti
elektrik alanı varlığında insan vücudunun kendi molekül ve atomlarının arasında
kurduğu elektriksel denge ve biyokimyasal işleyiş bozulur.
Elektrosmogun ağızdaki restorasyonlarla da
ilişkisi vardır. Mesela ağızdaki metalik restorasyonlar cep telefonu ile
konuşulması sırasında cihaz ile bir dipol oluşturur ve beynin o süre boyunca
manyetik alandan daha fazla etkilenmesine neden olur. İki amalgam dolgu arasında 450-900mV bir elektrik akımı
ölçülebilir. Bu akım beynin normal 50-100 mV akımından çok daha yüksektir ve
beyne enerji akışının engelleyerek pek çok hastalığa katalizör etki yaptığı
düşünülmektedir. Bu akım ağızda farklı
metallerin bir arada bulunması durumunda daha fazla olur.
Akupunktur
mantığına göre dişler bir mikro sistemdir.
Yani her diş vücuttaki meridyenleri ve onlara bağlı organları etkiler. Her
ölü, kanal tedavili, çekilmiş diş ya da implant temel sistemde ve meridyen
sisteminde kronik bozucu bir enerjisel alan oluşturur. Kullanılan bütün dental
materyallerde özellikle metalik olanlar aynı bozukluğa neden olurlar.
Dişlerdeki problemler er ya da geç bağlantılı oldukları bu organlarda hastalık
oluşmasına neden olurlar. Örneğin alt üst ön keser dişler idrar yolları, böbrek ve
genital bölge gibi organları ilgilendirir. Köpek dişler karaciğer, safrakesesi,
kalça eklemi, diz, göz, bademcikleri; alt küçük azı
dişleri ve üst büyük azı dişleri pankreas, mide; üst küçük azılar ve alt büyük azılar akciğeri, kalın bağırsağı;
20 yaş dişleri ise kalp ve ince bağırsağı
ilgilendirir.
Her
ölü, kanal tedavili, çekilmiş diş ya da implant temel sistemde ve meridyen
sisteminde kronik bozucu bir enerjisel alan oluşturur. Enerjisel bozukluğun
düzeltilebilmesi için bu bölgelere nöralterapi
ya da ağız akupunkturu uygulanmalıdır.
6 - FASYAL YOL
Çiğneme sisteminin herhangi bir yerinde ki
sorun yalnızca o bölgenin fonksiyonlarını etkilemekle kalmaz sisteme ait diğer
bölge ve fonksiyonları da zincirleme olarak etkiler. Örneğin baş ağrısı, baş dönmesi, boyun ağrısı,
kulak çınlaması, bel ağrısı, göz ağrısı, görme bozukluğu, basınç hissi, kronik
yorgunluk, uyku düzensizliği, idrar kaçırma vb gibi pek çok rahatsızlığa
sebep olabilir
Fasyal yol açısından çene eklemi çok önemlidir. Aynanın karşısına geçin ve yavaşça
ağzınızı açıp kapayın. Çeneniz açılırken ya da kapanırken dümdüz açılmak yerine
bir tarafa doru kayıyor mu ya da S çiziyor mu? Sabahları uyandığınızda çene kaslarında konuşmak ve yemek yemekle
kısa sürede geçen tutukluk ya da ağrı
hissi var mı? Her iki elinizin parmak uçlarını çene ekleminizin üzerine bastırırken hassasiyet var mı? Ağzınızı
açarken ekleminizden çıtırtı sesi
geliyor mu? Kulak çınlaması, baş ağrısı, yutkunma güçlüğü yaşıyor musunuz? Her
iki serçe parmağınızı kulaklarınızın içine sokun ve çenenizi yavaşça açıp
kapayın. Parmak uçlarında hissettiğiniz eklem
hareketi aynı anda mı oluyor yoksa birisi diğerinden farklı mı hareket ediyor?
Bu sorulardan birkaçına evet cevabı veriyorsanız çene eklemi hastalığınız
olabilir.
Çene eklemi en fazla kullandığımız eklemdir. Çene
eklemi hastalıkları hem diş hekimlerinin hem de fizik tedavi uzmanlarının uzak
durduğu bir konudur. Alt çene kemiği vücudun sağı ve solunu birbirine bağlayan
tek kemiktir. İki tarafı bir birine bağlar. Çene eklemiyle ilgili
bir sorun olduğu zaman diğer tarafa iletilir. Bu sebeple çok önemlidir. Bu
eklemde bulunan liflerin yapısı diğer eklemlerden daha esnektir ve pek çok
yönde harekete izin verir. Bu özellik bu eklemdeki ağrıların diğer eklemlere
nazaran daha az olmasını sağlar.
Aynı zamanda çene ekleminin hemen üzerinde durameter
adı verilen beyni saran bir zar vardır. Bu zar çene ekleminde oluşan basınç
farklılıklarını algılar ve gerilir. Bu zar enseden omur boyunca inerek
omuriliği sarar. Bu nedenle çene
eklemindeki bir gerginlik ve bozukluk boyunda ve belde gerginlik ve ağrı olarak
hissedilir. Çene ekleminin kendisi ise sahip olduğu esneklik dolayısıyla
uzun bir süre ağrı hissetmez. Pek çok diz, bel ve boyun ağrısı çene eklemi probleminden
kaynaklanabilir.
Çene eklemi hastalıklarının oluşması için pek
çok sebep vardır. Bunlardan bazıları
aşağıdaki gibidir:
S Diş
gıcırdatma, diş sıkma
S Tek
taraflı çiğneme
S Diş
eksikliği
S Nefesli
aletler çalmak, pipo içmek, kalem çiğnemek vb
alışkanlıklar
S Ortodontik
bozukluk
S Çene
eklemi travması
S Çene
eklemine baskı gelecek şekilde uyumak
S Postür
bozukluğu
S Devamlı
olarak topuklu ayakkabı giymek
S Mineral
eksiklikleri
S Romatizmal
hastalıklar
S Sublukasyon
adı verilen eklemlerin fazla esnek olma hali
S Çene
eklemine yakın bölgede lipom adı
verilen yağ bezeleri veya yara izleri
Böyle pek çok sebebi olabilen çene eklemi
hastalığının tedavisi de tek bir yöntemle olmaz.
Çene eklemi hastalıklarının büyük çoğunluğu kas kaynaklıdır. Çiğneme
kaslarının içinde tetik nokta adı
verilen nodüller bulunur. Tetik noktalarının
varlığı sadece oldukları bölgede değil uzak bölgelerde de ağrı, gerilme,
seyirme gibi problemler yaratabilir. Sinüs, kulak, boyun, çene altı, gözler,
kaşlar, şakaklar gibi pek çok alan tetik noktalardan etkilenir. Kas kaynaklı çene eklemi hastalıklarının
tedavisinde ilk yapılacak şey bu nodülleri nöralterapi, akupunktur, masaj vb
gibi yöntemlerle ortadan kaldırmak olmalıdır. Çene ekleminde görülen kaymanın
sebebi olabilecek diş eksikliği
giderilmeli, ortodontik bozukluk düzeltilmeli, diş sıkma için önlem alınmalı,
mineral eksikliği giderilmeli, postür bozukluğu düzeltilmeli.
Çene ekleminin kendisinden kaynaklı
problemlerde eklemin içine hyaluronik
asit enjeksiyonu veya cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir.
BRUKSİZM (Diş Sıkma ve Gıcırdatma)
Normal bir bireyde çiğneme esnasında kullanılan ısırma kuvveti yaklaşık 27 kg, maksimum istemli ısırma 70 kg dır. Diş sıkma ya da gıcırdatma sırasında ise bir dişin üzerine 2,5 saniyede 440 kg a kadar çıkabilen
bir yüklenme olabilmektedir.
Bruksizm
hem
gece hem gündüz bazen de ikisi bir arada görülebilir.
Bruksizm kişinin psikolojisi ile de alakalı olup gergin, öfkeli, duygusal bozukluğu olan kişilerde “gergin bruksizm”
adı verilen bir bruksizm tipi gelişir. İkinci grup “gergin olmayan bruksizmler”
olup daha çok depresif ve obsesif
özellikleri olan bireylerde yaygındır. Ancak bruksizm sadece bir kişilik yapısı
sonucu oluşmaz. Serotonin adı verilen mutluluk hormonunun %80 i bağırsakta
probiyotik bakterileri tarafından üretilmekte olup düzgün bağırsak florası brusizmden korunmanın en doğru yoludur.
Bağırsak florası bozuk olan kişilerin mineral
dengeleri de bozuktur. Bu durum da bruksizmde önemli rol oynar. B6 vitamininin eksikliği magnezyum ve çinko
eksikliğine neden olur. Kalsiyum, magnezyum ve çinko düzeylerinin değişmesi
kaslarda kramplara ve sinirliliğe neden olur.
Dişlerde uzamalar, yer değiştirmeler, çene
eklemi hastalıkları dişlerin kapanmaları
sırasındaki temas noktalarını değiştirir. Bu durumda birbirine fazla çarpan
dişler bruksizme neden olur. Geceleri yüzüstü
ve el çene altında yatmak, çenenin kaymasına neden olarak dişlerin sıkılı durmasına
yol açar.
Bruksizm için verilen pek çok antidepresan bağırsak florasını bozarak durumu daha da
ağırlaştırabilmektedir. Bu nedenle anksiyete bozukluklarında psikoterapi tercih edilmelidir. Aritmi ve
hipertansiyon tedavisinde kullanılan kalsiyum
kanal blokeri ilaçlar da bruksizme neden olabilmektedir. Bruksizm tedavisinde ilk yapılacak iş
çiğneme kaslarında oluşmuş olan halk arasında kulunç olarak adlandırılan tetik
noktaların gevşemesini sağladıktan sonra yanlış oklüzal kontakları
düzeltmektir. Bağırsak florasını
düzeltmek ve psikoterapi, kas gevşetme egzersizleri, postür düzeltme bruksizm
tedavisinin önemli bir kısmını kapsar. Sert bir malzemeden yapılan ve geceleri
takılan “splint” adı verilen gece
plakları, bruksizm tedavisinde önemli bir yer tutar. Fakat bunların amacı çene
eklemi hastalıklarını tedavi etmek değil, sıkmanın getireceği hasarın tekrar
etmesini önlemektir. Gece plağının kullanılmasının mantığı, kasların uzun
kalmasını ve sıkma gücünün azalmasını sağlamaktır. Bu nedenle ince ya da
yumuşak plaklar kasları uzun tutamadığından bruksizmde kalın ve sert gece
plakları kullanılır.
Bruksizm için yapılan gece plağı çene
ekleminde oluşabilen kaymalar ve sebepleri düzeltilmeden uygulandığında
tedavinin başarı oranı düşecektir.
DİŞ ETİ HASTALIKLARI
Diş eti hastalıkları (periodontal hastalık)
kronik infeksiyon hastalıklarıdır ve burada yaklaşık 350 çeşit bakteri yer
alır.
Diş eti hastalığının kendisi bir inflamasyona neden olup vücut için problem yaratırken diğer taraftan diş eti hastalığı organizmadaki bir inflamasyon kaynaklıdır. Diş etleri hastalıkları metabolik bozuklukların tespiti için adeta bir erken uyarı sistemidir. Diğer bir deyişle diş etinde bir hastalık varsa vücudun diğer organ sistemlerinde de benzer bir hastalık olabilir. Diş eti hastalığına sahip kişilerde hücresel bağışıklık sorunu bulunur.
Vücutta toksinlerin artması, antioksidan tamponlama sisteminin tükenmesine ve yıkıcı inflamatuar yanıtın başlamasına neden olur. Bazı mikroorganizmalar konağın bağışıklık sisteminin uyarılmasını engelleyecek enzimler salarlar. Bu durumda bireyin bağışıklık sisteminde bir yanıtsızlık oluşur ve diş eti hastalığı oluşur. Mg, Zn, Cu, Mn, Se, E vitamini, sülfür içeren aminoasitler ya da C vitamini, A vitamini, folik asit , B12 vitamini ve K vitamininin olması gerekenden daha düşük miktarlarda bulunması hücrelerin yapısal bütünlüğünün bozulmasına, membranların tahribine ve alveol kemiğinin yıkılmasına neden olur.
i Ayrıca yine çok önemli bir bilgi de şudur ki ağır metaller (cıva, kron köprü, implantlarda ve hareketli protezlerde kullanılan metaller, sigara, vb ağır metaller) bağırsak florasında maya mantarları tarafından tutulurlar. Ağır metal birikimi bu nedenle maya mantarı artışına ve disbiyosise yani doğal floranın bozulmasına sebep olur.
🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓
🎶🎶🎶Diş eti hastalığının kendisi bir inflamasyona neden olup vücut için problem yaratırken diğer taraftan diş eti hastalığı organizmadaki bir inflamasyon kaynaklıdır. Diş etleri hastalıkları metabolik bozuklukların tespiti için adeta bir erken uyarı sistemidir. Diğer bir deyişle diş etinde bir hastalık varsa vücudun diğer organ sistemlerinde de benzer bir hastalık olabilir. Diş eti hastalığına sahip kişilerde hücresel bağışıklık sorunu bulunur.
Vücutta toksinlerin artması, antioksidan tamponlama sisteminin tükenmesine ve yıkıcı inflamatuar yanıtın başlamasına neden olur. Bazı mikroorganizmalar konağın bağışıklık sisteminin uyarılmasını engelleyecek enzimler salarlar. Bu durumda bireyin bağışıklık sisteminde bir yanıtsızlık oluşur ve diş eti hastalığı oluşur. Mg, Zn, Cu, Mn, Se, E vitamini, sülfür içeren aminoasitler ya da C vitamini, A vitamini, folik asit , B12 vitamini ve K vitamininin olması gerekenden daha düşük miktarlarda bulunması hücrelerin yapısal bütünlüğünün bozulmasına, membranların tahribine ve alveol kemiğinin yıkılmasına neden olur.
i Ayrıca yine çok önemli bir bilgi de şudur ki ağır metaller (cıva, kron köprü, implantlarda ve hareketli protezlerde kullanılan metaller, sigara, vb ağır metaller) bağırsak florasında maya mantarları tarafından tutulurlar. Ağır metal birikimi bu nedenle maya mantarı artışına ve disbiyosise yani doğal floranın bozulmasına sebep olur.
Disbiosis yani doğal bağırsak florasının dengesinin bozulması
durumunda
patojen
bakteriler çoğalır.
pH
değeri değişir.
pH
aside dönerse diş çürükleri, alkalik olursa diş taşı oluşur.
Diş eti hastalığı başlar.
Diş eti hastalığı başlar.
Flora tarafından sentezlenen K ve B vitaminlerinin
azalması diş eti kanamalarına sebep olur.
Vitamin
eksiklikleri görülür. Bunlar dudak
kenarında çatlaklar, diş eti kanamaları, dil renginde, dil şeklinde
değişiklikler şeklinde görülebilir.
Yine
bağırsak florasının değişimiyle birlikte tükürüğün
içerisindeki IgA yani mukozal bağışıklığı
sağlayan faktör değişir. Bu da ağzın savunma mekanizmasında değişikliğe
sebep olur ve patojen bakterilerin
sayısını arttırır. Tükürük IgA
antikorlarının, çocuklarda diş çürüklerine karşı doğal bir koruma sağladığı
düşünülmektedir.
Tükürüğün
tamponlayıcı etkisini sağlayan bikarbonatların
oranı, flora bozukluğunda değişeceği için ağızdaki asidik ortam artar ve daha sık çürük oluşur. Ağızda
kullanılan her türlü restoratif
malzemeden ortama iyon salınımı daha fazla olur ve mukozanın koruyucu
bariyeri zayıfladığı için bu iyonlar mukozadan içeriye girer. Ağızda görülen malzeme alerjileri, likenoid
yapılar, yanan ağız sendromu gibi rahatsızlıkların altında bağırsak florası
bozukluğu görülür. Yine ağızda sık görülen
aftlar, bağırsak florası bozukluğunun sonucu zayıflayan bağışıklık sisteminin
bir görüntüsüdür.
Tükürüğün
içerisindeki Na, K, Ca, Mg oranları
değiştiğinden tükürüğün kıvamı ve yapısı değişir.
2-3
yaşındaki çocukların dişleri üzerinde de diş
taşı benzeri siyah lekelenmeler olur.
Ağız kokusu
görülür. Pek çok kez hastanın dişlerinde sorun olmadığı ve hijyene dikkat
ettiği halde ağız kokusu şikayeti yaşadığı görülür.
Ağızda
pamukçuk benzeri mantarlar görülmesi
bağırsak florası bozukluğunda (candidiasis) olur.
Osteoporozda vücut asidikliğinin önemi
çok büyüktür. Beden asidi Ca ile bağlayarak nötralize
etmeye çalışır. Bağ dokusundaki asidiklik ortamdaki Ca dan daha fazla ise
kemiklerden Ca çekilerek asidi bağlar ve osteoporoza yol açar. İşte aynı olay
dişleri saran kemikler için de
geçerlidir. Yumuşak dokuda infeksiyon ve ödem olurken kemik dokuda da
osteoporoz gerçekleşir.
i Kefir,
sirke, yoğurt gibi probiyotik içeren gıdalar tüketilse bile flora bozukluğu
varsa bunlar yeterli olmaya bilir. Bu nedenle mutlaka beslenme bozukluğu, ağır
metal varlığı gibi probiyotik
bakterilerin azalma nedenleri ortadan kaldırılmalı ve destek probiyotik
alınmalıdır. Ayrıca antibiyotik tedavisi gereken durumlarda mutlaka probiyotik
tedavisi de uygulanmalıdır.
AĞIZ KOKUSU: Pek çok insanın korkulu rüyası. Yakın temasa gerek
kalmadan devamlı hissedilen kokudur. Ağız
kokusunun sebebi bakterilerin kendilerine uygun aminoasit tüketmek için tükürük
ve gıda proteinlerini yıkmaları ve sonuçta hidrojen sülfit ve metanetinol
içeren uçucu sülfür bileşikleri açığa çıkarmalarıdır. Başlıca oluşan uçucu
sülfür bileşikleri hidrojen sülfit, metil merkaptan ve dimetil sülfittir.
Hidrojen sülfür ve metil merkaptan, ağız
mukozasını bazı iyonlar ve moleküller için daha geçirgen hale getirir. Ayrıca hücre
yapısı, kolajen bütünlüğü, hücre metobolizması ve DNA sentezine zarar verir.
Çalışmalar, hidrojen sülfüre maruz kalmış dokularda kolajen miktarının %70 daha
düşük olduğunu göstermektedir.
Ağız
Kokusu 5 gruba ayrılır:
1) Fizyolojik Ağız
Kokusu : Sabahları uyanır uyanmaz görülür ve yemek
yemekle geçer. Patolojik değildir ve
tedavi gerektirmez. Kötü koku ağızdaki kokuşma sonucu oluşur. Uyku
sırasında tükürük akışı azalır ve gece boyunca tükürükle daha az yıkanan dilin
ve ağzın kuruması sonucunda dil sırtında ve ağızdaki bakterilerin ısıyla
artmasıyla ağızdaki bakterilerin poliferasyonu artar. Bunun yanı sıra gece
boyunca bağırsak bakterilerinin faaliyetleri ile oluşan gazlar da ağızda
birikir. Ağız açık uyumak da ağız kuruluğu yaparak ağız kokusuna katkı
sağlar.
Bu grup dışında kalan ağız kokuları
hastalıktır. Kişinin sağlığının bozuk olduğunun işaretidir. Ağız kokusu bağışıklık sisteminde ve
metabolik sistemde kriz olduğunu gösterir.
2) Dil
Sırtından Gelen Ağız Kokusu: Diş eti hastalığı ve ağız
kuruluğu gibi patolojik durumların modifiye ettiği, dil üzerindeki
birikintilerden kaynaklanır. Dilin
tüycüklerinin derin çukurlarına yerleşen bakteriler salyadan ve besinlerden
gelen proteinleri uçucu kükürtlü bileşiklere (sülfür bileşiklerine) parçalar.
Ağızdaki enfekte alanlar, ölü dişler,
diş eti hastalıkları, köprülerin altındaki birikintiler dil sırtına bakteri
temin eden bölgelerdir. Sadece dili
fırçalamak tedavide yetersiz kalır. Muhakkak kokunun kaynağı olan diş
problemi tedavi edilmelidir.
3) Bakteri
Kaynağı Ağzın Dışında Olan Ağız Kokusu: Büyük ölçüde dil sırtından gelir fakat bakteri kaynağı
ağzın içinde değildir. Burada uçucu kükürtlü gazların kaynağı sindirim
kanalıdır. Koku, mide ve bağırsaklardaki
enzimler tarafından sindirilemeyen besinlerin bakteriler tarafından kokuşmaya
neden olmasından kaynaklanır. Burada ağza gelen bakterinin kendisi değil
sadece kokudur. Sindirim kanalında açığa çıkan gazlar ağza yükselir. Bağırsak
florasının ve beslenmenin düzenlenmesi tedavide çok önemlidir.
4) Akciğerden Gelen
Ağız Kokusu: Ağız kokusu değil
nefes kokusudur. Akciğerden gelir. Birinci olarak akciğer parankiminde veya alt solunum
yolunda bir infeksiyon (pnömoni, plörit, adenit, bronşit vb..) bulunuyor ise
buradan açığa çıkan kötü koku sebep olabilir. Bazen de alt solunum yollarında yabancı bir cisim varlığı bu kokunun
sebebi olabilir.
İkinci
sebep olabilecek etken ise kimyası değişen kan gazlarının kötü kokulu bileşiklere dönüşmesidir.
Şeker hastalarındaki keton kokusu, kan gazları profili ve konsantrasyonundaki
değişiklikler, alt solunum yolu patolojilerinin neden olduğu koku bu tipe girer
ve nefes kokusu olarak adlandırılır. Nefes yolu ile alınan bütün gazlar kanın
serumunda çözünür ve kan gazları
adını alır. Normal şartlarda bu gazlar kokusuz olmasına rağmen kan biyokimyası bozulduğunda açığa
çıkan kötü kokulu bileşikler kan gazlarının içerisine katılırsa kötü nefes
kokusuna sebep olur. Eğer böbrek ve
karaciğer gibi kanın iyon dengesini sabit tutmakla sorumlu olan organlarda
bozukluk varsa, ilk önce kanın PH ı değişir, daha sonra kan gazlarının
konsantrasyonu değişir. Dokudan seruma kimyasal radikaller geçer ve serum
içinde protein, laktat, keton, fosfat ve sülfit artar. Böylece ağız kokusu
artar. Tedavisi için sorunlu sistemlerin ve organların tedavisi gerekir.
5)
Psikolojik Ağız Kokusu: Gerçekte ağız kokusu olmadığı halde ağzının koktuğunu
düşünen kişiler de vardır. Böyle durumlarda patolojik ölçülebilir bir koku
bulunmaz.
Yiyecek ve İçeceklerin Ağız
Kokusunda Etkisi
Tükürük
pH
ı ağız kokusunun oluşumunu etkileyen en
önemli faktördür. Asidik pH ağız
kokusu oluşumunu azaltırken, nötral veya alkali ortam arttırır. Fermente olabilen
karbonhidratlar ortamın asidik değişime uğramasını sağlar. pH ı etkileyen ikinci büyük faktör azotlu bileşenlerdir.
Azotlu bileşenler ortamın alkali olmasına yol açar. Protein ve peptitlerden
kaynaklanan aminoasitler ve üre en önemli azotlu bileşiklerdir.
Ağız
kokusunun oluşmaması için ideal pH
değerinin 6,5 olması gerekirken bu pH’da da koku
oluşabilmektedir. Bunun nedeni tükürükte
serbest olan glikoz ve karbonhidratların glikoproteinlerle ilişki halinde
bulunarak bu protein komponetlerinin artışını sağlaması ve böylece ideal pH
ortamında koku artışına neden olmasıdır. Yani tükürüğü asidik yapan glikoz ve
karbonhidratın teoride koku oluşmasını engellerken, pratikte protein ve
peptitlerden kaynaklanan alkalikliği ve ağız kokusunu arttırdığı görülmektedir.
Ayrıca:
Çinko eksikliği de
ağız kokusuna neden olur. Semptomatik tedavi için çinko içeren gargara
kullanılabilir.
A ve B12 vitamin yetersizliği de
ağız kokusuna neden olabilmektedir.
Hiç karbonhidrat tüketmeyenlerde ketosiz
nedeniyle nefeslerinde meyve kokusu, çok
fazla et tüketenlerde ise amonyak
kokusu görülür.
Kemoterapötikler,
antihistaminikler, antidepresanlar, antihipertansifler gibi kimi ilaçlar da ağız kokusu yapar.
Candida enfeksiyonlarında
çürük meyve kokusu benzeri kokuya sebep olur.
Bazı parazit ve larvaları
kaynaklı ağız kokusu da özellikle çocuklarda sık görülür. Parazitler
bağırsaktaki gaz miktarını arttırırlar.
İMPLANTLAR VE PERİİMPLANTİTİS
Uygun yapılmayan implantların bütünsel tıp
açısından bakıldığında bozucu alan oluşturma ihtimalleri yüksektir. İmplantın
başarısı büyük oranda üç faktöre bağlıdır:
1) İmplantın
özelliği ve biyouyumluluğu
2) Kullanıcının
durumu
3) Uygulamayı
yapan kişinin becerisi
İmplantların infeksiyon yapıp düşmesine periimplantitis denir.
Şu anda diş hekimliğinde TİTANYUM ve ZİRKONYUM
implantlar yaygın olarak kullanılıyor. Her şeyden önce kinezyolojik testler ya
da LTT testleri ile hastanın bu tür
metal hassasiyetleri ne durumda ölçülmelidir. Zirkonyum bedenle daha
uyumludur ;ancak kemiğe tutunuşu daha zayıftır. Bu nedenle diş hekimleri arka bölgelerde titanyum implantı tercih
ederler.
Diğer yandan implantların yerleştirileceği kemiğin fizyolojik ve morfolojik durumu
çok önemlidir. İmplantın yapılacağı
kemiğin, implantın her yüzünün kemikle kaplanacağı kadar kalın ve uzun olması gerekmektedir. İmplantın herhangi bir yüzeyinde kemik kaybı, inflamasyona, bozucu
alan oluşumuna ve uzun vadede implantın kaybına neden olur.
Kişinin periodontal
hastalığı (dişleri, diş etlerini alveol kemiği etkileyen iltihabi
hastalıklar) var ise bu da implant yapılması açısından önemlidir. Çünkü
periodontal hastalığı olan bireylerde ağız ortamında olan bakteriler implant yüzeyine yapışarak implantın enfekte olmasına
neden olur. Dişlerini periodontal hastalık nedeniyle kaybetmiş kişilerde kemik
erimesi, dişler kaybedildikten sonra dahi devam eder. Çünkü periodontal hastalıklar büyük oranda
sistemik hastalıklara bağlı olarak gelişir. İmplantın etrafındaki kemik de
bir süre sonra erimeye başlayacaktır. Periodontal hastalıı olan bireylerde
bağırsak florası da bozuk olacağından titanyuma ve zirkonyuma hassasiyet
geliştirme ihtimali yüksek olacaktır. Yine periodontal hastalıkta ve beslenme
bozukluğu dolayısıyla flora bozulup pH deişir bu da metal iyonlarını arttırarak
alerjik reaksiyonları tetikler.
İmplant yapımında mandibuler kanal ve sinüs
yüksekliği bunlara temas etmemek gerektiğinden önemlidir. Mandibuler kanala temas etmek alt
dudakta geçici ya da kalıcı uyuşukluğa neden olurken sinüse temas etmek bazı durumlarda sinüzite neden olabilir ya da kulak
çınlaması, baş ağrısı gibi farklı bölgelerde semptom yaratabilir.
Sigara
içmek de implantın başarısını ve ömrünü kısaltan bir
faktördür.
İmplant
yapılacak bölgedeki kemik yoğunluğu da önemlidir. Çok gözenekli
yumuşak kemie implant yapılması iyileşmeyi ve ağızda kalma süresini etkiler.
Kemik ile implant arasında tam uyum
olmalıdır. Çekim boşluğu tam iyileşmeden
yapılan implantlarda osteointegrasyonda bozulma olabilir
Cerrahi
işlem sırasında oluşabilecek ısı artışı kemik dokusunun ve
osteoblastların canlılığını olumsuz yönde etkileyebilir.
İyileşme sırasında implantın üzerine herhangi
bir yük gelmemelidir. Mandibulada 2-4 ay,
maksillada ise 3-4 ay implant
üzerine yük gelmemesi gerekir.
İmplantlar
arası mesafenin 3mm den az olması kemiğin mekanik yüklere cevabı
ve implant pozisyonlarının seçimi implant başarısını etkileyecektir.
İmplant
operasyonu sonrasında nöralterapi yapmak hem bozucu alan
oluşmasını engellemek hem de ağrı ve ödemi azaltmak için çok önemlidir.
TRİGEMİNUS NEVRALJİSİ
Trigeminus
nevraljisi, direkt olarak beyinden çıkan 12 çift sinirden birisi
olan dişleri, sinüsleri gözler, kulağın bir bölümünü kafanın ve yüzün büyük bir
bölümünü ilgilendiren trigeminal sinirin
tutulduğu çok şiddetli ağrılarla seyreden bir hastalıktır. Olabilecek
en şiddetli arılardan biri olarak bilinir ve 50-70 yaş arasında, kadınlarda daha sık
görülür. Bu hastalığın en sık sebebi sinirdeki ve komşuluğundaki damarsal oluşumlardaki
yapısal farklılıklar ve bozukluklardır.
Pek çok kere nevraljinin olduğu bölgede eski
veya yeni olmak üzere diş çekimlerinin olduğu görülür. Bunun yanı sıra kemik
yapısındaki farklılıklar, sinüs problemleri, kulak ile ilgili problemler, kafa
içerisindeki iyi veya kötü huylu kitleler de nevralji nedeni olabilir veya
oluşumuna katkıda bulunabilir.
Bu tür ağrılar çok ani başlar ve kısa sürer
(elektrik çarpması gibi) Kısa ya da geniş zaman aralıklarında tekrarlar. Atak
kümeleri arasında aylar bazen yıllar da olabilir. Duygusal ve fiziksel stres
olasılığı arttırır.
NÖRALTERAPİ
Nöralterapide, sinir sistemi tarafından
iletilen patolojik uyarılar lokal
anestezik uygulamasıyla engellenerek veya hücreler uyarılarak tekrar
regülasyonları sağlanır. Bir lokal anestezik ağrıdaki nöron imzayı silebilir. Nöron imza denilen şey, ağrıyı oluşturan etken iyileştiği halde
ağrı bilgisinin hafızada kalması ve ağrıyı hala hissetmektir. Yani 20 sene
önce geçirdiğiniz operasyonun ağrısını hala hissedebilirsiniz, fakat lokal
anestezikler bu bilgiyi silebilir. Nöralterapi sadece ağrının yolunu kesmekle
kalmaz, aynı zamanda bozulmuş olan hücre zarının tekrar kendini tamir etmesini
de sağlar. Trigeminus nevraljisi, çene eklemi hastalıkları, dil ağrısı, ağız
yanması sendromu, gömük diş operasyonları ya da implant operasyonları sonrası
dudakta kalan uyuşukluklar, ağızda gezinen kaynağı tespit edilemeyen ağrılar,
yutkunma güçlüğü gibi semptomların yanı sıra diş çekimi,kanal tedavilerinden
sonra arı ve şişliği azaltmada da nöralterapiden yararlanılır.
Bir noktada görülen patolojinin kaynağı uzak
başka bir nokta olabilir. Kistli bir dişin diz ağrısına sebep olması gibi. Şayet
bozulan bazal değerler kısa sürede geriye dönmez ise bir süre sonra kronik
hastalıklar oluşur. Günümüzde teşhis edilen kronik hastalıkların en az %30 unun bozucu alan kaynaklı olduğu
teşhis edilmiştir.
Bozucu
alan
vücudun içinde hasta olan, kendisini hala iyileştirememiş ve kendisinden uzak
bölgelerde sorun yaratan alandır. Bu durumda regülasyon sistemleri sürekli
çalışmak zorunda kalır, yani beden sürekli kendini iyileştirmeye çalışmak
zorunda kalır. Kendini tamir etme mekanizmalarının büyük kısmı bozucu alanı
düzeltmeye ayrıldığından, yeni bir sıkıntı ile karşılaşıldığında bununla baş
etmekte güçlük çeker. Bu tür bozucu alanlarda kronik inflamasyon vardır.
Bedenimizde her hücrenin 40-90 mV enerjisi vardır. Patolojik durumlarda bu pilin enerjisinde
azalma meydana gelip hücrenin enerjisi 16mV
a düşerse hücre depolarize olduktan sonra tekrar repolarize olmayı
başaramaz ve fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremez. Bu durumda nöralterapi
için kullanılan lokal anestetik içerdiği yaklaşık 290milivoltluk potansiyel ile
hücreyi hiperpolarize eder.
Ağızdaki
Bozucu Alanlar
- Eksik yapılmış kanal tedavileri ve enfekte kanallar bu bölgelerde bakterilerin ve bakterilerin ürettiği toksinlerin artmasına neden olur.
- Kök artıkları bakterilerin ve bakterilerin ürettiği toksinlerin artmasına neden olur.
- Kistler bakterilerin ve bakterilerin ürettiği toksinlerin artmasına neden olur.
- Gömük dişler ağrı olmasa da kronik inflamasyona neden olur
- Her türlü diş eti hastalığı
- Çekim yerleri ve her türlü operasyon alanları
- Ağızda kullanılan restoratif malzemeler
- İyi yapılmamış implantlar
- Ağır metal içeren dolgular.
- Diş etine basan kron ve dolgular
- Sinüsün içine kaçan yabancı maddeler
ORAL AKUPUNKTUR
1970 lerde bulunmuştur. Buna göre diş sistemi bir mikrosistemdir ve vücuttaki
bütün organların yansımaları burada görülür. Bir organda ağrı ya da
hassasiyet varsa ağız akupunktur noktalarında ilişkili noktada da hassasiyet
bulunur. Bu ağız akupunkturu noktasına akupunktur uyarısı verilirse ilişkide
olduğu organın hassasiyeti ortadan kalkar. Ağız bir mikrosistem olduğundan,
vücuttaki olumsuz sinyaller birçok defa ilk olarak burada belirti verebilir. Diş sistemi gibi dil de bir
mikrosistemdir ve vücuttaki bütün organların yansımaları burada görülür.
Dişler gibi dil de tanı aracı olarak kullanılabilir.
Buraya kadar hala okuyan var mı bilmiyorum,
ancak şunu söylemeliyim ki kitabın ikinci yarısı oldukça farklı bir bakış
açısı, farklı bir kavrayış içeriyor ve oldukça güzel. Çok fazla yeni ve önemli
bilgi öğrendim sayesinde. Alın alın bu kitabı. Yahu 20 TL nin altında bu kadar bilgi
paylaşımı alkışlıyorum. Konuları özetleyemiyorum resmen her şey birbirine bağlı,
boş cümle yok.
Kitabın son bölümlerinde 10 ayrı vaka
çalışması örneği vermiş. Bunlar da oldukça şaşırtıcı ve faydalı.
🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓🍓
Yine epey uzun bir gönderi oldu. Kitap
notlarım hep böyle oluyor. Gördüğünüz gibi en iyisi dişleri hiç çürütmemek olsa da eğer
çürümüşse nasılsa ağrımıyor demeden çürük çok küçükken sinire gelmeden tedavi
edilmelidir. Şayet kanal tedavisi yapılması gerekiyorsa mutlak surette kök
ucuna kadar doldurulmalı. Eski kanal tedavili dişlere hem röntgende hem de
tomografide bakılarak kist görülmemeli ve yapılan kinezyolojik testlerde sorun
olmamalı. Diğer yandan sağlıklı ağız, diş ve çene gelişimi ve bunun korunması
için fırça ve macundan çok, beslenme şeklimizin ve hayat tarzı alışkanlıklarımızın iyileştirilmesinin
ilk sırada olması gerekiyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, ağız sağlığımız
fırçamızın şekli şemali uygunsuz olduğu için veya yanlış diş macunu kullandığımız için
bozulmuyor. Diş ve diş etlerimize zarar verecek bir ortamın oluşmasını beslenme
şeklimizle destekleyen bizler oluyoruz ve fırçayla macun yalnızca bu ortamla
baş etmek için kullandığımız destek yöntemler oluyor. Beslenmeye bakış açımızı değiştirmemiz
gerekiyor. Her yol beslenmeye çıkıyor. Ancak sadece şeker yememekle de bitmiyor işimiz. Birçok anne, sırf
evde yaptığı için anne usulü poğaçaların , keklerin, böreklerin zararlı olmadığını düşünüyor. Ama öyle değil.
Şeker şekerdir. Aynı şekilde okullarda da maalesef çocuklar abur cubur
yiyorlar. Ve asıl ihtiyaç duydukları besin değeri yüksek gıdaları çoğu zaman
yeterince alamıyorlar. Sonra da çürüğe eğilimleri var diye koruyucu önlem olarak verniklenip florlanıyorlar. Ah ne yaman çelişki. Anladınız siz meseleyi. Dişlerinize iyi bakın. Gülüşleriniz eksik olmasın.
Belki de her bir şeyi çözerek halledemeyiz. Hayatta bazı şeylerin çözümü yoktur belki de. Kimi konuşmalar beynimizden silinmeyecek, kırılan dal eski şeklini alamayacak, kalbimiz acıdığında kimse gelip acıyan yeri öpmeyecek. Bu dünyada herkes bize hak ettiğimiz değeri vermeyecek; dahası belki değer bile vermeyecek. Az verip çok almak isterken çok verip az alırken buluvereceğiz kendimizi. Olsun, oluruna bırak. Çözüm olmadığı zaman belki de çözüm olmadığını kabul edip teslim olmak gerekiyordur. Yeni şekle en iyi şekilde adapte olmak gerekiyordur. Kendi bedeninde gelişen kanserde bile iyi olmak için bir parçanı vermen gerekiyor kimi zaman. Kendini korumak için ne gerekiyorsa yap. Doğan güneşi, geçen ömrü, kaktüsleri unutma. Güzel anılar baki. Değerini bil. Hem hayatının, hem kendinin. Önüne hep meyve ağaçları çıksın. Hayat herkesi güzel insanlarla, sıcak kalpli, umutlu insanlarla karşılaştırsın. Işığa, mevsime, zamana ve koşullara bağlı olmayan sevgilerle karşılaştırsın.
Belki de her bir şeyi çözerek halledemeyiz. Hayatta bazı şeylerin çözümü yoktur belki de. Kimi konuşmalar beynimizden silinmeyecek, kırılan dal eski şeklini alamayacak, kalbimiz acıdığında kimse gelip acıyan yeri öpmeyecek. Bu dünyada herkes bize hak ettiğimiz değeri vermeyecek; dahası belki değer bile vermeyecek. Az verip çok almak isterken çok verip az alırken buluvereceğiz kendimizi. Olsun, oluruna bırak. Çözüm olmadığı zaman belki de çözüm olmadığını kabul edip teslim olmak gerekiyordur. Yeni şekle en iyi şekilde adapte olmak gerekiyordur. Kendi bedeninde gelişen kanserde bile iyi olmak için bir parçanı vermen gerekiyor kimi zaman. Kendini korumak için ne gerekiyorsa yap. Doğan güneşi, geçen ömrü, kaktüsleri unutma. Güzel anılar baki. Değerini bil. Hem hayatının, hem kendinin. Önüne hep meyve ağaçları çıksın. Hayat herkesi güzel insanlarla, sıcak kalpli, umutlu insanlarla karşılaştırsın. Işığa, mevsime, zamana ve koşullara bağlı olmayan sevgilerle karşılaştırsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Kuralları:
-Lütfen reklam ve tanıtım içeren yorumlar yapmayınız.
-Küfür ve hakaret içeren yorumlar yapmayınız.
-Sadece konu ile ilgili yorumlara cevap verilir.